27 Ağustos 2018 Pazartesi

12 Eylül 1980 *

Yaşadığımız coğrafyadan mıdır, içinde yaşayan insanında mıdır, komşularımızdan mıdır, yürüttüğümüz iç ve dış politikadan mıdır, oyun kurucu olmayıp figüran olduğumuzdan mıdır, ülkeyi yöneten insan unsurundan mıdır, iç ve dış etkilere açık olduğumuzdan mıdır, yeterince mücadele edemediğinden midir, kendi kendimize yetmediğinden midir, bize biçilen rolden midir, birilerinin bedduasını aldığımızdan mıdır -kendimi bildim bileli- bu ülke sorunlarla mücadele ediyor, ya da mücadele eder görünüyor. Kah teröre maruz kalıyor, kah ekonomik krize duçar oluyor, kah dış politikada dışlanıyor.

Bize bu ülkeyi verenler "Size öyle bir ülke bırakıyoruz ki sorunlarla boğuşacaksınız. Çünkü ipiniz bizim elimde" demiş olmalı ki sorunlarımız bitmiyor, pansuman tedbirlerle yolumuza devam ediyoruz. Sanki bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler, yerseniz demişler. Biz de sorun çözeceğiz diye didinip duruyoruz.

Yaşım 55. Yarım asrı devirdim. Bana "Bu ülkenin sorunları çözememesinin sebebi nedir dense askeriye tarafından yapılan darbeler derim. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 bu ülkenin on yılda bir yapılan darbelerin tarihleridir. On yılın tek istisnası 28 Şubat 1997 post modern darbesidir. 80 ihtilalinden 17 yıl sonra yapılmıştır. 15 Temmuz 2016 kanlı darbe kalkışması bile 12 Eylül'de yolu açılan FETÖ'nün eseridir.

Darbelerin içerisinde en köklüsü hangisi dense bugün 38 yılını geride bıraktığımız 12 Eylül ihtilali derim. Hani şu ABD istihbarat temsilcisi Paul Henze'nin dönemin ABD başkanı Jimmy Carter'a "Bizim çocuklar başardı" dediği darbe. Ülkemizdeki kara bulutların dağılmamasının, sürekli sorunlarla boğuşmasının temeli 12 Eylül darbesidir. Bu ülkeye yapılan her kötülüğün altında bu darbenin kökleri yatmaktadır. Kırk yıla yakın bir zamandır ülkemizde terör yapan, hala da terörüne devam eden, kandan beslenen örgüt bu dönemin eseridir. Dağ, kırsal veya bölgesel terörün şehir yapılanması olan FETÖ ise yine bu dönemde neşvünema bulmuştur. Adnan Oktarcılar diyebileceğimiz sosyete ve zengin  yapılanması yine bu döneme rastlar. DHKP-C'nin kuruluşu aynı dönemlere işaret ediyor Bugün bunlara DAEŞ eklenmiştir. Saydığım örgütler 80 öncesi kuluçkaya yatırılmış, ülkede akan kanı durdurmak için yapıldığı söylenen 80 ihtilalinden sonra ise doğum gerçekleşmiş ve derinden derine büyütülerek bir ahtapot gibi ülkenin her yerini sarmıştır. Birbirinin ikizi olan bu yapılar aynı amaca hizmet etmiştir. Sırası gelen harekete geçmiştir.

12 Eylül 1980 ülkenin ABD'nin oyunlarına peşkeş çekildiği gündür. Öyle bir temel atmışlar ki on yılda bir darbe yaptırmaya ihtiyaçları kalmamış. Sadece 17 yıl sonrasında 28 Şubat 1997'de bir ayar yapılmış o kadar. Biz hala 1982'de yapılan darbe Anayasası ile yönetiliyoruz. Her iktidara gelen yeni bir anayasa yapma sözü vermesine rağmen 38 yıl geçmiş hala yeni bir anayasa yapamamışız. Yamalı bohça gibi değiştirile değiştirile günümüze dek gelen mevcut Anayasadan kimse memnun değil, buna rağmen değiştirilemedi gitti.

Bunca yıl geçmesine rağmen maalesef biz 12 Eylül ile doğru dürüst yüzleşemedik. Ahı gitmiş, vahı kalmış iki darbe komutanını formaliteden yargıladık o kadar. Bugünkü kötülüklerin temelinin 12 Eylül olduğunu bilelim. Bilelim ki bir daha bizi gafil avlamasınlar.

* 12/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bayram Bilançosu *

Ne zaman bu ülkenin bayramları uzun tatile denk gelmişse trafikte ölenlerin sayısında anormal bir artış olmuştur. Geçen yıl 10 günlük bayram tatilinde ölenlerin sayısı 103 iken bu seneki 9 günlük bayram tatilinde bu sayı 142 ölü, 859 yaralı şeklinde cereyan etmiştir. Oranlarsak bayram tatilinin her günü yaklaşık 16 kişi ölmüş, 95 kişi ise yaralanmıştır. Yani kazalarda ölenlerin sayısı geçen yıl yüzde 10,3 olarak gerçekleşirken bu yıl 12,78’e çıkmıştır.

Yollarımız mı kötü, arabalarımız çok mu modelsiz? Aksine yollarımız otoban gibi, arabalarımız ise neredeyse son model. Doğal olan kazalarda azalma olacağı yerde artış oluyor. Yetkililer bayram gelmeden tatile çıkacakları değişik yollarla uyarmasına rağmen maalesef yollarımız yine can pazarı.
Kaza yapanların ne kadarının aşırı hız dolayısıyla olduğuna dair elimde bir veri yok ama genelde kazaların ekseriyeti hız sebebiyle olmaktadır. Çünkü dümdüz, geniş, gidişli-gelişli yolu gören arabasının gücüne göre Allah ne verdiyse basıyor. Maalesef uyarıları dikkate almıyor, karayollarının belirlediği hız sınırlarına uymuyoruz. Çünkü ecele gitmeyi kafaya koymuşuz bir defa. Ha aşırı hız yaparak kendimizi ve çevremizi tehlikeye atmışız, ha intihara kalkışmışız. Arasında fark yok. Bu laf anlamaz, söz dinlemez tavrımız nereye kadar devam edecek, her uzun bayram tatillerinde başımıza gelecek olanı bu şekil seyretmeye devam mı edeceğiz? Arabaya atlayan bir an evvel gideceği yere varmak amacıyla kural dinlemez tavrına devam ettiği müddetçe bayramlarımız can pazarı olmaya devam edeceğe benziyor. Kaza yapanların şoförlük durumu incelense hemen hemen hepsi kendisine çok güvenen usta şoför. Çünkü acemi şoför kolay kolay kaza yapmaz.

Kazaların çoğunun trafik kurallarına uymamaktan kaynaklandığı, trafiğe çıkanlar kendi başına buyruk hareket ettiği dikkate alınırsa sanırım denetim eksikliği var. Trafik yeterince görevini yapmamış demektir. Belirli yerlerde trafik kontrol noktaları oluşturulmuş olsaydı öyle zannediyorum sürücüler biraz kendilerine çekidüzen verirdi. Belli noktalara gerçekmiş gibi polis arabası fotoğrafını koymakla olmuyor bu işler. Çünkü trafik canavarı, sanalı dikkate almaz. Bizzat karşısında canlı bir muhatap görmek ister. Anlaşılan sorumlular da tatil yapıyor bayram tatillerinde.

Son model arabaların çoğunda vites atma derdi de yok. Arabaya binince sadece gaza basmak kalıyor. Çünkü otomatik vitesli arabalar yaygın şimdi. Hız yapılacak yerlerde eskiden radarlar olurdu, şimdilerde yok. İçişleri Bakanlığı sürücülerin dikkatli olması için yol kenarlarına koyduğu sanal trafik arabalarına yaptığı masrafı belli yerlere mobese koysa daha etkili olur diye düşünüyorum. Konya’da yaşayanlar bilir. Şehirlerarası yol gibi olan İstanbul Yolunda mobese uygulaması diyebileceğimiz TEDES uygulaması var. TEDES başlangıç noktasına gelen sürücü, belirlenen hız sınırına riayet ediyor. Çünkü işin ucunda radara girmek var. Kaza oranları da yok denecek kadar azaldı. Üstelik bu yolda TEDES uygulaması günün iki saatinde yapılıyor. Belirlenen iki saatin hangi zaman diliminde olduğunu bilmeyen sürücü TEDES uygulaması varmış gibi hız kurallarına riayet ediyor. Çünkü hız ihlalinin cezası yüksek. Bizim hakkımızdan da ancak ceza gelir.

TEDES, radar veya mobese uygulamasının maliyetli ve masraflı olduğunu biliyorum. Ama giden canların yanında maliyete bakılmaz. Bir an evvel şehirlerarası yollarda bu uygulamaya geçilmelidir.

* 29/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





26 Ağustos 2018 Pazar

Dişlerimize dair

Vücudumuzun her bir organı Allah'ın bize bahşettiği en güzel nimettir. Dişlerimiz de sayısız nimetlerden biridir. Hem de 32 tanesi birden. Birbirine kenetlenmiş dişlerimizin her birinin ayrı bir fonksiyonu var: Bazısıyla ısırır, bazısıyla böler, bazısıyla da çiğneriz. 

Dişlerimizin bir tespihin taneleri gibi yanyana durması "Bak insanoğlu! Biz hepimiz aynı amaca hizmet eden, yanyana durmuş; birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için parolasıyla sana hizmet ediyoruz. Birimiz rahatsızlandığı zaman aynı acıyı hepimiz çekeriz. Birimiz eksikliği zaman onun eksikliğini 31'imiz birden çeker. Çekeriz ama çekememezlik yapmayız. Sağ yorulursa sol devreye, sol yorulunca sağ devreye girer. Siz de bizim gibi birbirinize omuz omuza olursanız bizim birliğimizden güç-kuvvet doğduğu gibi sizin birlikteliğinizden de iyi bir sinerji meydana gelir" der gibi.

Yeme, içme ve konuşmamızın olmazsa olmazı dişlerimizin kıymetini biliyor muyuz? Çok bildiğimizi söyleyemem. Çünkü zamanında hoyratça kullanıyoruz. Onlarla kırıyor, ufalıyor, parçalıyoruz. Soğuk-sıcak demeden ağzımıza kattığımız her şey mideden önce dişlerden geçiyor. Bakımını da yapmıyoruz doğru dürüst. Ne zamanki dişler çürümeye, sancı yapmaya başladığı zaman kıymetini anlıyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. İşte o zaman eyvah ki eyvah diyoruz ama geriye dönüş yok maalesef.

Dişler sıkıntı vermeye başlayınca acaba kendiliğinden geçer mi diye bekliyoruz. Kolay kolay diş hekimine uğramıyoruz. Oranını bilmem ama herhalde yüzde doksanımızda dişçi fobisi var. Yani korkuyoruz dişçiye gitmekten. Üstelik masraflı ve git-gel isteyen bir iş. Hele bir diş fakültesine yolun düşerse yandın demektir. Farklı günlerde tedavi için gider gider, gelirsin. Çünkü tedavi birden bitmiyor.

Korksan da, iş bitmese de kaça kaça dişçiye teslim edersin kendini. Tek yapacağımız ağzımızı iyi açmak, dilini sağa sola oynamamak ve kaldırmamak. Dişçi el emeği, göz nuru didinir durur biz onları kasap gibi görsek de. Kolay kolay çekmez dişi. Kurtarabilir miyim diye dolgu, kanal tedavisi, kaplama vb. her yolu dener. Seni bir daha çağırır bir daha. Dişçideki sabır olmaz bizde. Bir bitse der dururuz.

İşi bitirdikten sonra dişçinin üşenmeyip diş fırçalama usulünü göstermesi görmeye değer. Çünkü diş fırçalama yöntemimizi beğenmezler. Şöyle böyle fırçalayacaksın der, uygulamalı olarak gösterirler.

Dişimize bu kadar özen gösteren dişçiler ah biraz da moral verseler! "Dişlerin ölmüş, diş etlerinde hastalık var, dişlerini sıkıyorsun,  gece plağı yaptırmanı öneririm. Dişlerin diş etlerinden ayrılmaya başlamış, dişlerinin arası açılmış, düzgün fırçalamıyorsun, diş ipliği kullanmalısın" gibi.

Hasılı her türlü derdimize katlanan, her ağzımıza aldığımızı bir güzel öğüten dişler bir zaman sonra ağzımızda sıkıntı olmaya başlıyor. Demek ki insanın ömrü gibi onların da bir ömrü var. Allah kimseye diş sıkıntısı, diş sancısı vermesin, dişle imtihan etmesin, ağzımızın tadını bozmasın. Dişlerin kendi aralarında bir ve beraber iş bölümü yaptıkları gibi insanların da birbirine sımsıkı kenetlenmesini nasip etsin.