26 Ağustos 2018 Pazar

Dişlerimize dair

Vücudumuzun her bir organı Allah'ın bize bahşettiği en güzel nimettir. Dişlerimiz de sayısız nimetlerden biridir. Hem de 32 tanesi birden. Birbirine kenetlenmiş dişlerimizin her birinin ayrı bir fonksiyonu var: Bazısıyla ısırır, bazısıyla böler, bazısıyla da çiğneriz. 

Dişlerimizin bir tespihin taneleri gibi yanyana durması "Bak insanoğlu! Biz hepimiz aynı amaca hizmet eden, yanyana durmuş; birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için parolasıyla sana hizmet ediyoruz. Birimiz rahatsızlandığı zaman aynı acıyı hepimiz çekeriz. Birimiz eksikliği zaman onun eksikliğini 31'imiz birden çeker. Çekeriz ama çekememezlik yapmayız. Sağ yorulursa sol devreye, sol yorulunca sağ devreye girer. Siz de bizim gibi birbirinize omuz omuza olursanız bizim birliğimizden güç-kuvvet doğduğu gibi sizin birlikteliğinizden de iyi bir sinerji meydana gelir" der gibi.

Yeme, içme ve konuşmamızın olmazsa olmazı dişlerimizin kıymetini biliyor muyuz? Çok bildiğimizi söyleyemem. Çünkü zamanında hoyratça kullanıyoruz. Onlarla kırıyor, ufalıyor, parçalıyoruz. Soğuk-sıcak demeden ağzımıza kattığımız her şey mideden önce dişlerden geçiyor. Bakımını da yapmıyoruz doğru dürüst. Ne zamanki dişler çürümeye, sancı yapmaya başladığı zaman kıymetini anlıyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. İşte o zaman eyvah ki eyvah diyoruz ama geriye dönüş yok maalesef.

Dişler sıkıntı vermeye başlayınca acaba kendiliğinden geçer mi diye bekliyoruz. Kolay kolay diş hekimine uğramıyoruz. Oranını bilmem ama herhalde yüzde doksanımızda dişçi fobisi var. Yani korkuyoruz dişçiye gitmekten. Üstelik masraflı ve git-gel isteyen bir iş. Hele bir diş fakültesine yolun düşerse yandın demektir. Farklı günlerde tedavi için gider gider, gelirsin. Çünkü tedavi birden bitmiyor.

Korksan da, iş bitmese de kaça kaça dişçiye teslim edersin kendini. Tek yapacağımız ağzımızı iyi açmak, dilini sağa sola oynamamak ve kaldırmamak. Dişçi el emeği, göz nuru didinir durur biz onları kasap gibi görsek de. Kolay kolay çekmez dişi. Kurtarabilir miyim diye dolgu, kanal tedavisi, kaplama vb. her yolu dener. Seni bir daha çağırır bir daha. Dişçideki sabır olmaz bizde. Bir bitse der dururuz.

İşi bitirdikten sonra dişçinin üşenmeyip diş fırçalama usulünü göstermesi görmeye değer. Çünkü diş fırçalama yöntemimizi beğenmezler. Şöyle böyle fırçalayacaksın der, uygulamalı olarak gösterirler.

Dişimize bu kadar özen gösteren dişçiler ah biraz da moral verseler! "Dişlerin ölmüş, diş etlerinde hastalık var, dişlerini sıkıyorsun,  gece plağı yaptırmanı öneririm. Dişlerin diş etlerinden ayrılmaya başlamış, dişlerinin arası açılmış, düzgün fırçalamıyorsun, diş ipliği kullanmalısın" gibi.

Hasılı her türlü derdimize katlanan, her ağzımıza aldığımızı bir güzel öğüten dişler bir zaman sonra ağzımızda sıkıntı olmaya başlıyor. Demek ki insanın ömrü gibi onların da bir ömrü var. Allah kimseye diş sıkıntısı, diş sancısı vermesin, dişle imtihan etmesin, ağzımızın tadını bozmasın. Dişlerin kendi aralarında bir ve beraber iş bölümü yaptıkları gibi insanların da birbirine sımsıkı kenetlenmesini nasip etsin.




Af Maraz Doğurur

"Kader mahkumları" diye bir şey yoktur.
Kişinin yapıp ettikleri vardır.

Yapıp edilenin karşılığı cezadır. Bu, adalettir.

Yapılan cezanın karşılığını gördürmemek, affetmek hakkaniyete uygun değildir.
Adaletin yerini hiçbir şey tutmaz. Zira mülkün temelidir.

Bu dünya affa da, merhamete de, adalete de  muhtaçtır. Af (merhamet) mi yoksa adalet mi? İkisi  karşı karşıya gelirse adalet tercih edilir. Zira af, maraz doğurur. O yüzden affı konuşmamak, kaşımamak, akla bile getirmemek gerekir. Af tartışmaları dolayısıyla hapisteki uyuyan hücreleri uyandırmamak, yakınlarına umut vermemek gerek.

Suçlu cezasını çekmelidir. Asla aftan yararlanmamalıdır. Evet, affetmek büyüklüktür ama kadir kıymet bilene.  Eğer bir af düşünülüyorsa af, mağdurun affetme şartına bağlanmalıdır. Bu, Meclisin üzerine vazife olmamalıdır. Eğer bir genel af düşünülüyorsa, ülke için elzemse Meclisin karar vermesinden ziyade bu konuda halka gidilmelidir.

Bazı siyasi partiler bazı mahkumların haksız yere içeride yattıklarına dair bir kanaate sahip iseler o kişiler için yeniden yargılama isteyebilirler. Ama bir genel af için bırakın teklif vermeyi, düşünmemeliler bile. Zira ülkeye en büyük kötülüğü yapmış olurlar. Kimsenin buna hakkı yoktur.


25 Ağustos 2018 Cumartesi

Gelin Bu Profili Tanıyalım!

Kendisini 24 yıl öncesinde tanıdım. Birlikte çalıştık bir süre. Kendi halinde sakin, beyefendi bir görüntüsü var. Yine kendisini öğretmenler kurulu toplantısında her konuda görüş serdeden, konuştuğu zaman mangalda kül bırakmayan, işini en iyi şekilde yaptığını hissettiren ve herkesin kendisini öyle sanmasını bekleyen biri imajı edindim. Öğretmenliğin yanında ticaretle uğraşır, aynı zamanda bir oluşumun temsilciliğini yapardı. 

Her şeyi bilirim, her şeyden anlarım görüntüsü veren bu bilge kişiyi çalıştıkça daha iyi tanıdım. Bu cevher içimde kalsın istemedim. En iyisi bu profili bir yazı konusu edinerek taçlandırayım istedim.

Benden kıdemli olan bu kişi ben derse girdikten sonra kaç defa kapımı açtı. Hayırdır hocam soruma "Ders senin mi, benim dersim bu sınıfa değil mi" cevabı alırdım. Ben dersi işlemeye başlayalı ne oldu, garibim sallana sallana derse yeni geliyor, ah bir de yanlış sınıfa gelmese derdim kendi kendime. O kapıyı kapatırken öğrencilere "Bunlar aşağıda ders programına bakar, hangi sınıfa dersi olduğunu öğrenir, yine de yanlış sınıfa girerler" der demez öğrenciler kahkahayı basardı. Hemen bu arkadaş kapıyı tekrar açar: "Ramazan Hoca yine ne dedin" derdi. Ben de az önce öğrencilere söylediğimi kendisine tekrar ederdim. Hafif bir gülümseme edasıyla kapıyı tekrar kapatırdı. Ama sağ olsun ders arasında bana bu şekilde soluk aldırırdı.

Ders çıkışı biraz nefesleneyim, öğretmenlerle muhabbet edeyim derken arkadan bu arkadaş gelirdi. Ama tek başına gelmezdi. Kendisiyle beraber sınıfın yarısı ardından öğretmenlere has odaya gelirdi. Gelen çocukların biri hocayla konuşurken diğerleri ağzını ayırır, diğer öğretmenleri süzerdi. Bu rahatsızlığımı birkaç defa öğretmenler kurulunda dile getirdim. Hatta öğrenci ve öğretmen görüşme odası ayarlansın, bazı arkadaşlar teneffüste öğrencileriyle görüşsün, biz dr rahat rahat çayımızı yudumlayalım teklifi yaptım. "Bundan sonra kimse ardından öğrenci getirmeyecek, görülme yapacak çıkıp koridorda konuşsun" kararı alındı. Ama nafile! Kellim kellim, la yenfeu oldu. Çünkü aynı kişi hiç dinlemedi. Sınıftaki söküğünü öğretmenler odasında dikmeye devam etti.

Kimsede cep telefonu yokken bunda cep telefonu vardı. Ne de olsa iş adamıydı. Öğretmen görünümlü iş adamı. Dersten sonra işinin başına geçen bu arkadaş dersi olduğu zamanlarda bir çalışanına emanet ediyormuş dükkanını. Ben görmedim ama bazı öğretmenler söyledi. Dersteyken telefonu kalınca açar, müşteriyle çatır çatır pazarlık yaparmış. Ne güzel değil mi? Bir taşla iki kuş! Hem öğretmenliğini yapıyor, hem dersin arasında telefonla konuşuyor, hem ticaretini yapıyor, hem de arta kalan zamanda dersini işliyor.

Ders anlayışı, dersteki verimi nasıldı bilmiyorum ama istenen evrakı vermediğini, çünkü yapmadığını ya da savsakladığını duyardım müdür yardımcılarından. Çünkü ona göre formaliteydi bunlar. Öğretmenlik dediğin derse girip çıkmaktan ibaretti ona göre. Gereksizdi aynı zamanda. Sonra kim yapacaktı bunları? Onlara ayıracağı zamanını işine verirdi. Bu yüzden okul idaresi ona sorumluluk vermezdi. Semeri benim gibi birkaç kişiye yüklerdi.

Okulun son haftaları ve sınav dönemlerinde okul müdürü öğrenci kişisel dosyalarını doldurun, en azından teşekkür ve takdir durumunu not edin derdi. Benim gibi çaylaklar müdür yardımcısı odasından tüm sınıfının öğrenci kişisel dosyalarını alır, öğretmenler odasındaki masaya koyar, tek tek öğrenci bilgilerini doldururken bu arkadaş bir patron edasında öğretmenler odasına girer. Kolay gelsin arkadaşlar diyeceği yerde "Çalışın çalışın, belki müdür ödül verir" derdi aymazca.

İnternetin olmadığı ya da varsa da erişimin pahalı olduğu o dönemlerde okuduğumuz gazeteleri eleştirir: "Bunları okumayın, doğru yazmazlar" derdi. Hocam hangisi doğru yazar sorumuza hiçbiri derdi. Bir zaman geldi. Bağlı olduğu ve temsilciliğini yaptığı cemaat bir gazete çıkarınca koltuğunun altında o gazeteyle beraber gelmeye başladı. Hocam, siz gazete almaya ve okunmasına karşıydınız. Zira doğru yazmıyorlardı. Şimdi gazeteyle geliyorsun. Fikrin mi değişti, yoksa bu gazete doğruları mı yazıyor dedim. "Bu gazete doğru yazar, tavsiye ederim" dedi. Ne de olsa cemaatinin gazetesiydi. Ona göre cemaatinin yazdığı her şey doğruydu.

Ben vardığımda aynı okulda yıllar yılı öğretmenlik yapıyormuş, epey birlikte çalıştık, ben o okulu terki diyar eyledim, aradan 17 yıl geçti. Arkadaş aynı okulda halen çalışıyor. Öyle zannediyorum tedrisinden baba/anne, oğul/kız, torun geçmiştir. Nice müdür ve yardımcılar eskitti. Gelen gitti ama o demirbaş olarak kaldı, eskimedi. Saçı-başı ağarsa da dinçliği hala devam ediyor. Sanırım 65'ten emekli olacak.

Bir ara yaptığım hizmete biraz da siyasette devam edeyim diye milletvekili aday adaylığına soyundu. Ama siyaset onun değerini tespit edemedi, elinin tersiyle itti. Aday yapılmadı. Halbuki tam zamanıydı. Bir zamanlar cemaati hakaretler ederek gittiği partiye geri dönmüş, şimdilerde el üstünde tutuluyordu. Nasılsa cemaatinin her bir ferdi FETÖ'den sonra bürokrasinin her yerindeydi. Bunun cemaatinin borusu ötüyordu. Ha buna da bir vekillik verselerdi ne güzel olurdu. Öğretmenlikteki kıdemi 35 yılı geçmiş, ticareti alasıyla yapmış, cemaatinin temsilciliğini şeyhin değişmediği gibi değişmeden bugüne kadar getirmiş, her parmağında ayrı bir hüner olan bu tecrübeye aday adaylığı başvurusu yaptığı parti havada kapmalıydı. Belki de o parti onun sayesinde o bölgede oy patlaması yapardı. Çünkü sadece yetiştirdiği kaç nesil ona oy verseydi vekil seçilmesi hiçten değildi. Mecliste tecrübe konuşacaktı. Burada hocamız değil, onu tercih etmeyen siyaset kaybetmiştir. Çalıştığı okul mesleğin duayenini kaybetmemiş oldu.

Kendisini uzun yıllardır görmem. Sadece öğretmenliğe devam ettiğini biliyorum. Size onu daha çok anlatmak, taze haberler vermek, onu daha iyi tanıtmak isterdim.  Bu vesileyle müstefit olurdunuz. Ama takdir edersiniz ki kendisinden 17 yıldır uzağım. Tıpkı sizin gibi onun yeni hizmetlerinden ben de mahrumum. Üzüldüğüm bir değerden koca Türkiye'nin mahrum kalması...