6 Eylül 2018 Perşembe

Fotokopi ve Öğretmen

Bana bir okulda öğretmenin olmazsa olmazı nedir deseniz fotokopi derim. Çünkü fotokopi öğretmenin hem eli, hem de ayağıdır. Fotokopiden mahrum kalan veya ulaşma zorluğu çeken bir öğretmenin eli-ayağı bağlı gibidir. Zira ikisi birbirinden ayrılmaz ve aralarında sıkı bir ilişki vardır. Biri olmadan diğeri bir işe yaramaz.

Vazgeçilmez ders materyalidir ne de olsa fotokopi. Tıpkı ders kitabı gibidir. Bu yüzden bir öğretmen bir okula geldiği zaman ilk işi bu okulun fotokopi işleyişini sorar. Çünkü öğretmenlik sadece dersi anlatmaktan ibaret değildir. Öğretmen dersi anlattıktan sonra konunun anlaşılıp anlaşılmadığını öğrenmek, konunun daha iyi kavranılmasını sağlamak amacıyla yazılı  sınav yapacak, eve ev ödevi verecek, konu tarama testi uygulayacak, çıkmış soruları verecek. Tüm bunlar için kağıda ve çekim için makineye ihtiyaç duyar.

Okul müdürünün Yönetmelikte olmayan asli görevlerinden bir tanesi de okulunun fotokopi işini halletmektir. Müdürlerimiz bu konuda yeknesak değil. Her biri farklı farklı muamele yapıyor. Eskiden bazı okul müdürleri okulunun kağıt işini çözmek için velilerden az veya çok bağış alırdı. Arka arkasına gelen bakanların birbirine miras bırakırcasına "Kayıtlarda veliden para istenmeyecek" şeklinde talimat vermelerinin ardından müdürler kayıtlarda bir top fotokopi kağıdı istemeye başladı. Kayıtların merkezi sistemle otomatik kaydının yapılmasıyla birlikte okullara damlayan kağıtların sonu kesildi. İlçe Milli Eğitimler okulların kağıt-toner ihtiyacını karşılamak amacıyla her yıl okullara fotokopi kağıdı yardımı yapmaya başladı. Bu da yeterli gelmedi. Çünkü okullarda su tüketilir gibi fotokopi kağıdı kullanılıyor. Ödeneği olan liseler ile İHO'lar gelen ödenekle kağıt vb. ihtiyaçlarını temin etme yoluna giderken diğer okullar mahalli imkanlarla bu ihtiyacı karşılamaya çalıştı. Mahalli imkan denilince ilk akla gelecek ya bir hayırseverdir ya da öğrenci. Öğrenciden istenen fotokopi parası şikayet olmadığı müddetçe sorun değil. Bir veli şikayet ederse -ki eksik olmaz- okul, şikayet var diye para toplamaktan da el etek çeker.

Haydi müdür veya öğretmen kağıdı temin etti diyelim. Bu kağıdın işe yaraması için makinesi lazım. Bu makineye toner lazım, bu makinenin tamir ve bakımı var. Bütün bunlar maliyet. Gün geçmiyor ki okulun fotokopi makinesi bozulmasın, toneri bitmesin. Toner değil mi siyah boya, bacanın isi demeyin. Hepsi pahalı bunların. Zira hepsi ithal. Bu ülkenin ithal olmayan tek şeyi insanıdır. Gerçi çoğumuz da ithal sayılırız. Çünkü hepimizin bir ucu yurtdışına dayanıyor.

Baktılar ki okul müdürleri kağıt, makinesi, ve bakımı çok maliyetli. Çoğu okullarındaki demirbaş fotokopi makinesini arşive kaldırarak firmalarla çekim başı anlaşma yapma yoluna gitti. Şimdi okulların genelinde kiralık fotokopi makineleri var, öğretmenlerin de şifreleri. Kim ne kadar çekiyorsa parasını firmaya ödeyecek. Öğretmen bu çekim parasını nereden karşılayacak? Ya cebinden verecek. Ki bunu yapan öğretmen çoktur. Ya da dilenci gibi öğrencisinden fotokopi parası toplayacak. Bir kısım öğretmen maliyeti hesaplayarak öğrenciden dilenciye verdiğimiz kadar para topluyor. Maalesef okullarımızın durumu bu!

Çok mu fakiriz? Değil. Okullarımız fiziki yönden bir numara. Alt yapısı tamamlanmış, devlet kitabı bedava veriyor, sınıflarımız etkileşimli tahta ile donatıldı. Ama kağıdımız yok, fotokopi makinemiz yok. Var da yok. Öğretmen koltuğunun altına kağıdını sıkıştırıp getiriyor, çekebiliyorsa okuldaki kiralık makineden kopi ediyor. Alabilirse öğrenciden parasını alıyor.

Dilenci gibi oldu öğretmenler. Yazık gerçekten!  Öğretmenin kolunu kanadını kırmayın. Öğrencisinden 25 kuruş, 50 kuruş, 1 lira para istemek zorunda bırakarak öğretmenini öğrencisinin gözünde iyice sıfırlatmayın.  İdareci olmak sorumluluk ister, çözüm ister. Öğretmenini öğrencinin önüne atmak değil. Yok mu bunun başka yolu ey insaf sahipleri? "Ne haliniz var görün" deyip kenara çekilmeyi siz idarecilik mi sanıyorsunuz? Kimse size cebinizden verin demiyor. Bari öğrenciden toplu fotokopi parası toplamayı/toplatmayı düşünün...

Yeniden Müslüman Olmaya Ne Dersiniz? *

Kur’an’ı Kerim’in 60.süresinin adı Mümtehine süresidir. 13 ayetten oluşur. Sürenin onuncu âyetinde, Hudeybiye antlaşmasından sonra müşrikler arasından çıkıp Medine’ye gelen ve Müslüman olduklarını söyleyen kadınların imtihan edilmeleri emredildiği için süreye mecazen, “imtihan eden” anlamında “mümtehine” denmiştir.

Sürenin 10.ayetinde Allah, “Ey iman edenler! Hicret etmiş olan mümin kadınlar size geldikleri zaman onları imtihan edin…” emrini verdikten sonra 13.ayette ise gelen kadınların hangi sorularla veya konularla imtihan edilmeleri gerektiğini belirtmektedirEy Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamakhırsızlık yapmamakzina etmemekçocuklarını öldürmemekbaşkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnatta bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et; onlara Allah'tan bağışlanma dile; doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.”

Medine İslam Devleti ile Mekke Site Devleti arasında imzalanan Hudeybiye Anlaşmasının geneli Müslümanların aleyhine maddelerle dolu idi. Bu anlaşmanın en önemli yönü müşriklerin Müslümanları resmen tanımalarıydı. Burada niyetim anlaşma maddelerini sıralamak değil. Ayetten anladığım Medine’ye Müslüman olduk diye gelen kadınların imtihan edilmeleri gerektiğidir. Allah, Müslüman olmalarını “Şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, çocukları öldürmemek, kocasına ‘Bu çocuk senin’ diyerek isnatta bulunmamak ve uygun işlerde peygambere itaat etmeleri” şartına bağlamıştır. Farkındaysanız Allah, Müslüman olmak için gerekli olan Kelimeyi Tevhidi söylemeyi ya da kelimeyi şahadet getirmeyi veya Müslüman olduklarını ikrar etmelerini yeterli görmemiş, sınava tabi tutulmalarını istemiştir.

Müfessirlerimiz, fıkıhçılarımız, kelamcılarımız bu konuya nasıl bakar? Bu ayet sadece bu kadınların imtihan edilmesine has bir durumu mu ifade ediyor? Yoksa bu ayetten kıyasla mevcut Müslümanlar veya yeni Müslüman olacaklara kelimeyi şahadetin yanında başka şartlar ileri sürülebilir mi? İşte can alıcı soru bu olsa gerek.

Malumunuz İslam dini “iman, ibadet ve ahlak” sacayağı üzerine temellendirilir. Üçayak olmadan nasıl ki bir sacayağı esas misyonunu yerine getiremezse bu üç umde olmadan nasıl Müslüman olunur veya Müslüman kalınır? Zira birbirinden bağımsız gibi olsa da iman, ibadet ve ahlak birbiriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Biri olmadan diğerleri bir şey ifade etmez. Çünkü eksik kalır.

Gelmek istediğim nokta günümüz Müslümanlarını özellikle ahlaki yönden eleştiririz. Çünkü yapılanı İslam ile bağdaştıramıyoruz. Bu nice Müslümanlıktır diyoruz. Hasılı çoğunluğumuz ahlaki kuralları yerine getirme konusunda sınıfta kaldık. Mümtehine 13.ayette Müslüman olma şartlarını sıralarken Allah Teala, genellikle ahlaki kuralları yerine getireceklerine dair söz alınmasını istemiştir. Biz bu ayete kıyasla günümüzde Müslüman olmak isteyenlere veya Müslüman fakat kötülük yapmaya devam edenlere bu ve benzer şartları koysak nasıl olur? Bence fena olmaz, hatta çok iyi olur. İçinizden İslam’da kişinin Müslüman olması “Dil ile ikrar, kalp ile tasdikten ibarettir,” hatta kişinin kalben Müslüman olduğunu söylemesi o kişinin Allah katında mümin olması için yeterlidir, kimse kimsenin Müslümanlığını sorgulayamaz, diyebilirsiniz. Buna eyvallah diyorum. Fakat Müslüman olarak iyi örnek değilsek, birçok kötülükler kendini Müslüman olarak tanımlayan kişilerin başının altından çıkıyorsa bence bu ayetin gereği yapılmalıdır. Zira Müslümanlık sadece inandım demekten ibaret değildir. Söz vermenin, biat etmenin, Müslüman oldum demenin bir bedeli olmalıdır. İman bir söz verme ise ibadet ve ahlak da bu sözün pratiğidir.

Günümüz Müslümanları veya yeni Müslüman olmak isteyenler ahlaki ilkelerden ibaret sunacağımız kuralları uygulamaz ve yerine getirmez ise onları Müslümanlık dairesinden çıkarmamız mümkün değil ama en azından “Falan kimsenin yaptığı şu hareketler İslam’ın şu ilkeleriyle çelişmektedir. Biz bu hareketleri onaylamıyoruz” deriz.

Sahi, Mümtehine 13.ayetten hareketle günümüz Müslümanlarını sınava tabi tutmaya ne dersiniz? Bu sınavın ilk öğrencileri kendimiz olmak ve gereğini yerine getirmek şartıyla tabi.

* 12/01/2019 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Eylül 2018 Salı

Resmi Tatillere Bir Ayar Verme Zamanı ***

Ağustos sonunda bir esnafı ziyaret etmiştim. Tatillerden dertliydi. "Olacak şey değil, 13 gün tatil yaptık" dedi. Ardından tatillerde özellikle dini bayram tatillerinde meydana gelen ölümlü trafik kazalarına geldi konu. "Terörden beter bir durumla karşı karşıyayız" dedi.

Haklı mı esnaf? Yerden göğe kadar haklı! Çünkü yaptığımız tatilin haddi hesabı yok. Tatiller arasında mesai yapıyoruz dense yeridir. Başka ülkeleri bilmem ama bizim ülkemizde yapılan tatiller fazla. Hele bu tatillere iki tatil arasına denk gelen günlerin de tatil olarak eklenmesi yok mu? Tatil uzayınca soluğu tatil mekânlarında alıyoruz. Yollar şahane, arabamız son model. Basıyoruz durmadan. Eskiden vites değiştirme vardı. Şimdi çoğu arabalarda vites atma derdi de yok. Bize sadece gaza basmak kalıyor. Böylece eskilerin söylediği "Bas vitese, ver gaza" sözü de arşivlerimizde yerini aldı. Yaptığımız hız nice canlara mal oluyor, sevinç ve mutluluk günleri olan bayramlarımız nice ailelere mezar oluyor ve bayramımız zehir oluyor. İstatistiklere bakarsak uzun tatillerde meydana gelen trafik kazaları diğer günlerin birkaç katı.

Ölüp giden canlara mı yanalım, kaza dolayısıyla sakat kalanlara mı üzülelim, hurdaya çıkan araçların ekonomimize getirdiği yükü mü dert edinelim ya da tatiller dolayısıyla işimizden uzak kaldığımıza mı?

Bu işler böyle gelip böyle mi gidecek? Cana geleceğine mala gelsin mi diyeceğiz? Bayram tatillerinde meydana gelen trafik kazalarını takdiri ilahi deyip geçiştirecek miyiz? Ne kadar faydası olur, ne kadar kabul görür bilmiyorum ama tatillerle ilgili bir önerimi dile getirmek istiyorum. Bazı tatiller hepimizin ortaklaşa yaptığı tatiller olarak devam etsin, bazılarında sadece ilgilileri tatil yapsın, bazı tatiller de kısaltılsın.

-29 Ekim Cumhuriyet Bayramını 1 gün herkes,
-23 Nisan Bayramını sadece ilkokul ve ortaokul öğrencileri,
-19 Mayıs Bayramını sadece lise ve üniversite öğrencileri,
-1 Mayıs Bayramını sadece işçiler,
30 Ağustos Bayramını sadece askerler,
-15 Temmuz bayramını herkes,
-Ramazan Bayramını herkes 2 gün,
-Kurban bayramını herkes 3 gün kutlayabilir.

İki tatil arası yarım gün bile mesai olsa idari tatil yoluna gidilmemeli, herkes işinin başında olmalı.

Amacım uzun tatiller dolayısıyla artan ölümlü trafik kazalarına bir nebze de olsa katkıda bulunmak, tatillerin sayısını düşürmek suretiyle daha fazla çalışmaktır. Sanırım maksadımı anlatabildim. Hoşunuza gitti mi? Sanmıyorum. Tatilin kısaltılması kimin hoşuna gider? Zaten benim de gitmedi.

*** 30/10/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.