7 Eylül 2018 Cuma

Sinkaflı Konuşmak ve Yazmak

İçimizde öyle insanlar vardır ki ağza alınmayacak sinkaflı laflar çıkıyor ağzından. İki lafının biri sinkaftır. Konuşmasına küfürle başlar, küfürle bitirir. Sayıları az değil maalesef aramızda sinkaflı konuşanın sayısı.
Diyelim ki eskiden okuryazarımız fazla yoktu, kelime hazinemiz zengin değildi. İnsanlar küfrü sokaktan öğrenir, sıkıştığı zaman küfre başvururdu. Günümüzde okur-yazar olmayanımız yok gibi. Çoğumuz diplomalı. Diploma kişiyi adam etmiyor ki küfürler hız kesmeden devam ediyor. Öyle okkalı küfürler duyuyorsun ki nereden öğreniyorlar bu küfürleri diyorsun. Diplomaların alındığı okullardan mı desek? Okullar küfür öğretmiyor. Kim bunların öğretmenleri? Evde anne-babaları mı, okulda öğretmenleri mi? Hiçbiri değil. İşin garibi çocuk değil bu sinkaf edenler. Koca koca adamlar! Tipine, boyuna-postuna, giyim-kuşamına, kalıbına bakarsan yaşını başını almış koca koca adamlar hepsi. Kaportasına bakarsan adam sanır, efendi birine benziyor dersin. Böylelerini konuştuğu zaman tanırsın. Ağızlarının ne kadar pis olduklarını, küfrederlerken nasıl ağızlarını doldura doldura sinkaf ettiklerini görünce ne menem bir yaratık olduklarını anlıyorsun. Böyleleri ne durdan anlar, ne sustan. Ne edep bilirler, ne de haya! Yanımızda karşıt cins mi var, büyüklerimiz mi var çekinmesi de yok. Tüm yetenekleri küfürdür. Beyinleri uçkurlarına bağlıdır. Aslında küfrettikçe ne kadar basit olduklarını, bir çaplarının olmadığını anlıyorsun. Ah bir de kendileri anlasa. Anlayışları olsa zaten bu haltı yemezler, ağızlarından bu herzeleri yumurtlamazlar.
Ne edersin ki içimizde yaşıyor bu yaratıklar! Üstelik mesafe kat ettiler. Bunlar sosyal medyada aynı üslup ve tavırlarını yazarak devam ettiriyorlar. Ağırlığı erkek olan bu küfürbazların içinde sayıları az da olsa bayan olanlar da var. Üstelik kendi organına küfrediyor. Küfürlü yazıp çizenlere ve konuşanlara hiç tepki gösterilmemesi ayrı bir konu. Ama suskunluktan cesaret alıyorlar. Hele küfürbazların gün görmedik küfürlerine gülenler yok mu? Bunlar da aynı yolun yolcusu. Çünkü bir insan neye güldüğünden kendisini ele verir.
Bunlar terbiye olur mu? Sanmam. Çünkü alışmış kudurmuştan beterdir. İflah olmaz bunlar. Belki de onları terbiye etmenin yolu, bu edep yoksunlarının tenasül ve cinsel organlarını yok etmek. Çok fazla kişiye ceza vermeye gerek yok. Sosyal medyada sinkaflı yazıp çizen, nezih ortamlarda sinkaf eden birkaç kişinin cinsel organını yok etmek, aynı yolun yolcularını adam eder diye düşünüyorum. 

6 Eylül 2018 Perşembe

Hayat Mücadelesi Daha Bir Zorlaşıyor! *


Teknolojinin her türlü imkanlarından faydalandığımız içinde yaşadığımız hayat gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Yaşama şartları iyice zorlaşıyor. Daha fazla çalışmamız gerektiğini dayatıyor bize. 

Önce teknolojinin nimetlerini sundu bize. Ardından  tüketmeye alıştırdı, sonra lüks yaşamayı olmazsa olmaz gösterdi. Vazgeçilmez yeni ihtiyaçlar icat etti. Bunsuz olmaz dedirtti bize. Harcamak, almak, ihtiyaçları hemen temin etmek bir tutku haline geldi hepimizde. 

Şartlandık bir kere. Var olan da alıyor bugün, olmayan da. Rahatımız için hayatımızı kolaylaştırmak için başkasında olan bizde de niçin olmasın? Durum bu olunca daha fazla çalışmak zorundayız. Çünkü kazancımız yetmiyor. Bunun için gerekirse ek iş yapmalıyız, gerekirse eşimiz çalışmalı, gerekirse çocuğumuz bir iş yapmalı. Evde kim varsa, kimden ne kadar faydalanabiliyorsak bütün imkanları seferber etmeliyiz. 

Çalışmak ayıp değil elbet. Herkes gücü nispetinde evine kazanç getirmeli, namerde muhtaç olmamalı. Ayıplanacaksa bomboş gezen ve oturan ayıplanmalı. Fakat ben bu çalışmada bir mantalite değişikliği görüyorum. Sanki her birimizi açlık korkusu sarmış gibi. Tek kişinin çalışmasını yeterli görmüyoruz artık. Dün "Eşimi elin içinde çalıştırmam, evimin hanımı olsun, çocuklarımı büyütsün" diyenler de bu kervana katıldı. Eşin çalışmaması ayıplanır ve garipsenir oldu. Evlilik kriterlerinin başına çalışan eş şartı, ilk sıralarda yer almaya başladı. Zamanında çalışan eş almayan da mevcut durumuna hayıflanır oldu. Çünkü bir eve ne kadar maaş girerse o ev o kadar rahat edecek, alınması gerekenleri bir an evvel alma imkanına kavuşacaktı. Bu yüzden herkes çalışmalıydı. Günümüz tüketim şartları bunu gerektiriyor anlaşılan. Kimi birden köşe olmak, kimi de hayata tutunmak için olmalı.

Merak ediyorum babalarımız bizi nasıl büyüttü, nasıl baş göz etti? Geçmişte bir baba çalıştı, dokuz kişiye baktı. Bugün evdeki dokuz kişi de çalışmak zorunda. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı, nereye doğru yuvarlandığımızı, nasıl bir açmaza doğru doludizgin gittiğimizi varın siz düşünün. Öyle zannediyorum bize dayatılan hayat her geçen gün bizi daha da zorlayacak. Her geçen yıl malın-mülkün, eşyanın esiri olmaya devam edeceğiz. Bu durum "Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası/Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası" olmaktan öte bir başka şey.

Rabbim sonumuzu hayreylesin. Orta ve dar gelirli insanların yardımcısı olsun. Kimseyi namerde muhtaç etmesin, bize bugünümüzü aratmasın, ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı nasip etsin.

* 12/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Ortalık Benim Gibi Test Edilmemiş Dürüstlerle Dolu! *

Yarım asrı aşan tecrübeme dayanarak söylüyorum, piyasada dürüst insandan geçilmiyor. Beraber yediğim, içtiğim, oturup-kalktığım, birlikte çalıştığım, gözümün alabildiği kadar görüp gözlemlediğim, kulağımın işiteceği kadar işittiğim, televizyondan izlediğim, sosyal medyadan yazılarını takip ettiğim kim varsa hepsi dürüst. Ben içlerinde sahtekarına, yanlış düşünenine rastlamadım.

Hiçbiri çalmıyor, çırpmıyor. Kimsenin tavuğuna kış demiyor. Harama uçkur salmıyor, boğazından haram lokma geçmiyor, ağzından kötü söz çıkmıyor, işini doğru dürüst yapıyor, mesaisine riayet ediyor. Aynı zamanda fedakâr. Haksızlık yapmıyor; üstelik haksızlıklardan şikayetçi. Torpil yapmıyor ve yaptırmıyor. Çünkü herkes geldiği yere bileğinin hakkıyla geldiğine inanıyor. Konuştukça adalet timsali biri imajını ediniyorsun. Sanırsın ki sözde değil, özde adaletiyle nam salmış Ömer'in günümüz versiyonu. Ne malda gözü var, ne mülkte, ne de makamda. Ülkeyi, hatta dünyayı düzeltecek kadar yetenekli ve geniş bir ufuk ve birikime sahip.

Konuşurken kimse mangalda kül bırakmıyor. Ballandıra ballandıra anlatıyor kendini. Ortamdaki çirkefliklerden dem vuruyor. Öyle anlatıyor ki biz bizenin dışında herkes kötü. Aslında gözümüzü budaktan sakınmıyoruz. Kim olsa eleştiririz. Çünkü bizim kimseden çekinmemiz yok. Tek korkumuz Allah korkusu. Başkasını eleştirmekten kendimize sıra gelmiyor diyeceğim ama yok ki kötülüğümüz! Olsa seve seve anlatacağız! 

Gördüğüm kadarıyla herkes dürüst. Dürüstlükte samimi olduklarına da inanıyorum. Fakat bu dürüstlüğü ben; test edilmemiş, denenmemiş dürüstlük olarak değerlendiriyorum. Buna ben kendim de dâhilim. Yokluk ve imkânsızlıklar aslında bizi dürüst yapan. Belki de beceriksizliğimizden ya da iş bilmezliğimizdendir dürüstlüğümüz. Çünkü ne kadınla imtihan olmuşuz, ne makamla, ne şöhretle, ne de parayla. Hiç düşündük mü bugün sahip olmadıklarımıza yarın sahip olsak aynı şekilde dürüst kalacak mıyız? Bakmayın siz ben değişmem dediğimize. Boşuna söylememişler "Bekâra avrat boşamak kolay" diye. Hiç boşuna dürüstlüğü kaybedenleri ayıplayıp kınamayalım. Çünkü kınayan bir gün kınanır ve kınadığı mutlaka başına gelir, er veya geç. Zira yine ortalık dürüstlüğü kaybedenlerle dolu. Kimi makamdan kaybetmiş, kimi kadından, kimi de varlıktan. Öyle zannediyorum sınanıp dürüstlük sınavını kaybedenler de ellerinde imkân yokken çok dürüst idiler. Ama denendiklerinin arasında boğulup gittiler ve bugün denenmemiş dürüstlerin bahsettiği dürüstlüğü, adaleti ağızlarına bile alamıyorlar. Çünkü savrulup gitmişler. Kimi belli etmese de içten içe kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyor, kimi de kendiyle yüzleşmekten korkuyor, kaçıyor durmadan. Ya da mazeret ve gerekçelerin arkasına sığınıp yoluna devam ediyor.

Hasılı insanoğlu iki türlüdür. Biri sınava tabi tutulmamış dürüstler. Diğeri sınavı kaybetmiş dürüstlerdir. Az sayıda denenmiş ve sınavı alnının akıyla geçmiş dürüstler var ki bir elin parmaklarını geçmez. Bunlar ise denizdeki bir katre misali kadardır. Kaybeden dürüstlerle, kaybetmeye namzet dürüstlerin arasında esemeleri okunmaz. 

50 yıllık tecrübeme dayanarak ben hali pürmelâlimizi böyle okuyorum. Ne diyelim Allah, dürüstlük sınavını hakkıyla geçenlerden eylesin cümlemizi... 06/09/2018

* 06/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.