27 Ağustos 2018 Pazartesi

Hatay'ı Alacaklarmış!

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, "İskenderun, Suriye'nin sancağıdır ve onu bir gün er veya geç zorla da olsa alacağız" açıklamasını yapmış. Daha doğrusu yumurtlamış. Malum Hatay meselesi.

Ülkesi yedi yıldır paramparça olmuş, terör örgütlerinin merkezi olmuş, taş üstünde taş kalmamış, savaş dolayısıyla milyonlarca Suriyeli mülteci durumuna düşmüş, uluslararası güçler topraklarında cirit atmaya devam ediyor. Kuvvetle muhtemel ülkesi ikiye, belki de üçe bölünecek. Adam, biz bu ülkeyi içerideki düşmandan ve dış güçlerin istilasından nasıl kurtaracağız hesabı yapacağı yerde gözünü Hatay'a dikmiş. Hayal mı görüyor diyeceğim ama gördüğü hayal değil. Şaka mı yapıyor diyeceğim. Ama şakanın sırası değil. Çünkü ülke kan gölü iken şaka hiç olmaz. Olsa olsa Çölde yaşayan birinin serap görmesi bu. Başka bir açıklaması olamaz bu densiz ve hadsizliğin. Gülünç duruma düştüğünün farkında değil Velid Muallim. Evindeki bulgura sahip çıkarmayan biri bizdeki pirince göz dikmiş. 

Bakanlık denilen böyle bir şey mi ki? Benim bildiğim bakan koltuğuna oturan biri akıllı biri olmalı. Hele dışişlerine oturtulan biri kapasiteli ve çaplı biri olur. Suriye'nin diğer bakanları da böyle olmalı ki ülkeleri yol geçen hanına döndü. Beceriksizliklerinin bedelini bugün kanla ödüyorlar. Ceremesini de bizim ülke çekiyor. Bu kadar beceriksiz sorumlu kişinin yönettiği Suriye yedi yıl öncesine kadar iyi ayakta durmuş.

Kapasite ve akıl noksanı bu bakan kendisini darı ambarında görmeyi bıraksın. Hatay da İskenderun da bizimdir, bizim kalacaktır. Hatta yüzde yüzü Arap olan Samandağı da bizim. Eğer geçmiş defterler ortaya dökülecek ve bir hesap-kitap yapılacaksa biz varız. Onlar eski defterlerini koysunlar masaya, biz de koyalım. Onlar Hatay'ı istesinler, biz de tüm Suriye'yi isteriz. Çünkü Suriye, düne gelinceye kadar bizim Şam vilâyetimizdi. Buyrun Halep oradaysa arşın burada. Bakalım er mi yaman yoksa bey mi? 

Bakan dediğin ne dediğini bilen, ağzından çıkanı duyan sorumluluk sahibi biri olmalı. Havaya konuşma yapmamalı. Yavaş atacak ki civcivler de yiyecek. Otursun oturduğu yerde bülbüllerden değil Antakya'yı, bir çakıl taşı bile alamaz. Önce mevcut ülkesinin ahvaline baksın. Akıl varsa öyle yapar zaten...

12 Eylül 1980 *

Yaşadığımız coğrafyadan mıdır, içinde yaşayan insanında mıdır, komşularımızdan mıdır, yürüttüğümüz iç ve dış politikadan mıdır, oyun kurucu olmayıp figüran olduğumuzdan mıdır, ülkeyi yöneten insan unsurundan mıdır, iç ve dış etkilere açık olduğumuzdan mıdır, yeterince mücadele edemediğinden midir, kendi kendimize yetmediğinden midir, bize biçilen rolden midir, birilerinin bedduasını aldığımızdan mıdır -kendimi bildim bileli- bu ülke sorunlarla mücadele ediyor, ya da mücadele eder görünüyor. Kah teröre maruz kalıyor, kah ekonomik krize duçar oluyor, kah dış politikada dışlanıyor.

Bize bu ülkeyi verenler "Size öyle bir ülke bırakıyoruz ki sorunlarla boğuşacaksınız. Çünkü ipiniz bizim elimde" demiş olmalı ki sorunlarımız bitmiyor, pansuman tedbirlerle yolumuza devam ediyoruz. Sanki bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler, yerseniz demişler. Biz de sorun çözeceğiz diye didinip duruyoruz.

Yaşım 55. Yarım asrı devirdim. Bana "Bu ülkenin sorunları çözememesinin sebebi nedir dense askeriye tarafından yapılan darbeler derim. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 bu ülkenin on yılda bir yapılan darbelerin tarihleridir. On yılın tek istisnası 28 Şubat 1997 post modern darbesidir. 80 ihtilalinden 17 yıl sonra yapılmıştır. 15 Temmuz 2016 kanlı darbe kalkışması bile 12 Eylül'de yolu açılan FETÖ'nün eseridir.

Darbelerin içerisinde en köklüsü hangisi dense bugün 38 yılını geride bıraktığımız 12 Eylül ihtilali derim. Hani şu ABD istihbarat temsilcisi Paul Henze'nin dönemin ABD başkanı Jimmy Carter'a "Bizim çocuklar başardı" dediği darbe. Ülkemizdeki kara bulutların dağılmamasının, sürekli sorunlarla boğuşmasının temeli 12 Eylül darbesidir. Bu ülkeye yapılan her kötülüğün altında bu darbenin kökleri yatmaktadır. Kırk yıla yakın bir zamandır ülkemizde terör yapan, hala da terörüne devam eden, kandan beslenen örgüt bu dönemin eseridir. Dağ, kırsal veya bölgesel terörün şehir yapılanması olan FETÖ ise yine bu dönemde neşvünema bulmuştur. Adnan Oktarcılar diyebileceğimiz sosyete ve zengin  yapılanması yine bu döneme rastlar. DHKP-C'nin kuruluşu aynı dönemlere işaret ediyor Bugün bunlara DAEŞ eklenmiştir. Saydığım örgütler 80 öncesi kuluçkaya yatırılmış, ülkede akan kanı durdurmak için yapıldığı söylenen 80 ihtilalinden sonra ise doğum gerçekleşmiş ve derinden derine büyütülerek bir ahtapot gibi ülkenin her yerini sarmıştır. Birbirinin ikizi olan bu yapılar aynı amaca hizmet etmiştir. Sırası gelen harekete geçmiştir.

12 Eylül 1980 ülkenin ABD'nin oyunlarına peşkeş çekildiği gündür. Öyle bir temel atmışlar ki on yılda bir darbe yaptırmaya ihtiyaçları kalmamış. Sadece 17 yıl sonrasında 28 Şubat 1997'de bir ayar yapılmış o kadar. Biz hala 1982'de yapılan darbe Anayasası ile yönetiliyoruz. Her iktidara gelen yeni bir anayasa yapma sözü vermesine rağmen 38 yıl geçmiş hala yeni bir anayasa yapamamışız. Yamalı bohça gibi değiştirile değiştirile günümüze dek gelen mevcut Anayasadan kimse memnun değil, buna rağmen değiştirilemedi gitti.

Bunca yıl geçmesine rağmen maalesef biz 12 Eylül ile doğru dürüst yüzleşemedik. Ahı gitmiş, vahı kalmış iki darbe komutanını formaliteden yargıladık o kadar. Bugünkü kötülüklerin temelinin 12 Eylül olduğunu bilelim. Bilelim ki bir daha bizi gafil avlamasınlar.

* 12/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bayram Bilançosu *

Ne zaman bu ülkenin bayramları uzun tatile denk gelmişse trafikte ölenlerin sayısında anormal bir artış olmuştur. Geçen yıl 10 günlük bayram tatilinde ölenlerin sayısı 103 iken bu seneki 9 günlük bayram tatilinde bu sayı 142 ölü, 859 yaralı şeklinde cereyan etmiştir. Oranlarsak bayram tatilinin her günü yaklaşık 16 kişi ölmüş, 95 kişi ise yaralanmıştır. Yani kazalarda ölenlerin sayısı geçen yıl yüzde 10,3 olarak gerçekleşirken bu yıl 12,78’e çıkmıştır.

Yollarımız mı kötü, arabalarımız çok mu modelsiz? Aksine yollarımız otoban gibi, arabalarımız ise neredeyse son model. Doğal olan kazalarda azalma olacağı yerde artış oluyor. Yetkililer bayram gelmeden tatile çıkacakları değişik yollarla uyarmasına rağmen maalesef yollarımız yine can pazarı.
Kaza yapanların ne kadarının aşırı hız dolayısıyla olduğuna dair elimde bir veri yok ama genelde kazaların ekseriyeti hız sebebiyle olmaktadır. Çünkü dümdüz, geniş, gidişli-gelişli yolu gören arabasının gücüne göre Allah ne verdiyse basıyor. Maalesef uyarıları dikkate almıyor, karayollarının belirlediği hız sınırlarına uymuyoruz. Çünkü ecele gitmeyi kafaya koymuşuz bir defa. Ha aşırı hız yaparak kendimizi ve çevremizi tehlikeye atmışız, ha intihara kalkışmışız. Arasında fark yok. Bu laf anlamaz, söz dinlemez tavrımız nereye kadar devam edecek, her uzun bayram tatillerinde başımıza gelecek olanı bu şekil seyretmeye devam mı edeceğiz? Arabaya atlayan bir an evvel gideceği yere varmak amacıyla kural dinlemez tavrına devam ettiği müddetçe bayramlarımız can pazarı olmaya devam edeceğe benziyor. Kaza yapanların şoförlük durumu incelense hemen hemen hepsi kendisine çok güvenen usta şoför. Çünkü acemi şoför kolay kolay kaza yapmaz.

Kazaların çoğunun trafik kurallarına uymamaktan kaynaklandığı, trafiğe çıkanlar kendi başına buyruk hareket ettiği dikkate alınırsa sanırım denetim eksikliği var. Trafik yeterince görevini yapmamış demektir. Belirli yerlerde trafik kontrol noktaları oluşturulmuş olsaydı öyle zannediyorum sürücüler biraz kendilerine çekidüzen verirdi. Belli noktalara gerçekmiş gibi polis arabası fotoğrafını koymakla olmuyor bu işler. Çünkü trafik canavarı, sanalı dikkate almaz. Bizzat karşısında canlı bir muhatap görmek ister. Anlaşılan sorumlular da tatil yapıyor bayram tatillerinde.

Son model arabaların çoğunda vites atma derdi de yok. Arabaya binince sadece gaza basmak kalıyor. Çünkü otomatik vitesli arabalar yaygın şimdi. Hız yapılacak yerlerde eskiden radarlar olurdu, şimdilerde yok. İçişleri Bakanlığı sürücülerin dikkatli olması için yol kenarlarına koyduğu sanal trafik arabalarına yaptığı masrafı belli yerlere mobese koysa daha etkili olur diye düşünüyorum. Konya’da yaşayanlar bilir. Şehirlerarası yol gibi olan İstanbul Yolunda mobese uygulaması diyebileceğimiz TEDES uygulaması var. TEDES başlangıç noktasına gelen sürücü, belirlenen hız sınırına riayet ediyor. Çünkü işin ucunda radara girmek var. Kaza oranları da yok denecek kadar azaldı. Üstelik bu yolda TEDES uygulaması günün iki saatinde yapılıyor. Belirlenen iki saatin hangi zaman diliminde olduğunu bilmeyen sürücü TEDES uygulaması varmış gibi hız kurallarına riayet ediyor. Çünkü hız ihlalinin cezası yüksek. Bizim hakkımızdan da ancak ceza gelir.

TEDES, radar veya mobese uygulamasının maliyetli ve masraflı olduğunu biliyorum. Ama giden canların yanında maliyete bakılmaz. Bir an evvel şehirlerarası yollarda bu uygulamaya geçilmelidir.

* 29/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.