30 Eylül 2018 Pazar

Ekonomiye Yabancı Danışman ***


Ekonomik darboğazdan kurtulmak amacıyla açıklanan Yeni Ekonomik Program(YEP) gereği kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi 20 Eylül itibariyle görevine başladı. Ofis’in görevi “önümüzdeki dönemde atılacak adımları ve tasarrufları takip etmek” şeklinde açıklandı. Bünyesinde 16 bakanlığın temsilcisinin olacağı Ofis, kurumlarda plan doğrultusunda atılacak adımları denetleme görevini yapacak. Ofis sayesinde 76 milyar liralık bir tasarrufun sağlanması hedeflenmektedir.


Tasarruf yapmak için bir ofise ihtiyaç var mıydı bilmiyorum. Bu Ofis tasarruf yaptırabilecek mi bundan da emin değilim. Çünkü çiçeği burnunda yeni kurulmuş bir yapı. İşlevini gördükçe faydalı olup olmayacağını göreceğiz. Devletin malını deniz gören öyle kurumlarımız vardır ki bunların kemerlerini sıkabilecek mi? Çünkü bu kurumlar bir babanın hayırsız evladı gibi kamu malını har vurup harman savurdu bugüne kadar. Kitabına uydurarak gerekli gereksiz icraat, faaliyet yapmaya alışmış bu kurumlarımız ayaklarını yorganlarına göre uzatıp bir hesap kitap yapabilecek mi? Ki bunlar israf etmeyi bugüne kadar bir alışkanlık haline getirdiler. Hepiniz biliyorsunuz ki alışmış kudurmuştan beterdir. Hasılı bu Ofis kimin, nereye, ne için harcayacağını denetleyecekse, ya da bu yaptığın gerekli mi diye bir hesap soracaksa savurgan kurumlarımızın işi yaş. Çünkü bu Ofis savurganların elini-kolunu bağlayacak. Temenni ederim ki bu Ofis başarılı olsun. Şayet başarılı olamazsa denetleme amacıyla bu Ofis’in bünyesinde istihdam edilecek kişilerin maaşları hazineye artı bir yük getirmiş olur.


Bence tasarruf yapmak için bir Ofis’e gerek yoktu. Sadece kamu adına iş yapanlara “Bu para benim param olsaydı bu parayı buraya yatırır mıydım” bilinci verilse yeterdi. Kendi parasını harcarken yoğurdu üfleyerek yiyenlerin iş devletin kasasına gelince yatırımlarda bonkör davranmaya devam ederse Ofis’in başarılı olması zor.


Diyelim ki kurumlarımızı hizaya getirmek, kurumlarımıza tasarruf bilincini yerleştirmek amacıyla bu Ofis’e ihtiyaç duyuldu. Eyvallah! Denemekte fayda var. Burada garip olan bu Ofis’in ABD’nin “Uluslararası Yönetim Şirketi” olan McKinsey ile birlikte işbirliği yapacak olması. Yani bu şirket Türkiye ekonomisine danışmanlık yapacak. Hazine ve Maliye Bakanının açıklamasına göre bize danışmanlık yapacak bu şirketin hiçbir icra fonksiyonu olmayacakmış.


ABD’li şirketle danışmanlık anlaşması yapan yetkililerimizin en azından benim bilmediğim bir bildiği olmalı. Belki yapılması gereken budur, bilmiyorum. Ekonomiden anlamadığım gibi maalesef bu danışmanlık işinden de benim kalın kafam bir şey anlamadı. Hem diyoruz ki ekonomimizin bu hale getirilmesinde ABD’nin ekonomimize açtığı savaşın payı büyük, hem de gidip ABD’li bir şirkete “Gel arkadaş, ekonomimizi düze çıkarmak için bize danışmanlık yap diyoruz. Bir çelişki var gibi geldi bana.  Şayet ekonomimizin bir danışman şirketine ihtiyacı varsa bu dünyada kala kala ABD’li bir şirketle mi anlaşacaktık? Bu dünyada bu işi profesyonelce yapan bir başka şirket yok muydu? Keşke tercih konusunda alternatifler düşünülseydi daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Yine benim garibime giden bu ülkede bulunan 206 üniversitenin çoğunda işletme, iktisat ve maliye gibi bölümler var. Her yıl binlerce öğrenci mezun ediyor. Bu fakültelerde kelli-felli akademisyenlerimiz var. Kendi akademisyenlerimizden seçeceğimiz kişiler bu Ofis’e danışmanlık yapamaz mıydı? Yoksa bizdekiler yetersiz mi? Madem bir ülkenin danışmanlığı son aylarda kanlı bıçaklı olduğumuz bir ülkenin şirketine verilecekse, bu şirket bize akıl verip yol gösterecekse o zaman bu kadar iktisatçı, işletmeci ve maliyeci akademisyeni niçin tutuyoruz üniversitelerimizde?


Türkiye üzerinde oynanan oyunlar çok. Bunu milletçe biliyoruz. Umarım ekonomimize danışmanlık yapacak olan bu şirket oyun içinde oyunun bir aktörü olmaz. Şayet öyle olursa bizi bu oyunun figürü oluruz. Umarım ekonomimize danışmanlık yapacak bu şirket vasıtasıyla yetkililer basiret ve ferasetlerini göstermiş olup akıllıca hareket etmiş olurlar. Anlayamadığım için bu danışmanlık hizmetine bir soru işareti bırakıyorum. 30/09/2018

*** 04/10/2018 günü  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



29 Eylül 2018 Cumartesi

Sınavlarımızda Hafızanın Gücü Ölçülmeyecekmiş! *


Milli Eğitim Bakanı Ziya SELÇUK, 15 Ekim’de açıklayacağı vizyon belgesinin ipuçlarını verdi bir açıklamasında: “...sınavda çocuğa sorulan soruda bilgi mi lazım biz onu zaten sorunun içinde vereceğiz. Formül mü lazım formül ezberlemesi gerekmiyor, sorunun içinde formül budur diye vereceğiz. Dolayısıyla zaten kitabı açıp bulabileceği bir şeyi, ona senin hafızan güçlü mü bakayım diye bir sınav düşünmüyoruz. Bizim düşündüğümüz şey sayısalda bu formüllerle ilgili söylediğim gibi sözelde de okuduğunu anlama, yorum kabiliyetiyle ilgili konular. O yüzden de bu tür sorular, öğrenme ve öğretme sürecini de dönüştürecek.” Bakan kısaca LGS’de ezbere dayalı sorular azaltılacak, hatta olmayacak; öğrenmeye dayalı sorulara artacak diyor.


Bakan’ın dediğinden benim anladığım öğrenci sınav esnasında neye ihtiyaç duyarsa onu metinde bulabilecek. Bilgi de metinde, formül de metinde. Öğrenciden istenen okuduğunu anlama ve yorum kabiliyetini ortaya koymadır. Sınavlarda hafızanın gücü veya hafızada neler olup olmadığı istenmeyecek. Sanırım Sayın Bakan da zaman zaman dillendirilen “ezbere eğitim, ezberci eğitim” eleştirilerinden etkilenmişe benziyor. Nedense son yıllarda eğitim ve öğretim adına ağzını açan ezberci eğitimden dert yanıyor. Çoğu kimse ezberciliği eğitim ve öğretimimizin önündeki en büyük engel olarak görüyor.


Öğrencilerimizin ve büyüklerimizin anlama, okuduğunu anlama sorunu var mı? Var elbet! Elbette yorum yapabilme yeteneğini ortaya çıkaracak sorular olmalı, okuduğunu anlayıp anlayamadığı test edilmeli. Bunun için hafızadaki bilgiye savaş açmak mı gerekiyor? Sonra ne zararı var belleğimizde bilgi kırıntıları olursa? Güçlü bir hafıza yaşayan tarihtir. Dünü bugüne, bugünü yarına taşır.

Soruyu-cevabı ve formülü sorunun içinde vermek, dört veya beş seçenekli cevabın içine doğruyu gizlemek bana göre hazıra konmak gibi bir şey. Çocuğum! Aradığın her şey burada! Başka bir çıkış düşünme! Haydi ara-bul demek bir nevi kopyadır. Çocuğun hayal gücünü yok etmedir. Halbuki bu ülkenin gelişmesi ve yeni bir şeylerin üretilmesi için hayal gücüne ihtiyacımız var. Sonra yaşadığımız hayat tamamen merkezi sınavlardan ibaret değildir ki! Bu çocuk hayatın içine girdiği zaman kendisine bir soru sorulduğunda bana formülü verin, size bu soruyu yapayım mı diyecek? Ya da bu metnin içinde aradığım bilgi yok. Bilgiyi koyun ben o bilgiyi bulayım mı diyecek?

Tüm bu yazıp çizdiklerimden “Sen ezberci eğitim istiyorsun” anlamı umarım çıkarılmaz. Zira öyle bir maksadım yok. Öyle sınav soruları hazırlamalıyız ki çocuğu her yönden ölçen sorular olsun sınavlarda. Hafızasından olmazsa olmaz bazı bilgileri de isteyelim; metnin içinden bilgiye ulaşabilmeyi, okuduğunu anlayıp anlayamadığını da ölçelim. Unutmayalım ki birikim, tecrübe yazılı metinlerde değildir, hafızadadır. Zira hafızalar bizim geleceğimizdir. Ancak bilgi ile donatılmış hafızalar geleceğimize ışık tutar. Hafızadaki bilgi hiçbir işe yaramazsa bile -en azından- daha erken yaşta bunamamızın önüne geçer. Bana göre dolu olmayan hafıza boş teneke gibidir.
Sayın Bakanın LGS’de çıkacak soru türleri konusunda görüşünü yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. 29/09/2018

* 01/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Ders Kitaplarındaki Müsrifliğimiz ***

Ekonomimizde meydana gelen sıkıntı şu ya da bu şekilde her birimizi etkiledi, belli bir süre daha etkilemeye devam edecek. İnşallah bu sıkıntı uzun sürmez.

Hükümet ayağını yorganına uzatacak şekilde tedbirler almaya başladı. Yapacağı yatırımları yeniden gözden geçirdi. Öncelikli olmayan yatırımları öteledi. Tasarruf tedbirlerini uygulamaya koydu. Başka da çaresi yoktu zaten.

Hükümet birçok alanda kesintiye giderken nedense en büyük israflarımızdan olan ücretsiz ders kitabı dağıtımından ne vazgeçti, ne de kesintiye gitti. 2003-2004 öğretim yılından itibaren ilköğretimlere, 2006-2007 öğretim yılından itibaren ise liselere gönderilen ders kitaplarını ücretsiz göndermeye devam ediyor. Çünkü bir devlet politikası oldu artık.

Sosyal devlet anlayışı çerçevesinde devlet sadece fakir ve ihtiyaç sahibi ailelerin kitaplarını karşılaması gerekirken zengin-fakir demeden her öğrencinin kitabını karşılama yolunu seçti. Haydi eşitlikçi bir anlayışla herkesin ders kitabı ihtiyacını karşılaması gerekir diyelim. Niçin dağıtılan kitaplar sene sonunda geri toplanıp ertesi yıl yeniden kullandırılma yoluna gidilmiyor? Halbuki zamanın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, ücretsiz ders kitabı ile ilgili açıklama yaptığında "Öğrenciye kitabı yıl sonunda geri almak üzere ödünç vereceğiz" demişti. Maalesef dediğiyle kaldı. Ödünç verme işi hiç uygulanmadı. Yılsonunda kitaplar ya öğrencide kaldı ya da geri getirilen az sayıdaki kitap geri dönüşüme gönderildi. Devlet her yıl kitap bastırma yolunu seçti. Keşke aynı kitap olsa yine gam yemeyeceğim. Ders kitabının üzerinde "Bu kitap TTKB tarafından  okullarda beş yıllığına ders kitabı olarak okutulması tavsiye edilmiştir" yazmasına rağmen aynı kitap okunması için ikinci yıl okullara gönderilmemiştir. Yerine başka kitaplar yazdırılıp gönderilmiştir.

Devletin bu ücretsiz kitap dağıtımını bir devlet politikası haline getirmesinden ve ödünç verme işine başvurmamasından sanırsınız ki bu devlet ekonomik yönden çok zengin, parayı harcayacak yer arıyor. Nerde? Keşke öyle olsa! Ya da kitabın ham maddesi olan kağıt bu ülkenin öz sermayesi de devlet milli sanayinin kalkınması için yerli sanayimize destek veriyor. Maalesef bu da değil. Müfredat değişmemiş, konular aynı, ama neredeyse her yıl yazarları değişiyor sadece.

Merak ediyorum bu ülke Almanya’dan daha zengin de bizim haberimiz mi yok? Geçen gün sosyal medyada bir paylaşım gördüm. “Almanya’nın Köln şehrinde bir ortaokul kitabı okul tarafından öğrencilere ödünç veriliyor. Alınan kitap sene sonunda geri verilmek zorunda. Kitabı ödünç alan kişi 12.sahibiyiz” diye paylaşmış. 12 yıl demek bu kitap en az 12 öğretim yılı tedavülde ve halen kullanılıyor. Demek ki ne kitap değişmiş, ne de müfredat. Aynı kitaptan şu ana kadar 12 öğrenci faydalanmış. Şimdi bir düşünün bizde 12 yıl bir kitap okutulur mu? Ya da 12 yıl öncesinde okutulan bir kitabı kırtasiye tereklerinde ve okulların depolarında görebilir miyiz? Bizim en iyi yaptığımız kullanmadığımız fazla yeni kitapları geri dönüşüme göndermek. Bizde bırakın bir kitabı 12 yıl kullanmayı, biz yeni çıkmış taze ders kitaplarını mı bile beğenmiyoruz, yeterli görmüyoruz. Yardımcı kaynaklarla ayakta durmaya çalışıyoruz.

Şimdi soralım, Hristiyan Almanya mı daha müsrif yoksa Müslüman biz mi? Herhalde cevabımız biz olur. Onların mı tasarrufa ihtiyacı var, yoksa bizim mi? Bugünkü Almanya’nın ve bizim ekonomik durumumuz göz önüne alınırsa Almanya’nın tasarruf etmesi mubah ise bizim tasarruf etmemiz farzı ayındır. Pekiyi tüm bu yaptığımız bizim inancımıza yakışıyor mu? Halbuki biz “Akan bir nehrin kenarında bile olsan, normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur” diye uyaran bir dinin müntesibiyiz. “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” diyen bir kitaba amenna ve saddekna diyoruz. Demek ki icraata dönmeyen bir dil ve din anlayışı var bizde. Sözün özü aalesef müsriflik paçamızdan akıyor.

Bence Türkiye ne yapıp ne edip okullara verilen ücretsiz ders kitapları konusunda ödünç verme sistemini hayata geçirmelidir. Hem de hemen! 29/09/2018


*** 02/10/2018 günü  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.