4 Kasım 2018 Pazar

Enflasyonla Topyekûn Mücadele Ettim Bugün

Zaruri bir ihtiyaç olmasa da birkaç kalem ihtiyacım için bir markete uğradım. Bazı ürünlerde "Enflasyonla Topyekûn Mücadele" logosu vardı. Madem topyekûn mücadele edilecek, hiç ihtiyacım olmamasına rağmen bu mücadeleye katkım olsun diye bazı mamüllerden aldım. 

Önce esas fiyatı yazıp sonra üzerini çizmiş, altına da indirimli yeni fiyatı yazmışlar. İndirimli olsun veya olmasın tüm ürünler küsuratlı. Hiç yuvarlama yok. Herhalde ürünlerini piyasaya süren firmalar maliyet, masraf, pazarlama, nakliye, devlete gidecek vergi ve kâr marjını koyduktan sonra ortaya küsuratlı bir fiyat çıkmış. Nasıl olduysa virgülden sonraki küsuratlar hep 90, 99 şeklinde bitiyor. Zaman zaman düşünürüm son rakamı 99 etiketiyle biten üründen bir tane alıp kasaya geçmeyi. Kasiyer paraüstünü verirken bakalım bir kuruşu üste verecek mi diye. İnadına isteyeceksin. Yok derse o zaman böyle fiyat belirleme diyeceksin.

Ödemeyi yapmak için kasaya yürüdüm. Bir kızımız kasada, diğeri de poşete doldurmak için ayakta bekliyor. Kasiyer aldıklarımı okuttuktan sonra hesabı kapatmadan, 
—Bu ürün indirimli. 8.99 almak ister misin? Yarın Bu ürün 14.00 TL" dedi. 
—Nedir o dedim.
—Şu 6'lı su bardağı. 
—Evde dolu var ondan, düğünlerden gelen. Ne yapayım? Evli misiniz siz?
—Hayır, niçin sordun?
—Evlendiğinizde çokça gelir bu şekilde. Suyu doldurur doldurur içersiniz. Sanırım sizin bu sattıklarınızı bazıları alıyor. Gideceği düğüne götürüyor. 
—İyiymiş biz de götürelim.
—Zaten çoğu öyle yapıyor. Ben yandım o da yansın türünden.

Ödemeyi yapıp çıktım. Evimin ihtiyaçlarını karşılarken enflasyonla topyekûn mücadele kampanyasına katıldım. Siz de durmayın, kalkın alışveriş yapın. Başımızın belası enflasyonla mücadele sadece devletin, sadece firmaların görevi değil, sizin de göreviniz aynı zamanda. Sağ olsunlar ne de çok indirip yapmışlar. Gözlerim yaşardı doğrusu. Onlar kardan ödün verirken bizim canımızı ortaya koymamız lazım.

Bu arada size bir müjde vereyim. Üzerinde enflasyonla topyekûn  mücadele etiketi olmasa da 20 gün önce 49 liraya aldığım 9 kiloluk deterjan 46 liraya inmiş. Bu indirim bana garip gelmedi. Çünkü ben het daim fiyatlar hep zirve yapınca alırım. Benden sonra fiyatlar aşağıya bu şekilde iner. Deterjanınız bittiyse kaçırmayın derim.

Evlilere, Evleneceklere ve Anne-Babalara... ***

Fıkra seversiniz umarım? Kim sevmez ki hele hazırcevaplılığıyla nam salmış Nasrettin Hoca’ya aitse sevilmez mi? İçinde zeka kokan espri yüklü, güldürürken düşündüren bu fıkralar yerinde ve zamanında kelamı kibar bir şekilde taşı gediğine koyarcasına anlatılırsa tadına doyum olmaz. Kıssadan pay almak isteyen herkese Hoca’nın söyleyecek sözü vardır. Tabi almak isteyenlere! Almak istemeyenlere davul zurna bile azdır.

Malumunuz bugünlerde aile içi kavgalar, şiddet olayları gündemde. Her alanda olduğu gibi bu alanda da Hoca’nın okunmaya değer fıkraları vardır. İzninizle yazımı Hoca’nın doyumsuz fıkralarına bırakacağım:

Bir gün Hoca’nın evlendirdiği kızı evine küs gelir. Biricik kızı iki gözü iki çeşme ağlamaktadır. Aralarında şu konuşma geçer:
---Kızım ne oldu?
---Kocam bana tokat attı.
---Niçin dövdü?
(Anlattıklarından kızının suçlu olduğunu anlayan Hoca, hiç beklemediği anda kızına bir tokat atar ve)
---Git o kocana söyle: O benim kızımı döverse ben de onun karısını döverim.
(Umarım bu fıkradan koca ve Hoca şiddet uygulamış, biz şiddete karşıyız sonucu çıkarılmaz. Tıpkı sizin gibi ben de şiddete karşıyım ama burada Hoca, yangına körükle gitmemiş, kızına karşı korumacılık yapmamış ve evliliğin devamından yana bir tasarruf ortaya koymuştur.)
***
Nasrettin Hoca iki kızını gurbete vermiştir. Bir gün hanımı “Hocam! Kızlarımı bir ziyaret etsen, ne yerler ne içerler, durumları nasıldır bir öğrensen” der. Hoca biner eşeğine. Kızının birinin evine varır. Damat yoktur evde. Hoca ile kızının arasında şu diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çiftçilik yapıyoruz. 100 dönüm ekin ektik, hasadın iyi olması için şimdi bol bol dua ediyoruz, yağmur bekliyoruz. Şayet yağmur yağmazsa işimiz kül, anam ağlar…
---Kızım! Allah yardımcınız olsun, der Hoca ve diğer kızının meskun mahalline gitmek için yola çıkar ve o kızının evinde de o kızıyla aynı diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çömlekçilik yapıyoruz. Şu kadar çömlek yaptık. Bunları kurutup satacağız. Geçimimizi bu şekil sağlıyoruz. Şayet çömlekler kurumadan yağmur yağarsa anam ağlar…
---Kızım Allah yardımcınız olsun, diyerek evine döner ve hanımı sorar:
---Bey! Kızlarım nasıl?
---Hanım! Kızların iyi olmaya iyi. Ama bu aralar yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmur yağmasa da sen ağlayacaksın, der.

(Anne ve babalar için evliliklerde asıl olan çocuklarının mutluluğudur. Onlar mutlu olmazlarsa bunun ceremesini “Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar” sözünde de ifade edildiği gibi tarafların anne ve babaları çeker. Evliliklerini devam ettirmeyi düşünmeyen ya da sürekli kavga edip birbirini huzursuz eden çiftler, kendileriyle beraber kimleri de mutsuz edeceklerini hesaba katmalılar. Kavga edilecekse ondan sonra yapmalılar.)

Bu iki fıkra başta evliler, evlenecekler, tarafların anne-babaları ve yangına körükle giden üçüncü şahıslara gelsin.

*** 13/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Bunun Adı Trafik Kazası mı, Evlilik Kazası mı yoksa İntihar mı? **

İnternet haberlerine bir göz atarken “Karı koca kavgası böyle bitti! Yara almadan çıktılar” başlığı dikkatimi çekti. Haberin detayını okuyunca “Seyir halindeyken sebebi bilinmeyen bir nedenle aralarında tartışma çıkan çift yol kenarındaki su kanalına uçar, arabaları yan yatan çift yara almadan çıkar ve sağlık kontrolü için götürüldükleri hastanede birbirinden şikayetçi olurlar. Bunun üzerine polis çifti karakola götürür.” (internethaber) Normal bir aile kavgası, neresi dikkatinizi çekti diyebilirsiniz. Bana göre haber baştan sona ilginç ve bir o kadar da ibretlik. Üzerinde durulması gerekir.

Su kanalına uçtuktan sonra yara almadan kurtulan çiftin ne çektiğini bir Allah bir de kendileri bilir. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar. İzin verirseniz ben buzdağının görünen kısmını ele almaya çalışacağım:

Ne hayallerle bir araya gelip hayatlarını birleştiren çiftimiz anlaşılan mutlu değil, kaç yıldır evliler, çocukları var mı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, evlilikleri kavga ve gürültü üzerine yürüyor. O kadar çok kavga ediyor olmalılar ki ev ve barkta, park ve bahçelerde, ayakları yere basan yerlerde yaptıkları kavgalar yeterli olmamış olmalı ki ayakların yerden kesildiği, canlarının dört tekere emanet olduğu arabanın içinde ve seyir halindeyken kavgalarını devam ettiriyorlar. Neyi paylaşamadılar da bu şekilde ölüme davetiye çağırırcasına seyir halindeyken kavgaya tutuşuyorlar? En ufak bir dikkatsizliğin kazalara sebebiyet verdiği bir ortamda aynı yastığa baş koymuş, evliliklerini başa kadar sürdüreceklerine dair şahitler huzurunda verdikleri sözü bir tarafa bırakarak intihara kalkışıyorlar. İntihar diyorum çünkü seyir halindeki bir araç içinde kavga etmenin bir başka izahı olamaz. Keşke kavga nedenleri incir çekirdeğini dolduran bir kavga olsa yine gam yemeyeceğim. İçlerinden bir tanesi de aklını kullanıp aracı sağa çek, önce kavgamızı yapalım demiyor.

Çiftler aracın içinde kendilerini kaybetti, sinirleri tavan yaptı, kavga ettiler diyelim. Kaza yapıyorlar, araçları su kanalına uçup yan yatıyor, görenlerin haber vermesiyle hastaneye götürülüyor. Yaşadıklarından dolayı “Biz ne yaptık böyle! Şükür yaşıyoruz, burnumuz bile kanamamış, demek ki verilmiş sadakamız varmış, büyük bir facia atlattık, Allah bizi birbirimize bağışladı, bundan sonraki hayatımızı birbirimizi üzmeyecek şekilde devam ettireceğimize gel söz verelim, bizim bu araçtan sağ çıkmamız bize bir uyarıdır. Zira bir musibet bin nasihatten iyidir” deyip birbirlerine sarılacakları, birbirinden özür dileyecekleri, sevinç gözyaşı dökecekleri, ‘bir daha mı tövbe’ diyecekleri yerde çiftimiz hiçbir şey olmamış gibi hızlarını alamayıp birbirinden şikayetçi oluyorlar.

Başlarına gelen bu musibetten hala ders almayıp dediğim dedik, ben haklıyım kavgasını yapanlar, birbirlerini şikayet ettikleri zaman toz liman olan hayatları, sütliman mı olacak? Bugüne kadar göremedikleri ya da birbirlerinden esirgedikleri mutluluğu polis mi verecek, adliye mi verecek? Bu kadar gözü dönmüşlük neyin nesi? Yazık gerçekten! Başta bu çift olmak üzere bu yolun yolcuları şunu bilsinler ki kendilerinden başka kimse kendilerine mutluluk dağıtmaz. Hele karakol ve adliye hiç vermez, sorunu çözmez. Yaptıkları sadece anlaşamadıklarının tespitini yapar. Bunu zaten çiftler beceriyor. Sonuç, başlarının belası çözümsüzlükle yine kendileri karşı karşıya kalırlar.

Şunu anladım ki insan denen varlığın kendine ve evlendiği eşine yaptığı kötülüğü kimse kendilerine yapmaz.  Hayatlarına kıyacak kadar kavgaya tutuşup ölüme koşan çiftler merak ediyorum bu hayat sadece kendilerinden mi ibaret? Anne-baba ve çocukları bu işin neresinde? Kendilerinin mutluluğunu görmek istemenin ötesinde hiçbir beklentisi olmayan anne ve babalarını da mı düşünmüyorlar? Bu kadar mı bencilleşti bizim insanımız/çiftlerimiz? Hayatı bu şekil kendilerine ve ailelerine zehir edeceklerine “dinin yarısı denen evliliğe” hiç adım atmasalar daha iyi olur. Çünkü boy ve bosları, yaşları büyüse de sorumluluklarını taşıyacak yaşta değiller. Yok illa evleneceklerse ilk önce büyümeleri gerekiyor. 

** 04/11/2018 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.