10 Eylül 2018 Pazartesi

Konya'da Adi Suçların Artış Göstermesinin En Önemli Sebebi

Türkiye'de işlenen suç oranlarında eskiye oranla bir artış olduğu hepimizin malumu. Hapishanelerimiz de bunun göstergesi. Düne göre yeni yeni cezaevleri yapmamıza rağmen hapishanelerin doluluk oranı kapasitesinin üzerinde bir doluluğa ulaştı. İşlenen suçlar o kadar çoğaldı ki kanun koyucu cezası belli yıla kadar olan suçların suçlularının ifadelerini aldırdıktan sonra adli kontrol şartıyla salıveriyor. Çünkü suçluyu yatıracak yer yok. 

Mantar biter gibi suç işlemenin arttığı ülkemizde bir zamanlar "Huzur Kenti" olarak anılan Konya da nasibini aldı. Gün geçmiyor ki bu şehirde menfur bir olay vuku bulmasın. Diğer şehirleri bilmem ama Konya'daki suç sayısının artış göstermesinin nedeni üzerinde durmaya çalışacağım. Sahi bu şehirde suç artışının nedeni nedir? Birden çok nedeni olabilir ama ben en önemlisi üzerinde duracağım. Bana göre şehrin toplu konut çerçevesinde dokusunun değişmesidir, yüksek katlı binalardır. Binaların ne suçu var diyebilirsiniz. Doğru binaların suçu yok. Suç insanımızda, daha doğrusu sosyal dokumuzun değişimesinde.

Şehirde oturanların göç edip geldiği yer ilçe ve köy merkezi. Çoğunluğumuz ya dağlı, ya da ovalıyız. Konya merkezin yerlisini ara ki bulasın. Köyden şehre göçenlerin mahallesi vardı bir zamanlar. Kim şehre göçmeye karar verirse hemen şehre daha önce göç etmiş bir hemşehrisini bulur, onun yakınından bir yer tutar veya satın alır, orayı mesken tutardı. Birçok muhit aynı köyden gelenlerin meskun mahalli olarak bilinirdi: Bozkırlılar, Beyşehirliler, Güneysınırlılar, Derbentliler, Akörenliler ve öbek öbek aynı muhiti mesken tutmuşlardı. Mahallede herkes birbirini tanır, içinde kötülük yapma düşüncesi olsa bile kimse karizmasını çizdirmek istemez, ele-güne karşı ayıp olur veya hemşehrilerim tarafından dışlanırım korkusuyla kötülük yapmaya yeltenemezdi. Çünkü sağına baksa amcası, soluna baksa dayısı, karşısına baksa köylüsü vardı. Herkes birbirini yedi ceddine kadar tanıyınca mahallelerde adı konmamış bir denetim, yani mahalle baskısı vardı. Ya şimdi? Çarşı merkezindeki kimsenin kimseyi tanımadığı yüksek katlı binalar şartların zorlamasıyla kenar semtlere de yapılır oldu. Kooperatifleşme arttı. Arsasını kat karşılığı müteahhide veren kişi çok sayıda daire sahibi oldu. Müteahhit sattı, mal sahibi sattı. Apartmanlara değişik bölgeden insanlar taşındı. Artık çarşı merkezde  oturanların birbirini tanımadığı ortam kenar mahallelere de sirayet etti. Ayrıca günümüzde "Ev alma, komşu al" atasözü de tarih oldu veya köylülerimin oturduğu muhitte oturacağım anlayışı da kalmadı. Kimin gücü nerede oturmaya, nereyi satın almaya yetiyorsa orada oturuyor. Baba ile oğul bile aynı semtte oturmuyor. 

Anlatmak istediğim Konya şehri neredeyse Türkiye'nin bir mozaiği oldu. Her şehirden insan var şehrimizde şimdi. Bu demektir ki kim kime dum duma durumundayız. Bu da eski denetimi yani hemşerim duyarsa ayıp olur, nasıl yüzlerine bakarım mantalitesini veya mahalle baskısını yok etti. Kimse kimseyi tanımıyor ve takmıyor artık. Bunun da suç oranlarını artırdığını düşünüyorum. Belki de en önemli sebebi bu. Katılır veya katılmazsınız benim kanaatim bu şekilde. Eğer bu kanaatime katılıyorsanız demek ki her mahalle baskısı kötü değilmiş!

9 Eylül 2018 Pazar

Halkbank Meselesi

Halkbank, çok geçmişini bilmesem de 17-25 Aralık sürecinde üzerinden seçimle gelmiş meşru hükümete operasyon çekildi. Ayakkabı kutularıyla anıldı yöneticileri. Yolsuzluk şayiaları ayyuka çıktı. 

Türk mahkemelerinin takipsizlik verdiği olayın peşini esas aktör bırakmadı. Olayda adı geçen Rıza Zarrap ve Halkbankın Genel Müdür Yardımcısını yakalayarak yargıladı. Bu yargılamada Zarrap bizi yarı yolda bıraktı. Çünkü itirafçı oldu. Olan da bankanın yöneticisi Hakan Atilla'ya oldu. Uyduruk isnatlardan ceza aldı. ABD bu. İstediğini asar ve keser. Burada sorgulanması gereken Zarrap ile Hakan Atilla'nın yakalanacaklarını bile bile ABD'de boy göstermeleriydi. Niçin gittikleri, neye hizmet ettikleri manidar!

Halkbank'a isnat edilen yolsuzluk iddiası ve ardından 4-5 yıl aradan sonra ABD'de açılan Halkbank meselesinde ülke insanının ekseriyeti Türkiye Cumhuriyeti'nin yanında yer aldı. Bankacılığına çok sıcak bakmasam da iç ve dış şer odaklarının saldırısı olduğundan bu mesele memleket meselesi dedim. Destekledim, destekledik, desteklemeye devam edeceğiz. Çünkü bu bankanın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Ama son olay bu kadar da olmaz dedirtti.

31.08.2018 mesai bitiminden sonra banka, 1 doları 6 TL'nin üzerinde satış yapması gerekirken 3.72 TL'den kısa bir süreliğine dolar satışı yapıyor. Banka, bunun sistem hatası olarak olduğunu, fark eder etmez kur satışını düzelttiklerini, ederinden daha düşük dolar alanların hesaplarının bloke edildiğini, herhangi bir zararın oluşmadığını açıkladı. Devlet zarara uğradı mı? Yanlış satış Bağdat'tan döndü mü?Banka çalışanlarının bu yanlışta bir kastı var mı? Bankanın sistemine bir dış müdahale var mı? Bazı sorulara banka yetkilileri cevap verse de vatandaş çok ikna olmadı. Çünkü ikna olunacak gibi değil. Acaba devletin parası birilerine peşkeş mi çekildi diye düşünüp duruyor şimdi. Vatandaş haklı bu konuda. 2013 yılı 17-25 Aralığından beri her türlü saldırının merkezinde olan bir bankanın hata veya yanlış yapma lüksü yoktur. İşin garibi bir bedel ödeme yok, "Hata benim hatam" deyip istifa eden yok, "Sen sen sen bu konuda yanlış yaptınız. Bu yüzden sizi görevinizden el çektiriyorum" diyen de yok. Herkes hiçbir şey olmamış gibi işine-gücüne devam ediyor.

Doların ucuza satılma olayında devlet zarara uğramamış, yetkililer zamanında müdahale etmiş, satın alınan dolar işlemleri iptal edilmiş, işlem yok hükmünde olabilir. Fakat vatandaşın kulağına kar suyu kaçmıştır. Çünkü bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir. Ucuz doları kimin aldığı da belli değil. Çünkü  Kanun gereği açıklanamıyormuş ve ticari sırmış. Oh ne âlâ memleket! Burada normal bir alışveriş yok. Kimse normal alışverişler dahil bankacılık işlemleri açıklansın istemiyor. Burada bankanın içini boşaltma durumu söz konusu. Durum bu iken ticari sır deyip fırsatçılık yapanları açıklamamak hiç doğru değil.

17-25 Aralık olayı ve ardından banka yetkilisinin ABD'de yargılanması büyük bir operasyon. Ama ucuz kurdan dolar satışını bir sistem hatası olarak görmüyorum. Bankacılıktan anlamayan biri olarak bu işte yine bir dış müdahale var, ya da dış uzantının Halkbank'ın içinde görev yapan bir uzantısı var. Hangisi olursa vahim bir durum. Bence BDKK bu işin peşini bırakmamalı; ucu nereye, kime uzanıyorsa iyi bir inceleme ve soruşturma başlatmalı, sonuçtan kamuoyunu bilgilendirmeli.

8 Eylül 2018 Cumartesi

Bazı Günler Gazetemin Elime Niçin Geçmediğini Nihayet Öğrendim *

Çok yaygın olmasa da Türkiye'de gazete aboneliği vardır. Abone olduğun takdirde evine kadar geliyor. Sabah kahvaltını yapınca açıp okuyor, Türkiye ve dünya gündeminden haberdar oluyorsun. Okuya okuya gazete bağımlılık yapıyor, "Şu gazetem bir gelse de okusam" diyorsun. Bu şekil gazete takibi ve okuması özellikle internete erişimin olmadığı ve televizyon haberciliğinin yaygın olmadığı zamanlarda daha yaygındı. Gazetelerin abone uygulamasından zaman zaman ben de faydalandım.

Adıyaman-Kahta'da görev yaparken bazı günler gazetem gelmezdi. Dağıtımcıyı arar sorardım: Kah "Hava muhalefetinden dolayı gazetemiz ilimize gelmedi." Kah, "Dağıtıcıyı değiştirdik, evinizi bulamamış, birkaç gün böyle aksaklık olur." Kah "Bizim gazete Gölbaşı ilçesine bugün bırakılmamış, Malatya'ya gitmiş." denirdi.

Adana'ya geldim, orada da abone oldum. Doğru-dürüst gelmezdi. Bazı günler telefon açmaktan utanır olmuştum. Çarşıya çıktığım zaman gazete temsilcisine uğrardım. Her defasında "Efendim, dağıtıcıyı değiştirdik, değiştireceğiz. Sabır sabır" derdi. Hele bir defasında temsilci, "Bomba gibi bir dağıtıcı bulduk, bundan sonra aksama olmayacak" dediğinde dikkat edin de elinizde patlamasın, demiştim. Çünkü mazeret mazeret iyice gına gelmişti. Bir gün yine gazetem gelmedi. Gazetenin il temsilcisi yerine İstanbul merkezi aradım gazetem bugün gelmedi diye. Şikayetim hemen etkisini göstermiş ki Adana temsilcisi, "Beyefendi, dağıtıcı ile görüştüm. Bugün şu saatte sizin posta kutunuza bırakılmış" dedi. İyi de kardeşim, nere gider bu gazete o zaman dedim. Kendi kendime buğzediyorum. Beş kat aşağı inip posta kutusuna bir daha bakıyorum. Sağa bakıyorum yok. Sola bakıyorum yok. Başkasının posta kutusuna yanlışlıkla  konmuş olabilir mi diye bakıyorum, yine yok. Kolum kanadım kırık bir şekilde  geçip eve oturdum. Birden aklıma iki kat üstümde oturan bir emekli geldi. Çünkü zaman zaman alıp okuduktan sonra yerine koyduğunu söylemişti bir ara. Çocuklardan birini gönderdim. Git oğlum, Osman Beye bir sor bizim gazete kendisinde mi diye. Gazetem maalesef Osman Bey de çıkmıştı. İlk işim gazetenin hem İstanbul merkezini, hem de Adana temsilciliğini aradım: Kusura bakmayın, gazetem gelmiş, komşum almış diye.

Mübarek, emekli maaşının yetmediğini, bu yüzden gazete alamadığını, eskiden kendisinin de çok gazete aldığını söyler dururdu. Zaman zaman elimde küçük bir poşetle gelsem, beni görür görmez "Al bakalım, ben de bir zamanlar durmadan alırdım, şimdi alamıyorum" şeklinde kendisini ajite ederdi. Diğer alışveriş neyse gazeteye verilen para, para mıydı sanki! Ama komşumun bir iyi yönü vardı: Bedava okumayı severdi. Hoş bugün beleş de olsa okuyan yok.

Konya'ya geldikten sonra bir müddet gazetelere aboneliğim devam etti. İnternet gazeteciliği yaygınlaşınca aboneliği iptal ettirdim. 

Şimdi evime üç yıldır sadece Anadolu'da Bugün gazetesi pazar günleri hariç düzenli bir şekilde geliyor. Gazetenin yönetimi de gazetenin gelip gelmediğini zaman zaman telefonla teyit ediyor. Gelen telefonlara çoğu zaman "Düzenli bir şekilde geliyor" derim. Bazen de "Bazı günler gazete gelmiyor. Ya dağıtıcı getirmiyor, ya da cadde üzerindeki kapıya sıkıştırılan gazeteyi biri alıp gidiyor" derim. Çünkü bazı günlerde gazeteyi yerinde bulamıyorum. İyi de kim götürsün? Kim ne yapsın gazeteyi?

Biri götürüyor ama kim? Nihayet bu merakım bugün sona erdi. Alışveriş için markete niyetlendim. Arabaya bineceğim zaman öğle namazından gelmekte olan bir komşum lafa tuttu. Bu esnada sitenin caddeye bakar cümle kapısı açıldı. Hafif sakallı bir delikanlıydı içeri giren. Karşı komşunun sırtında oturan kalabalık bir ailenin mahdumlarından biriydi. Adını bilmiyorum. Selam verdi, aldım selamını. O da ne? Elinde de benim gazete var. Demek ki kapıyı açarken eline aldığı benim gazeteymiş. Baktım baktım. Hiçbir şey demedim. Yanımdan geçip gitti. Sağ olasın komşu! İyi ki varsın. Merakımı giderdin ya Allah ne muradın varsa versin!

Ortak kullanıyoruz hasılı gazetemizi. Ortaklık böyle bir şey demek ki! Bir o, bir ben...Kim önce girer veya çıkarsa o kapıdan; koltuğunun altına sıkıştırıp götürüyor. Sakın kıskanmayın beni! İlla ben de isterim böyle bir ortak derseniz, tek yapacağınız Anadolu'da Bugün gazetesine abone olmak. Siz abone olun, benim gibi bir ortak edinemezseniz komşumu gönderirim size. Görüyorsunuz bizde hizmette sınır yoktur.

Acaba gazeteye bize günlük iki tane gönderin. Çünkü ben alınca komşum, komşum alınca ben gazeteden mahrum kalıyorum desem komşum hakkına razı olur da bir tanesini mi götürür? Yoksa "Rabbimden bir göz istedim, o bana iki göz verdi" deyip ikisini birden mi götürür? Denemeye değer! O zaman Anadolu'da Bugün duy sesimi! Bize iki gazete birden gönder.

Bu durumda komşumdan abone parası istesem nasıl olur? Ayıp olur mu? 08/09/2018

* 29/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.