31 Ağustos 2018 Cuma

Cumhurbaşkanı Erdoğan Öğrenmeye Devam Ediyor! *

“Öğrenmenin yaşı yok denir bizde. Hatta “Beşikten mezara ilim öğreniniz” hadisini bilmeyenimiz yoktur. Ülkenin en üst tepesinde olmasına rağmen bu ülkenin Cumhurbaşkanı da öğrenmeye devam ediyor. Üstelik öğrenirken değme hoca falan aramıyor. “İlim, müminin yitiğidir. Nereden bulursa alır” hadisini kendisine düstur edinircesine herkesten bilgi almaya çalışıyor. Örnek mi istersiniz? Buyurun:

15 Temmuz darbesini kendisine bağlı olan MİT Müsteşarından öğrenmesi gereken Cumhurbaşkanı, ülkede darbenin yapılmakta olduğunu eniştesinden öğreniyor. Yetinmiyor ve bilgiye doymuyor Erdoğan. Şimdi de kapatılan dershanelerin merdiven altı olarak devam ettiğini Milli Eğitim Bakanından öğrenmiyor. Kimden öğreniyor? Ömer Halisdemir’in oğlu Doğan Ertuğrul’dan öğreniyor. Nasıl öğreniyor? Oğul halisdemir, “Sınava hazırlık için dershaneden geldiğini” söylemesi üzerine Erdoğan dershanelerin kapatılmadığından haberdar oluyor.

Güya devletimiz aşağıdan yukarıya merkez ve taşra teşkilatını kurmuş; kimin kime bağlı olduğu, herhangi bir durumda kimin kime sorumluluğunun gereği olarak bilgi vereceği belli. Ülkenin tüm kurumları kendisine bağlı olan kişi darbeyi enişteden, kapatılan dershanelerin hala devam ettiğini “Çocuktan al haberi” çerçevesinde bir öğrenciden haber alıyor ve MEB Bakanını arayarak bu sefer kapatın talimatını veriyor. Adamdaki mütevaziliğe bak. Maşallah! Tevazuundan dolayı Erdoğan’ı tebrik etmemek elde değil.

Bereket Erdoğan, kendisini saraya hapsetmiş, protokol takılan biri değil. Halkın içine giren, her türlü insanla irtibat ve iletişime geçen biri! Eğer halkın içinden biri olmasa inanın ne darbeden haberi olur, ne de dershanelerin devam ettiğinden.

Şimdi komediyi bir tarafa bırakalım, sadede gelelim. Dünün büyük kavgalarının verilerek kapatıldığı dershaneler etüt merkezi, kurs merkezi adı altında resmi veya merdiven altı olarak devam ediyor. Kimi kaçak çalışsa da resmi olarak izin alanlar da mevzuatı delerek kılıfına uydurup merdiven altı olarak çalışıyor. Merdiven altı derken benim küçüklüğümde anladığım gibi anlamayın. Ben küçüklüğümde merdiven altı üretim deyinde gizli-kaçak iş yapanlar apartmanların merdiveninin altına geçer, kimse görmeden oradan üretim yapar sanırdım. Kazın ayağı hiç öyle değilmiş. Bugün merdiven altı dediğimiz dershanecilik çarşının göbeğinde, insan selinin aktığı meydanlarda, herkesin gözü önünde arzı endam ediyor. Üstelik bu tür dershaneciliğin devam ettiği yerlerin hepsinde il ve ilçe milli eğitimler var, kaymakamlıklar var, valilik var, partinin il ve ilçe teşkilatları var, haftalık seçim bölgesine giden vekilleri var: Var oğlu var. Ama merdiven altı öğretim devam ediyor. Üstelik eski dershanelerin aldığı ücretten kat kat fazlasını alarak. Bunlar bu cesareti nereden alıyor? Mahallinde adam gibi denetimler yapılsa, yetkili ve sorumlu kişiler kafasını kuma gömüp ben görmedim demese, formalite denetim yapılmasa kim gizli-kapaklı dershaneciliğe cesaret eder? (Dershane ihtiyacını karşılamak amacıyla okullarda merdiven üstünde yapılan Hazırlık ve Yetiştirme Kursları da evlere şenlik olarak devam ediyor. Bu da ayrı bir yazı konusu)

Erdoğan’ın tesadüfen öğrendiği usulsüzlükler belki de buz dağının görünen yüzüdür. Teşkilatların bu aymazlığı sadece Erdoğan’ın kuyusunu kazarken birileri cebini dolduruyor, birileri de bunları görüp rapor etmeyerek baba muamelesi görmeye devam ediyor.  Maalesef kumaşımız budur. Merak ediyorum, her şeyin kendisine bağlı olduğu bu durumdan atadığı ve birlikte çalıştığı insanların ipe un sermesinden Erdoğan nasıl kurtulacak? Kim Erdoğan’a “kral çıplak” diyecek? Sanırım bunu diyecek olan da Hayrettin Karaman’ın “Çınarımızı kurutmayalım” başlıklı yazısında gizli: “Mümkünse her şehirden gayr-i resmi olarak beş altı iyi kişi seçin, bunları yalnızca siz bilin; bu “iyi” den maksadım “güzel ahlakı ile tanınmış, bilgili ve ehliyetli, iktidardan hiçbir beklentisi olmayan” kişilerdir. O şehrin ve çevrenin doğru bilgisini bunlardan alın. Aday seçiminden imkan tahsisine kadar önemli tasarruflarınızda teşkilattan ziyade bu kişilerin raporlarına güvenin.

* 01/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!"

Fakültede öğrenciyim ve evliyim. Kuvvetle muhtemel bir çocuğum var. Fırsat ve iş buldukça inşaatlarda amele olarak çalışıyorum.

Bir haftasonu idi. Bozkır'da bir sınıf arkadaşımın düğünü var. Tam düğüne gitmeye hazırlanırken eşimin bir akrabasının bir inşaat işi varmış, çatıya makat atılacakmış. (Kiremitin altına kiremiti tutsun diye konan çamur) 

Bozkır'a düğüne gitsem hem masraf edeceğim. En iyisi çalışmaya gideyim ki hem aile bütçeme katkı olsun, hem de akrabanın işi görülsün. 

Sabahleyin erkenden ortaokulda okuyan kayın biraderimle birlikte akrabanın evinin yolunu tuttuk. Ücret falan konuşmadık. Zira akraba ile ücret konuşulur mu? Akşama kadar ben, kayın birader, akrabanın kendisi, usta (var mıydı hatırlamıyorum) ahır veya samanlığın tüm makat işini bitirdik. İyi de yorulduk. Çalışanlar bilir, inşaatta çalışmak zordur. Hele makat atmak belki de en zoru. Toprağı samanla bir güzel harmanlayacaksın. Su ile karıştırıp karmak için daire şeklinde havuz yapacaksın. İçini su ile dolduracaksın. Ardından elindeki kürekle toprağı suya yavaş yavaş bir güzel emdirip çamur yapacaksın. Çamur ne cıvık, ne de pek olacak. Yan kıvamında olması için kürekle durmadan aktaracaksın. Yani bu arada suyu da dışarı kaçırmayacaksın. Güneş tepene dikilmiş, elime geçtin, ne yapayım sana der gibi ısısını verdikçe buram buram terletip ter akıtıyor, üzerimizde boza pişiriyor. Sarısın zaten Güneşin seni yakmaması mümkün değil. Kıvamına getirdiğin çamuru kürekle kovaya doldurup dört gözle çatıda bekleyen ustaya uzatıyorsun. Gönderdiğin kovayı boşaltmasıyla birlikte usta sana boş kovayı tekrar uzatıyor ve ardından çamuuur diye sesleniyor. Soluklanmadan gelen kovayı tekrar tekrar doldurup uzatıyorsun. Gönderdiğin kovadaki çamur ne ki? Bir kiremitin altını kapatacak şekilde kalınca döşeyiveriyor. Mesai kavramı da yok. İş bitinceye kadar çalışacaksın, bu iş zormuş, ben bırakıyorum, ne halin varsa gör deme durumun da yok. Çalışıyoruz ama emeğimizin, alın terlememizin ve kürek sallamamızın karşılığını alacaktık. Şurada akşama ne kaldı? Ceniniz para görürse tüm yorgunluğumuz giderdi nasılsa.

Bize su getirip götüren, getir-görür işi yapan ev sahibinin hanımı kocasının huyunu iyi biliyormuş ki biz çalıştıkça "Sağ olsun çocuklar yardımımıza geldi. Bu çocukların yevmiyesini ver" dedi kocasına. Bunu birkaç defa tekrarladı. Kayın biraderle ben, "Yok ya, ne parası? Biz öylesine yardıma geldik" dedik. Kadın akşama doğru "Bu çocuklara paralarını vereceksin" diye kocasına bir daha söyledi. Adam, "Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!" demez mi? Buyur buradan yak şimdi! 

Akşam ezanlarıyla birlikte (belki de ezan okulalı epey olmuştu) işi bitirdik. Vedalaşıp ayrıldık. Yürüyerek evin yolunu tuttuk. Belki de bir saat yürüdük. Çünkü uzaktı mesafe. Enişte ayrılırken sağ olun dedi mi hatırlamıyorum.  Yorgunluğu, terlemeyi, yürüme mesafe ve saatini de unuttuk. Çünkü aradan 29 yıl geçti en azından. Her şeyi unuttuk ama noktası virgülüne unutmadığımız tek şey eniştenin hanımına kızarak "Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!" şeklinde bağırmasıydı. Kayın ile bir araya geldikçe hatırlarız o anı.

Rahmetliden ne ne umduk, ne bulduk! Enişteyi tanırdım ama cebinde bu kadar akrep olduğunu bilmiyordum. Böyle dedi ya, giderken cebimize biraz para koyar umudu vardı. Zira öğrenciydik ne de olsa. Ayrılırken arkamıza baka baks gittik acaba insafa gelir mi diye. Ama ne Nuh dedi, ne de peygamber! İşini bedava yaptırdığını kar saydı.

Aradan yıllar geçti. Bir gün eşi, "Beni evime bir bırakıver, neyse paranı vereyim" dedi. "Ben para falan istemem. Eğer illa para vereceksen eniştenin bizi çalıştırdığı o bir günlük yevmiyeyi verseniz iyi olur, zira hiç aklımdan çıkmadı. Oğlunuz müteahhitlik yapıyormuş, üstelik işi de iyiymiş. Babası rahmetlinin borcunu ödeyiversin" dedim. Sadece güldüler o ve arabadaki diğer taşıdıklarım. Tamam söyleyeyim de versin dedi. Yine öyle kaldı. Şaka yaptığımı sandılar. Ciddi olduğumu nasıl gösterebilirim ki? Gerçi vermezler. Verseler de ne ifade eder ki? İşçinin alnının teri kuruduktan sonra ne işe yarar ki?

Bilemediğim Hassasiyetleri Ne Ola ki?

—Üstat! ... gazetede yazmak ister misin? Ben yazmanı istiyorum. Gazetenin sahibi arkadaşım olur. Sizi bir görüştüreyim.
—Olabilir.
*
—Alo üstadım! Müsait misin haydi gidiyoruz.
—Gidelim.
—Selamün aleyküm!
—Aleyküm selam!
—Size bahsettiğim arkadaş. Ben aradan çekiliyorum. Aranızda şartları konuşursunuz.
*
—Kaç gün yazarsınız?
—İki gün.
—Salı-perşembe uygun olur mu?
—Olur.
—Yayımlanacak yazımı en geç ne zamana kadar göndermem gerek?
—Akşam 17.00'ye kadar.
—Yazı konusunda herhangi bir hassasiyetiniz var mı?
—Hayır! İstediğinizi yazabilirsiniz. Size referans olanın hassasiyeti bizim de hassasiyetimiz. Zaten müstear isimle yazacaksınız. Daha rahat yazarsınız.
*
—Selamün aleyküm!
—Aleyküm selam!
—Benim yazıya yer vermemişsiniz gazetenizde.
—Erken seçim kararı alınınca baskıya erken geçtik, sizin yazı da geç gelince giremedik. Yarın yayımlayacağız. İki yazı göndermişsiniz. Son gönderdiğinizi yayımlamazsak...
—Niçin? Yazıda bir sorun mu var?
—Yazının içeriğinde sorun yok da. Başlıkta bir sıkıntı var. 
—Ne var başlıkta?
—Başlığınız "Baskın Seçim" ifadesini şu şu siyasi parti liderleri de kullandı. Buna tepki gösterildi. O yüzden yani.
—Ama alınan bu karar olsa olsa ancak baskın bir seçim olur.
—Öyle de, yani!
—Tamam o zaman önceki gönderdiğim yazıyı yayımlayabilirsiniz.
—Teşekkür ediyorum.
*
Günler, aylar geçti. Gönderdiğim yazılar haftada iki gün yayımlanmaya devam etti. Bayramdan sonra gönderdiğim (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2018/08/ekonomide-geldigimiz-nokta-duvara.html)
yazım yine yayımlanmadı. Ne ben aradım niye yayımlanmadı diye. Ne de gazeteden bir arayan oldu. 

Üzüldüm mü? Evet! Kırıldım mı? Elbette! Kim üzülüp kırılmaz, kim yazısının çizik almasını ister ki? İlk çizikten sonra ikinci çizik almak... İçim rahat mı? Fazlasıyla. Zira amatörce, severek yaptığım bu işte yüz kızartacak bir şey yapmadım, kimseyi mahcup etmedim. Tüm yazılarımda yaptığım, içimi içtenlikle yazıya dökmektir. Adı geçen gazetenin, başlığından korkarak yayıma vermekten imtina ettiği yazıyı diğer yazdığım gazeteye gönderdim, aynen yayımlandı. Hiç de sorun olmadı. İkinci çizik alan yazımı da noktası, virgülüne dokunmadan diğer gazeteye göndereceğim. Yine bir sorun olmayacak. 

2015 yılından beri yazdığım bütün yazılarım "dilinkemigiyok.blogspot.com" adlı mütevazı blogumda yayımda ve herkesin okumasına açık. Bugüne kadar 1800'den fazla yazı yazarak yayımlamışım. İki-üç gazeteye gönderdiğim yazılarım da bloğumdan seçerek gönderdiklerimden oluşuyor. Bir kısmını da sosyal medyada kendim paylaşıyorum. Son üç-dört aydır yazdığım tüm yazılarımı whatsappımdaki durumdan da paylaşıyorum. Bugüne kadar kimseden bir yergi, herhangi bir makamdan uyarı almadım.

Hiçbir zaman için iyi yazarım, iyi düşünüyorum, yazdıklarım doğru iddiasında olmadım. Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam o konuyu ele alacağım demiştim. Şükür ki hemen hemen her konuda yazdığım bir birikimim oldu. Yazdığımdan para kazanmadım. Kazanmayı da düşünmüyorum. İleride derli toplu olsun diye bloğumdaki yazılarımı derleyip kitap haline getirirsem ne ala. Bunun için de bir çabam yok.

Tekrar çizik yediğim konuya gelirsek; üzülsem de, kırılsam da içimde adını koyamadığım bir sevinç var. Çünkü birden fazla yerde yazmak bana sıkıntı vermişti. Çizik yediğim gazeteye çok iştahlı göndermedim. Dostumun yazar mısın teklifine gayri ihtiyari olarak telefonda olabilir dedikten sonra, olmaz diyememiştim. İlk çizikten sonra iyice soğumuştum. Şükür ki bırakan taraf ben olmadım. Böylece zoraki evlilik sona ermiş oldu. 

Yazımı uzattım biliyorum. Son kez gazetenin duruşu bir şey söyleyeyim. Zira içimde bir ukde kalmasın. Gazetenin yayın politikasına saygı duyarım. Mutlaka her gazetenin bir hassasiyeti vardır. İşin başında gazetenizin herhangi bir konuda bir hassasiyeti var mı diye sordum. Yok dendi. Pekala bana "Bizim şu konuda, şöyle şöyle hassasiyetimiz var" şeklinde açıkça söyleyebilirlerdi. Ama söylemediler. Çalışırken gördüm ki en ufak bir yapıcı eleştiriye bile tahammülleri yokmuş. Buna tahammülleri yok da niye çıkarıyorlar ki gazeteyi? Gazete ve gazeteci dediğin olaylara biraz eleştirel yaklaşır, halkın nabzını tutar, halka doğru haber vermeye çalışır. Bir partinin bülteni gibi çıkmaz, kraldan fazla kralcı olmaz. Ödü kopmaz. 

Kimse kusura bakmasın, tıpkı insan gibi gazetelerin de bir onur ve itibarı vardır. İnsan da kendi itibarını kendi kazanır ve kaybeder. Gazete ve gazeteci de. Kimse, kimseye bir itibar elbisesi kazandırmaz. Bu durumda gazeteye tavsiyem, gazetenin başlığının altına "Gazetemiz x partisinin bültenidir" yazmasıdır. Bu durumda kimse bir şey demez. Çünkü adı üzerinde bir partinin bültenidir.