23 Eylül 2018 Pazar

Okuldan İlk Hafta İzlenimlerim


Beşinci sınıf bir öğrencinin saçları dikkatimi çekti. Saçları ikiye ayrılmış. Biraz da kıvırcık saçlı. Saçının büyüklüğünden kafanın büyüklüğü iki katına çıkmış. "Vah zavallı! Bu büyük kafayı nasıl taşıyor, zorlanıyor olmalı dedim içimden.

Yanına varıp adını sordum. Aramızda şu konuşma geçti:
--Çocuğum! Büyük saç sana yakışmış. Ama bu saçın bakımı zor olur. Kışın kolay kolay kurutamazsın. Kış bastırmadan saçını kestirmende fayda var. Islak saçla çıkınca hastalanabilirsin. Saçlarını çabuk dökersin. Sana kısa saç da güzel yakışır. Kestirmeyi düşünmez misin? Bu şekil büyük saça ailen bir şey demiyor mu?
--Babam kestir, annemse kestirme diyor.
--Baban ne iş yapıyor?
--Babam asker!
(İçimden askere her türlü emir veren ve emri ikiletilmeyen askerin evde sözü geçmiyor dedim. Kadınların her yerde sözü geçiyor.)
***
Yine beşinci sınıf bir sınıfa girdim. İlk derste hangi konuları göreceğimizden bahsettim. Ardından yıl boyunca karşılaşacağımız kısaltmaları gösterdim. Kısaltmalardan bir tanesi de Arapça oğlu/kızı anlamına gelen bin/binti (b.) kısaltmasını anlatmaya başladım. Akılda kalsın diye Muhammed b. Abdullah (Abdullah’ın oğlu Muhammed), Ali b. Ebu Talip (Ebu Talibin oğlu Ali” şeklinde örnekler verdim. İyice pekişsin diye öğrenci üzerinden örnek vermek istedim. Önce çocuğun adını sordum, ardından babasının adını sordum. Adını söyleyen çocuktan babasının adını söylemesini beklerken “Annem ile babam ayrı” cevabı aldım.

Çocuğa soru sorduğuma pişman oldum. Keşke sormasaydım dedim. Halbuki çocuğa anne-baba birlikte mi yaşıyorsunuz diye bir soru sormamıştım. Zaten sormam böyle bir soruyu. Kolay kolay annen ne iş yapıyor, baban nerede çalışıyor diye bir soru da sormam. Demek ki çocuğun bilinçaltına yerleşmiş maalesef. Kaç çocuk bu durumu yaşıyor, varın siz düşünün.
***
Dersim beşlerden bir sınıfa yine. Benden önce sınıf yoklamasını yapan öğretmenin devamsız öğrenci sayısıyla sınıf mevcudunun uyuşmadığını görünce baştan yoklama yapmaya karar verdim. Tek tek isimleri okumaya başladım. Okuduğum öğrenci “buradayım” dedi. Birkaç tane olmayanı tespit ettim. Bir isim daha okudum, ses yok. Ardından sınıftan birkaç kişi “O arkadaş burada. Konuşamaz o” dedi. Konuşamayan öğrenciye baktım. Benim konuştuğumu anlıyor musun kızım dedim. “Evet” anlamında başını salladı. Gel benimle dedim koridora çıktım. Arkamdan öğrenci geldi. “Konuştuğumu duyduğuna ve anladığına göre sen konuşuyorsun” dedim. Evet dedi. Evde konuşuyor musun dedim. Yine evet dedi. O zaman niçin konuşmuyorsun dedim. “Burada konuşmak istemiyorum” dedi. Bugün okul açılalı dört gün oldu, sınıfından kimseyle konuşmadın mı dedim. Evet dedi.
Anladığım kadarıyla ya sınıftan çekiniyor. Zamanla alışacak. Ya da farklı bir insan profiliyle karşı karşıyayız. Merak ediyorum bu öğrenci kaçıncı hafta konuşmaya başlayacak?
***
Beşinci sınıflarda gördüğüm bir şey var. Sınıfta olup biten hiçbir şey kim vurduya gitmiyor. Şayet bir yaramazlık yapılmışsa kaç gönüllü öğrenci birden kimin yaptığı ayan beyan söyleniyor.
Devlet MİT’e eleman seçiminde beşinci sınıflardan faydalansa çok iyi olur diyorum. Böylece hiçbir olay faili meçhul kalmaz.

1379 Yıllık Yas ***


Hicri takvime göre muharrem ayının 10.günü Müslümanlarca Aşure günü adıyla değişik etkinliklerle anılır. Çoğu ev, adını bugünden alan aşure yemeği yaparak komşularına dağıtır, arta kalanı eş ve dostuyla yer. 9.10.ve 11.gün oruç tutmak tavsiye edildiği için çoğu kimse bugünleri oruçlu geçirir. Evlerde annelerimiz tarafından yapılan aşure çorbası son yıllarda çarşı, pazara da sıçradı. Kurum, kuruluşlar, firmalar, okullar aşure pişirmek suretiyle bu geleneği devam ettirmektedir.

Muharremin 10.günü yani aşure günü Şiiler pişirilen aşurenin yanında bugünü matem havası içerisinde anmaktadır. Daha doğrusu matem havası falan değil, düpedüz yas tutuyorlar bugün. Çünkü Aşure günü aynı zamanda Kerbela günüdür. Peygamberimizin torunu Hz Hüseyin Muharrem'in 10.günü Kerbela'da Yezid'in askerleri tarafından 72 yakını ile birlikte hunharca katledilmiştir. Bundan dolayı Şiiler Hz Hüseyin ve yanındakilerin çektiği acıyı aynen çekmek amacıyla Muharrem'in 10.günü yas tutuyorlar. Milyonlarca Şii-Caferi bu etkinliklere katılmaktadır: Siyahlar giyilir, zincirlere vurulur. Kendi kendilerine yumruk atarlar, ağıtlar yakarlar. 1379 yıldır bu matemi devam ettirmektedirler. 

Kerbela olayı menfur bir olaydır. İslam dünyasının kanayan yarasıdır. Asla tasvip edilemez. Tüm İslam dünyası bu menfur olayda Hz Hüseyin'in yanında yer alır. Onu ve yanındakileri şehit edenleri lanetler. 

Aşure günü Caferilerin Hüseyin ve yakınlarının katledilmesinden duydukları üzüntüyü anlıyorum. Hüseyin ile ilgili anma programlarını da anlıyorum ve saygı duyuyorum. Onları ayıplamıyorum. Anlamadığım nokta yas tutmaları. Bir yas dile kolay 1379 yıl devam eder mi? Ölenle ölünmez biliyorsunuz. Sonra İslam'da ölenin ardından sessizce gözyaşı dökülür. Hatta İslam taziyeyi üç gün ile sınırlandırır. Asla matem tutulmaz. Siyaha bürünmenin, ağıt yakmanın, kendisine zincirle ve yumrukla vurmanın mantığını anlayabilmiş değilim. İslam'ın 3 gün ile sınırlandırdığı taziyeyi matem havasına büründürmek suretiyle 1379 yıldır devam ettirmeyi benim akıl ve havsalam almıyor. Anlamak istiyorum, anlayamıyorum. 

"Hüseyin ve arkadaşları normal ölmedi, katledildi. Biz bu acıyı içimizden atamadık. Bu acı babadan evlada devam edecek. Biz bu acıyı çekmeye devam edeceğiz. Bilmeyen bizi anlayamaz" derlerse aynı acı niçin diğer şehit edilenlere duyulmaz. Hz Ömer camide namaz kıldırırken, Hz Osman evinde Kur’an-ı Kerim okurken, Hz Hüseyin'in babası Hz Ali sabah namazına giderken şehit edildi. Görüleceği üzere üç halife normal ölmedi. Niçin Hüseyin'e gösterilen ilgi-alaka ve tutulan yas diğer Müslümanlara gösterilmez, aynı acı hissedilmez. Burada başka bir şey olsa gerek ama ne?

1379 yıldır devam eden bu matem geleneği bugünden yarına sona edeceğe benzemiyor. Sanırım bu tür matem havası içerisinde anmayı kıyamete kadar sürdürecekler. Yazımızı Erol GÖKA’nın 20/09/2018 günkü Yenişafak gazetesindeki köşesinde  “İslam’da Matem Var mı?” başlıklı makalesinden bir alıntıyla nihayete erdirelim: “İslam Peygamberi'nin (sav) “Ölü için yüksek sesle ağlamak, siyah elbise giymek, siyah perdeler ve rozetler, işaretler asmak caiz değildir” dediği, matemlerini gerekçe gösterip elbisesini yırtan ve bağırıp çağıran insanları kınadığı, ölü için yüksek sesle ağlamanın ölüye sıkıntı vereceğini bildirdiği doğrulanmış bilgilerdir.” 23/09/2018

*** 27/09/2018 günü  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Bir Askerin Gösterdiği Hassasiyeti Maalesef Bu İmam Gösterememiştir *

1990’lı yıllarda Nizip müftüsü olarak görev yapan Ahmet YILMAZ adında bir müftümüz vardı. Çalıştığım okulda ihtiyaç olduğundan Arapça-tefsir gibi derslere girerdi bazı günler. Bir gün bir anısını anlattı. Önce bu anıyı anlatacağım size. Sonra sadede geleceğim.

Suriyeli askeri yetkililerle bizim askeri erkân Suriye’de bir görüşme yapması gerekir. Tercümanlık yapması için yanlarında Ahmet Bey’i de götürürler. Yapılan ikili görüşmenin ardından yemek yenecektir. Suriyeli garsonlar masaları donatmaya başlar. Masalara içki de koyarlar. Müftü ile garsonlar arasında bir konuşma geçer. Daha doğrusu tartışma olur. Bizim askeri yetkili, “Ne oluyor Müftü Bey” diye sorar. Ahmet Bey, “Masaya içki koydular, kaldırın dedim. Olmaz dediler. Bunu konuşuyorduk” deyince bizim subay, “Kaldırsınlar tabi! Müftünün yanında içki içilir mi” der ve içkiler masalardan kaldırılır.

İçki sadece müftünün yanında değil, hiçbir yerde içilmemesi lazım. Ama bizim subayın hassasiyetini takdir ettim. İçki içerim ama yerinde ve ortamında içerim, kimin yanında içtiğime dikkat ederim dercesine müftünün yanında içki içmeyerek saygısını göstermiştir.

Şimdi size gazetelere yansımış bir olayı kısaca anlatacağım: Manisa’nın Salihli ilçesinde 13 Eylül 2018 Perşembe günü öğle namazını kıldıran bir imam, cemaat çıktıktan sonra caminin kapısını içeriden kilitler. Bahçede bankta oturan cemaatin dikkatini çeker bu durum. Az sonra caminin diğer kapısından bir kadının camiye girdiğini gören cemaat, camiye hırsız girdi diye polise haber verir. Gelen polis ekibi 40 dakika boyunca uğraşır, camiyi açtıramaz. Sonunda arka taraftan çıkmakta olan kadını yakalar. İçeri girdikleri zaman imamı da imam odasında bulurlar. Suriyeli olduğu anlaşılan kadın ile imamın ifadeleri alınır: “Temizlik yapıyorduk, yorulmuşuz” derler. Alınan ifadelerinin ardından kadın ve imam serbest bırakılır. İmam yatsı namazını kıldırmak üzere mihraba geçince cemaat, “Adi herif! Senin ardında namaz kılınmaz” diyerek tepki gösterir. Bu tepki üzerine imam namazı kıldırmadan çıkar gider. Gazetelerin yazdığına göre cami görevlisi açığa alınır ve soruşturma başlatılır.

Gazetelerin çoğu bu haberi “İmam, camide Suriyeli kadınla basıldı” şeklinde verdi. Haberin aslı var mı/yok mu soruşturma sonucunda ortaya çıkacaktır. Bu nahoş olayın umarım aslı çıkmaz, iftira olur. Eğer olayın aslı var ise vay halimize demek lazım.  Bu olayın bir benzeri de 2017 yılında Konya’nın Selçuklu ilçesinde emekli olan bir cami görevlisinin fahri olarak müezzinlik yaptığı camide yine bir Suriyeli kadın ile basıldığı gazetelere yansımıştı.

Zina başlı başına bir suçtur. Savunulacak bir tarafı yoktur. Üstelik dinimiz, neslin bozulması demek olan zinaya yaklaşılmasını bile yasaklar. Zinayı aynı zamanda örf ve adetlerimiz de kabul etmez. Dinimizin yasaklamasına, toplumun örfünde yeri olmamasına rağmen maalesef bu ülkede taciz, tecavüz, cinsel istismar, sarkıntılık ve aldatma olayları eksik olmuyor. Zaman zaman basında yer alan her tecavüz olayı ve kaçamaklar toplumda büyük bir infiale sebebiyet verir. Salihli’de vuku bulan bu olayı ilginç kılan olayın camide cereyan etmesi ve failinin de din görevlisi olmasıdır. Kimseyi ayıplamıyor ve kınamıyorum. Çünkü bu uçkur davası bu toplumun başının belasıdır. Bu işi yapanların dinli-dinsiz olması fark etmiyor. Yeter ki insanımız şehvetinin esiri olsun.

Açıkçacı ben uçkurunun esiri olan bu görevliden müftünün yanında içki içmeyerek saygısını gösteren askerin hassasiyetini ve Allah’tan korkmuyorsa bari kuldan utanmasını, en azından utanır gibi yapmasını, bu herzesini cami dışına saklamasını beklerdim. Adam hem imam, hem de başka bir yer bulamamış gibi camide yapıyor aşna fişnesini. İmamımız bunu hem de camide yapıyorsa toplumun diğer bireylerine bir şey söyleme hakkımız var mı? İmamın bu osurması cemaate nasıl tesir eder varın siz düşünün.

Ne günlere kaldık! Yazık! Hem vallahi, hem billahi!

Not: Salihli’de meydana gelen bu menfur olay bireysel bir olaydır. Tüm Diyanet camiasına teşmil edilemez.

* 24/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.