25 Eylül 2018 Salı

Çabuk Öğrenilen Bilgiler Çabuk Unutulur


Pazar günü bir veli toplantısına katıldım. Kısa bir tanışma faslından sonra sınıf rehber öğretmeni ders takip konusunda bir yıl boyunca yapılması gerekenleri açıkladı. Okulun rehber öğretmeni de 60 gün boyunca ders çalışmaya odaklanan bir öğrenci ders çalışmayı alışkanlık haline getireceğini, bunun için ilk 60 günün önemli olduğunu, şayet bunu başarırsa düzenli ders çalışmayı bırakamayacağını söyledi. Dilek ve temenniler kısmında kendisinin de öğretmen olduğunu söyleyen bir veli söz aldı: “Öğretmenlerin akıllı tahtayı fazla kullanmaması gerektiğini, öğretmen için bu materyal zaman kazanma, fazla soru çözme gibi kolaylıkları olsa da öğrenciler için ağırlıklı olarak kara tahtanın kullanılmasının daha iyi olacağını belirtti. Sınıf rehber öğretmeni de “Kendisinin de akıllı tahtayı sık kullandığını, aynı anda hem soru, hem de cevabı tahtaya yansıtabildiğini, şekillerle konuyu anlatabildiğini, dersi daha verimli işlediğini açıkladı.

Toplantı biter bitmez “Öğretmenlerin akıllı tahtayı fazla kullanmaması” gerektiğini söyleyen öğretmen velinin yanına giderek kendimi tanıttım. Sizi tebrik ederim. Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum dedim. Ardından birkaç kelam ettikten sonra yanından ayrıldım. Giderken bizim gibi düşünenin sayısı az olsa da birkaç kişi varız dedim içimden.

Akıllı tahtanın fazla kullanılmaması konusundaki düşünceme katılmayabilir ve eleştirebilirsiniz. Siz haklı olarak beni eleştirmeye devam edin, ama asmadan önce niçin böyle düşündüğümü açıklamama fırsat verin.

Akıllı tahta diğer adıyla etkileşimli tahta faydalı olmaya çok faydalı. Hem eskinin yazı tahtası görevini yerine getiriyor, hem de bilginin her türlüsüne birden ulaşabildiğimiz bir ders materyalidir. Yeri geldiği zaman televizyon işlevi görüyor, yeri geldiği zaman video izlenebilen bir aygıt oluyor, yeri geldiği zaman bir bilgisayar oluyor. İnternete erişim elinin altında. MEB’in yasaklamadığı sitelerin çoğuna girilebiliyor. Öğrencilere EBA adı verilen “Eğitim Bilişim Ağı” vasıtasıyla ödev verilebiliyor, buradan yapılan ödevleri kontrol edilebiliyor. Öğretmen daha önceden hazırlamış olduğu ders materyalini taşınabilir bellek vasıtasıyla akıllı tahtadan yansıtabiliyor. Öğretmen dersini daha çabuk verebiliyor, zamanı daha verimli kullanabiliyor. Yazıp çizme işi olmadığı için öğretmen bir derste konuyla ilgili daha fazla problem çözebiliyor ve örnek verebiliyor. Akıllı tahtayı kapattığın zaman akıllı tahta, üzerinde tahta kalemle yazı yazabileceğin bir yazı tahtası oluyor. Yani bilgiye ulaşımda sınır yok. Daha çabuk öğrenilebiliyor, bilgiye daha kolay ulaşılabiliyor. Dünya ayağına geliyor. Burada akıllı tahtanın sınırsız faydalarından bir kısmını zikretmeye çalıştım.

Akıllı tahta ile ilgili bir kısmını saydığım faydalarını görünce aklından zorun mu var be adam! Daha ne istiyorsun diyebilirsiniz. Benim öğretim anlayışıma göre hazmede hazmede öğrenilen bilgiler kolay kolay unutulmuyor. Akıllı tahta vasıtasıyla birden ulaşılabilen bilgiler daha çabuk unutuluyor. Âcizane bugün bilgiye ulaşmada sınır yok. Çok çeşitli ulaşım ve öğrenme yolları var. Fakat sorunumuz öğrenilen bilgilerin birden uçup gittiğini görüyoruz. Çünkü zorlanmadan, hazmedilmeden çabuk öğrenilen bilgiler çabuk unutulur. Zorla öğrenilen bilgi ise daha geç unutuluyor. Kanaatime göre kara tahtada öğretmenin yazıp yazıp sildiği, öğrencinin yazabilmek için zamanla yarıştığı bir ders ortamında belki fazla örnek verilmez, belki zor öğrenilir ama akılda kalıcı olur. Akıllı tahtanın en olumsuz yönü bana göre maalesef bu. Bir diğer olumsuz yönü ise akıllı tahta bilgisayar ekranı gibidir. Ekranı çok kullanırsan hem gözü yorar, hem de zihni.

Kolayımızı gidiyor diye sadece akıllı tahtadan ders işlemek bilginin kalıcı olmasının önündeki en büyük engeldir. Sonuç olarak akıllı tahtayı kullanalım, onun nimetlerinden faydalanalım ama yerinde, zamanında ve yeterince kullanmak şartıyla.



24 Eylül 2018 Pazartesi

"Tanışma Etkinliği"

Sabah 09.00 ila 13.00 arası 10 gün sürecek "Terör vb. durumlardan etkilenmiş çocukların eğitimi" ile ilgili bir kursa isteğim dışında alındım. İstek dışı da olsa görev görevdir, zira emir demiri keser deyip saat 09.00'da çok amaçlı salonda yerimizi aldık. Benimle beraber 25 kadar kişiyiz. İçimizde 27 yaşından 60 yaşına kadar kursiyer var. 

09.00'u 10 geçe sahneye biri çıktı. Hocamız bu olsa gerek dedik. Bize "Arkadaşlar! Salonda adım atmadığınız yer kalmayacak, kalkıp her yeri dolaşacaksınız" dedi. Ne oluyor dercesine birbirimizin yüzüne baktık. Birkaç kişi hapishanedeki mahkûmların  volta attığı gibi gidip gelmeye başladı. Ama birkaç kişiyle olmazdı hocamıza göre. Yerinde oturanları da kaldırttı ve yürüttü. Mesleğinin duayeni bilge bir kişiyi oturduğu yerden kaldırmak için azim-gayret ve inatla uğraştı hocamız. İkisi de direndi: Biri kaldırmak, öbürü de kalkmamak için. Sonunda kazanan Bilge Babaanne oldu ama isminin alınmasına mani olamadı. Çünkü hocamız adını aldı. Kime verecek bilmiyorum. İl ve ilçe milli eğitime mi verir, yoksa bizim okul müdürüne mi verir, ya da kurs bitimi kurstan geçer not mu vermez göreceğiz. Kokusu yakında çıkar. Belki de hiçbir şey yapmayacak, Bilge öğretmenin ismini alırken kızım sana söylüyorum, oğlum sen kendine dikkat et demek istedi. Sanırım beni kastetti oğlum yaşındaki hocamız.

Neyse biz işi yazıya boğmayalım. Adı üzerinde etkinlik yapacağız. Çocuğumuz yaşındaki biriyle yüz-göz olmayalım, birkaç gider gelir biter dedik. Ama nafile! Yürüyüşe devam. Gidip gidip geldik.

Az sonra hocamızın ikinci emri yankılandı salonda. Gelip geçerken selam verecektik birbirimize. Canımıza minnet! Oldu olacak selam da veririz dedik. Zira selam vermede sorun yoktu. "Selamün aleyküm, iyi günler, günaydın" dedik. Yetmedi. Zira başımızla da selam vermemiz gerekiyormuş. Buna da tamam dedik. Salladık başımızı. Çünkü kültürümüzde yeri var ne de olsa. Biz tamam dedikçe hocamız galeyana geldi. Yetmez. "Şimdi de el kaldırarak selamlaşacaksınız" dedi. Öyle bir el kaldırarak selam verdi ki sanki muhatabın yüzünü cırmalayacak gibi. Eh bu da olur dedik. Zira bu şekilde verenler de vardı selamı. Kimsenin yüzüne cırmık atmayız ama en azından elimizi kaldırırız dedik. Bizdeki gönülsüz isteği gören hoca, hızını alamadı. Bu sefer "Ayaklarınızla selam vereceksiniz" dedi. Dilimizle verdik, başımızı salladık, elimizi kaldırdık... Oldu olacak bir de ayağımızı kaldıralım, demek ki ayakla selam verme de varmış dedik. Birbirimize ayak salladık bir süre. Başka sallayacak uzvumuz kalmayınca nihayet sandalyemize oturduk. 

Oturduk ama hoca bu. İstediğini yapar. Sandalyeye oturtmamaya azmetmiş hoca bizi tekrar kaldırdı. Şimdi istemediğiniz biriyle karşılaşınca ne yaparsınız etkinliğini yaptırdı. Kafamızı çevirip geçtik rol gereği. Ardından görmeyi çok arzuladığınız biriyle karşılaşınca nasıl davranırsınız, haydi birbirinize sarılın dedi. Yapmadığımız bir bu kalmıştı, onu da yaptık.

Tüm bu işler yapılırken kimi kızdı, kimi içine kapandı, kimi patladı, kimi çekti gitti, kimi olmaz böyle dedi, kimi yerim dar dese de yürüdü; birbirini selamladı, kimi yerinden kıpırdamadı, kiminin siniri yüzüne vurdu, kimi de oldu olacak top oynayalım bari deyip orta yere bir top saldı. İradesi dışında ortaya atılan topa hemen tepki gösterdi hocamız ve topu kaldırttı. Sonunda kan akmadan, daha büyük bir tartışma çıkmadan bu etkinlik sona erdi.

Etkinlik sona erdi ama herkesin yüzündeki moral bozukluğu duruyordu. Millet patladı patlayacak. Kursiyerlerden biri gidişat iyi olmayacak, müdahale edilsin diye okul idaresine telefon etmiş kaşla göz arasında. Halbuki hocamız rahattı. Gelen idareci de "Bu konuda valilik oluru var, bunlar yapılacak, birbirimizi kırıp dökmeyelim, hepimiz yaşını-başını almış kişileriz" dedi. Çekti gitti. Biz yine herkese nasip olmayan hocamızla kaldık. 

Yaptığımız tüm bu etkinliklerin adı "Tanışma etkinliği" imiş çokbilmiş hocamızın dediğine göre. Kaç yıldır tanıdığımız arkadaşlarımızı bu vesileyle tekrar tanıdık ama bize kurs vermeye geleni tanımıyorduk. Ne biz sorduk kimsin, necisin, in misin, cin misin diye. Ne de o “benim adım şu” dedi. Biz soramazdık. Çünkü gelir gelmez ayağa kaldırıp yürütmeye başlattı bizi.

Nihayet hocamız adını-soyadını ve Ram'dan geldiğini söyledi. Herhalde önden biri adınızı söyleyin bari demiş olmalı ki adını ve soyadını söyledikten sonra "tamam mı" dedi. Sanırım tanışma etkinliğinde adını da söylemeyecekti, belki de kurs boyunca adını söylememeye yeminliydi.

Bir saat sonra adını lütfeden hocamızın adını duyunca isminden hareketle ailesinin istenmeyen en son çocuğu olsa gerek dedim. Tıpkı bizim istemediğimiz gibi. Çünkü bir, iki, üç, çocuk arka arkaya gelince bazı aileler bu son, yeter artık anlamına gelen “Yeter, Songül, Soner” vb isimler verirler en son çocuklarına. Aslında bizim kendisiyle bir sorunumuz yok. Bizi MEB zorunlu olarak kursa aldı, onu da istekli veya isteksiz görevlendirdi. Ama damarımıza damarımıza bastığına göre bu kursu vermeye çok iştahlı gördüm kendisini.

Birinci etkinlik sona erer ermez biraz nefeslenelim demeye kalmadan ayağa kalkın çember oluşturun dedi hocamız. Oluşturduk. Ardından alfabetik sıraya göre sıraya geçin dedi. Geçtik. Sonra ilk kişiden başlayarak “Kendine bir sıfat ekle, adını söyle” dedi. İlk şanslı kişi kendine bir sıfat (lakap da diyebiliriz buna) bulacak, sonra adını söyleyecekti. (Nedense lakabı başkası verir normalde. Biz kendimize bir lakap bulacaktık) Sonraki gelen ise önceki sıfat ve ismini söyleyenlerin de sıfat ve isimlerini söyleyecek ve kendi sıfat ve ismini söyleyerek bayrağı kendinden sonrakine devredecekti. Alfabetik sıraya göre önde olanlar şanslıydı. Malumunuz ismim “R” ile başladığı için sonlara yakındım. Bir an için soyadı baz alalım diyecektim. Soyadımın “Y” ile başladığını düşününce baktım sona kalıp dona kalmak da vardı. Çünkü işin ucunda kendimden önceki tüm kursiyerlerin sıfat ve isimlerini zikredecektim. Buna da şükür dedim. Askerdekilerin komut vermesi gibi başladı herkes komut vermeye. Sonunda birlikte kaç yıllardır çalıştığımız arkadaşlarla -birbirimize kopya vererek- yeniden tanıştık. Okula ilk tayinimizde yapılmayan tanışma faslını “RAM”dan gelen yaptırdı. Sağ olsun!

Şükür bu işkence de sona erdi derken tekrar ayağa kaldırdı bizi. Tekrar çember oluşturun dedi. Getirdiği mavi şeridi makarasından çekerek herkes şeritten sabit bir şekilde tutsun. Şimdi gözlerinizi kapatın, kimse gözünü açmadan kare oluşturacaksınız dedi. Kareyi bilirim bilmesine de göz kapalı nasıl yapacaktık bunu. Sonunda “Ramazan Hocam! Az geriye, az öne” derken gözlerimizi açtığımızda bir kare oluşturmuştuk. Nasıl oldu anlayamadım ama bana seslendiklerine göre sanırım bazıları gözünü açtı. Belki de benden başka herkes açtı- kapattı. Ben açmadım, daha doğrusu açamadım. İşin ucunda gözünü açtın, cezalısın, adını söyle, seni milli eğitime vereceğim veya kaldır ayağını tek ayak üzerine dur, demek de vardı. Yapar mıydı yapardı. Sakın abartıyorsun falan demeyin. Çünkü her türlü hareketi yapacak/yaptırabilecek bir görüntü verdi bana. Her şeye itiraz eden Ramazan kuzu gibiydi anlayacağınız. Zira sinmiştim.

İlk günün son demlerinde bir metin okuttu. “Sınıfa girildiğinde dersten kopmuş öğrencilerden örnekler veren” bir metindi. Her bir öğrencinin farklı farklı durumu göze batıyordu metinde. Bu durumda ne yapılmalıydı? Söz alıp katkıda bulunmak isteyen öğretmene “Ayağa kalk” dedi. Öğretmenimiz hemen ayağa kalktı. Bu fasılda yine hanım kursiyerler konuştu. Sınıf yönetimine örnekler verdiler. Erkek öğretmenler tıpkı sınıflarındaki erkek öğrenciler gibi dinler gibi yaptı, tabii ben de.

Sonunda kurs hocamızın “Bugünkü programımız burada sona erdi. Yarın şu saatte burada olalım” sözüyle sabah 09.00’da başlayan ilk günün kâbusu sona erdi. Geriye dokuz gün kaldı. Umarım geriye kalan dokuz günde bize bu yaştan sonra dokuz doğurtmaz hocamız.

Niyetim burada kursu, kurs vereni eleştirmek değil. Zoraki alındığımız bu kursa bu şekilde başlanmamalıydı. Çünkü hocamız bizi ilk günden gerdi. Biz gerildikçe üstümüze üstümüze geldi. Biz gerildik, o dört köşe oldu. Zira hiç istifini bozmadı ve geri adım atmadı. Pes doğrusu! Güya biz sınıf yönetiminde karşılaştığımız sorunlarla nasıl başa çıkacağız sorusuna cevap bulmaya çalıştık ilk günde. Hocamız diğer günler nasıl olur bilmem ama ilk gün benden geçer not alamadı. Sanırım o da bana geçer not vermemiştir.

Kursu veren bu hocamızın etkinliğe başlamadan önce kürsüye geçip önce kendini tanıtmasını, ardından “Arkadaşlar! Buraya istekli gelmediniz biliyorum, ama görev görevdir. Bu işi yapacağız. Biz bu on gün içerisinde bir program dahilinde şu şu etkinlikleri yapmak durumundayız” deseydi çok daha iyi olurdu. Keşke bize ders vermeden, etkinlik yaptırmadan önce birkaç öğretmenin dersine öğrenci gibi girip öğretmenlerimizin ilk derslerini nasıl yaptıklarını bir görseydi öyle zannediyorum bizi bugün germezdi. Umarım geriye kalan dokuz gün bugünü aratmaz. Zira aratırsa okul okul olalı böyle eziyet görmemiş olur… Bakarsınız hocamızla dost oluruz kursun bitiminde. Çünkü bazı dostluklar kavgayla başlarmış.

Yazımı uzattım biliyorum. Ama dertliyim, içimi boşaltmam lazımdı. Sanırım sabrımızı ölçtü hocamız ilk gün. Diğer günlerde bize daha ölçülü davranacak. Yazımın sonunda “Terörden etkilenmiş çocuklara yardım etmek, onlara rehberlik yapmak” amacıyla açılan bu kursta sabah sabah bize terör estiren hocamıza, bu kursu bu hocamıza veren yetkililere, bu kursu icat eden ve açanlara şükranlarımı sunmayı bir görev bilirim. İyi ki varlar!

Not: Kursun bitiminde eve de gitmedim. Evliya Çelebi parkında pinekledim durdum. Öğleden sonraki dersimi bekledim. Tam okula girerken baktım öğrencileri alan müdür yardımcısı merdivenin başında bekliyor. Garibime bir selam vereyim, sevinsin dedim. Ayağımı kaldırdım. Ne yapıyorsun dedi. Selam veriyorum dedim. Gördüğünüz gibi hocamızın emekleri boşa gitmedi. İlk uygulamayı ben başlattım. Umarım bağımlılık yapmaz. 

23 Eylül 2018 Pazar

Okuldan İlk Hafta İzlenimlerim


Beşinci sınıf bir öğrencinin saçları dikkatimi çekti. Saçları ikiye ayrılmış. Biraz da kıvırcık saçlı. Saçının büyüklüğünden kafanın büyüklüğü iki katına çıkmış. "Vah zavallı! Bu büyük kafayı nasıl taşıyor, zorlanıyor olmalı dedim içimden.

Yanına varıp adını sordum. Aramızda şu konuşma geçti:
--Çocuğum! Büyük saç sana yakışmış. Ama bu saçın bakımı zor olur. Kışın kolay kolay kurutamazsın. Kış bastırmadan saçını kestirmende fayda var. Islak saçla çıkınca hastalanabilirsin. Saçlarını çabuk dökersin. Sana kısa saç da güzel yakışır. Kestirmeyi düşünmez misin? Bu şekil büyük saça ailen bir şey demiyor mu?
--Babam kestir, annemse kestirme diyor.
--Baban ne iş yapıyor?
--Babam asker!
(İçimden askere her türlü emir veren ve emri ikiletilmeyen askerin evde sözü geçmiyor dedim. Kadınların her yerde sözü geçiyor.)
***
Yine beşinci sınıf bir sınıfa girdim. İlk derste hangi konuları göreceğimizden bahsettim. Ardından yıl boyunca karşılaşacağımız kısaltmaları gösterdim. Kısaltmalardan bir tanesi de Arapça oğlu/kızı anlamına gelen bin/binti (b.) kısaltmasını anlatmaya başladım. Akılda kalsın diye Muhammed b. Abdullah (Abdullah’ın oğlu Muhammed), Ali b. Ebu Talip (Ebu Talibin oğlu Ali” şeklinde örnekler verdim. İyice pekişsin diye öğrenci üzerinden örnek vermek istedim. Önce çocuğun adını sordum, ardından babasının adını sordum. Adını söyleyen çocuktan babasının adını söylemesini beklerken “Annem ile babam ayrı” cevabı aldım.

Çocuğa soru sorduğuma pişman oldum. Keşke sormasaydım dedim. Halbuki çocuğa anne-baba birlikte mi yaşıyorsunuz diye bir soru sormamıştım. Zaten sormam böyle bir soruyu. Kolay kolay annen ne iş yapıyor, baban nerede çalışıyor diye bir soru da sormam. Demek ki çocuğun bilinçaltına yerleşmiş maalesef. Kaç çocuk bu durumu yaşıyor, varın siz düşünün.
***
Dersim beşlerden bir sınıfa yine. Benden önce sınıf yoklamasını yapan öğretmenin devamsız öğrenci sayısıyla sınıf mevcudunun uyuşmadığını görünce baştan yoklama yapmaya karar verdim. Tek tek isimleri okumaya başladım. Okuduğum öğrenci “buradayım” dedi. Birkaç tane olmayanı tespit ettim. Bir isim daha okudum, ses yok. Ardından sınıftan birkaç kişi “O arkadaş burada. Konuşamaz o” dedi. Konuşamayan öğrenciye baktım. Benim konuştuğumu anlıyor musun kızım dedim. “Evet” anlamında başını salladı. Gel benimle dedim koridora çıktım. Arkamdan öğrenci geldi. “Konuştuğumu duyduğuna ve anladığına göre sen konuşuyorsun” dedim. Evet dedi. Evde konuşuyor musun dedim. Yine evet dedi. O zaman niçin konuşmuyorsun dedim. “Burada konuşmak istemiyorum” dedi. Bugün okul açılalı dört gün oldu, sınıfından kimseyle konuşmadın mı dedim. Evet dedi.
Anladığım kadarıyla ya sınıftan çekiniyor. Zamanla alışacak. Ya da farklı bir insan profiliyle karşı karşıyayız. Merak ediyorum bu öğrenci kaçıncı hafta konuşmaya başlayacak?
***
Beşinci sınıflarda gördüğüm bir şey var. Sınıfta olup biten hiçbir şey kim vurduya gitmiyor. Şayet bir yaramazlık yapılmışsa kaç gönüllü öğrenci birden kimin yaptığı ayan beyan söyleniyor.
Devlet MİT’e eleman seçiminde beşinci sınıflardan faydalansa çok iyi olur diyorum. Böylece hiçbir olay faili meçhul kalmaz.