30 Temmuz 2018 Pazartesi

Hac ve Hediye ***

Hac görevi çıkmış hacı adaylarımız bugünlerde kutsal topraklara uğrulanmaya başlandı. İçimizdeki nasibi olan kişiler bunlar. Çünkü yüz binler kurada hac vazifem çıktı çıkacak diye bekleye dursun, onlar muradına erdi. Zira onlar da bekledi yıllarca hacca gitmek için. Sırası gelen veya davet edilen gidiyor. Gitmeye yol bulan herkese Allah, hac farizasını yapmayı nasip etsin inşallah!

Hacca giden gidiyor. Ama sorunlar var. Malumunuz üzere hac, gücü yetenlerin yerine getirmesi gereken hem mali, hem de bedeni bir ibadettir. Bir meşakkattir, bir maliyettir aynı zamanda. Fakat maliyetleri biz biraz daha artırıyoruz. Çünkü hediye faslı var işin içinde bir de. Tespih, takke, seccade, koku, yüzük, kına, tülbent, çocuklara oyuncak...ilk akla gelen hediyeler. Çoğunluk daha hacca gitmeden -kurada hac çıkar çıkmaz- soluğu hac malzemeleri satan dükkanlarda alıyor. Hacca gidince de oteline yerleşir yerleşmez hurmayı nereden alırım, ne kadar götüreyim, uçak ne kadar zemzem getirmemize izin veriyor hesabı yapıyor. Oğlan, kız, kardeş, gelin, torun için ayrı hediye alma furyası başlıyor. Kimi de elektronik eşya oralarda ucuzmuş diye sipariş veriyor. Hacımız ibadet mi yapacak, yoksa alışveriş mi? Varın siz düşünün!

Kanması da işin cabası orada. Özellikle hurmada kanan kanana! Giden hacılarımız bundan dertli mi dertli! Hurma satanların müşteriye gösterdiği numune ile verdiği hurma aynı çıkmıyormuş. Hacca giden sanıyor ki mukaddes beldede sahtekarlık, hile olmaz. Ama maalesef hurma ticareti yapanlar bizim insanımızı ayakta uyutuyormuş. Hurmanın üstü başka, altı başka çıkıyormuş. Geçen bir arkadaşım bahsetti. Birlikte hac yaptığı bir arkadaşı oradan hurma beğenip almış, ardından kargoya vermiş. Kargoya verdiği hurma gecikince gelen misafirlere hurma ikram etmezsek olmaz düşüncesiyle arkadaşa: “Arkadaş, benim hurma gecikti. Sen benim orada aldığım hurmanın cinsini biliyorsun. Burada tanıdık hurma satışı yapan varsa emanet alsak…bizim hurma gelince iade etsek” demiş. Arkadaş, olur demiş. Aynı hurmadan alıp gelen misafirlerine ikram etmiş. Kargodan gelen hurmayı açınca beğendiği hurmadan eser yokmuş. Adam hurmanın en adisini doldurup göndermiş. Sonunda hacı, Türkiye’den emaneten aldığı hurmanın parasını vermiş, gelen adi hurmalar da kendisine kalmış.

Hacca giden kime, ne alayım hesabı yaparken hacı uğurlamaya giden insanımız da bu iş hediyesiz olmaz düşüncesiyle bisküvi, havlu, küp şeker, çorap gibi hediye götürüyor. Hediye gelince, hediye getirmesek olmaz diyor hacı adayımız. İşin garibi ne hediye götüren, ne de hediye getiren hoşnut bu durumdan. Nasıl bir adet ki herkes şikayetçi. Ama hız kesmeden devam ediyor bu hediyeleşme. Üstelik getirilen ve götürülen hediyeler doğru-dürüst kullanılmıyor. Çoğumuzun evi özellikle hactan gelenlerin hediye olarak verdiği tespih ve takkeyle dolu. Çekilmeyi ve giyilmeyi bekliyor.

Hediyeleşmek güzeldir. Aradaki ülfeti artırır. Yalnız bu hediyeleşmeyi başka zamanlarda yapsak daha iyi olur diye düşünüyorum. Hactan gelecek en güzel hediye hacının sağ-salim dönmesi, mebrur bir hac yapmasıdır. Tebriğe gelenlere ikram için hurma, zemzem haydi bir de misvakı ekleyelim. Bunun dışındaki hediyeler hacımıza bir maliyet ve külfet getirdiği gibi kullanılmadığı için de israftır diye düşünüyorum.

Hac ve hediyeleşmeme ile ilgili hassasiyetimizi nihayete erdirirken buradan Diyanet İşleri Başkanlığına da bir öneri getirelim: Yıllardır hac ve umre organizasyonu yapan, bu konuda iyice profesyonelleşen ve hacılarımıza her türlü hizmeti sunan DİB, hediyeleşmedeki aşırılığa dikkat çeken bir hutbe irat ederse memnun olurum. Yine hurma alırken hacılarımızın sahtekarlara kanmaması için kutsal topraklarda gerekli tedbiri almasında fayda vardır.

Hacılarımıza hayırlı yolculuklar! Şimdiden haclarının mebrur olmasını yüce Allah’tan niyaz ederim.
*** 07/08/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

27 Temmuz 2018 Cuma

Hep Gündemde Kalmanın Yolu ***

—Üstat, beni tanıyorsun? Birçok yere girdim çıktım. Hepsinde şu ya da bu şekilde bir koltuk kaptım. Bakanlığa kadar yükseldim. Kaç dönem vekillik yaptım. Ama hala içimde bir boşluk var.
—Ne boşluğu?
—Hep göz önünde olunca geri planda kaldığımı düşünüyorum. İçinde bulunduğum partiyi ele geçirmeye çalıştım, başarılı olamadım.
—Yeter, çekil köşene o zaman!
—Beni bana bırakmıyorlar.
—Kim?
—Nefsim ve belli çevreler.
—Ne istiyorlar senden? Ya da nefsin ne istiyor?
—Başbakan olmamı, "Ben bu ülkeye başbakan olacağım."
—Ben de cumhurbaşkanı olmak için heveslenmiştim. Ama avucumu yalamak kaldı bana. Ayrıca başbakanlık kalktı biliyorsun.
—Hedefi daha da büyüttüm. Cumhurbaşkanı olacağım artık!
—Nasıl yapacaksın bunu? Etin ne, budun ne?
—Olurum ya da olamam. Ama ben hep gündemde kalacağım. Öyle ki her gün kamuoyu benden bahsetmeli. Bunu hak ettiğimi düşünüyorum.
—Kim verdi sana o hakkı?
—Belli çevreler benim kapasite ve yeteneğimin farkında.
—İyi de nasıl yapacaksın bunu?
—En iyisi bir parti kurmak!
—Parti kurmayı kolay mı sanırsın? Bunun için ekip lazım, bir birikim lazım, vizyon gerek, misyon gerek.
—O dediklerinin hepsi bende var, deniyor.
—Kim diyor?
—Basın her gün benden bahsediyor. Yine malum çevreler parti kur diyor. İyi bir rüzgâr yakaladım anlayacağın.
—Haydi, hepsi sende var diyelim. Parti kurmak maliyetli! Parayı nereden bulacaksın?
—Beni ortaya sürenler açık çek verdi bana.
—Haydi, partiyi kurdun diyelim. Partinin adı ne olacak? Cumhurbaşkanı olabilecek misin? Çünkü bu ülkede her parti kuran cumhurbaşkanı olabilseydi Ülke cumhurbaşkanından geçilmezdi. Çoğu tabela partisi olarak kaldı.
—Birlikte yola çıktıklarımla partinin ismi üzere çalışıyoruz. İyi bir isim bulacağız. Beni öne sürenler kazanacağımı söylüyor. Anketlerde de daha partimi kurmadan yüksek oy alacağım açıklanıyor. Kimse vermese bile kadın seçmenlerden alacağım oy beni zirveye taşır. Hiç yapamasam eski partimden gelecek oy yeter bana. Ayrıca en büyük zevkim beni vekil yapmayan eski partimi baraj altı bırakırım. Sonra biz her kesimden oy alırız. Çünkü her düşünceden aday var içimizde.
—Diyelim ki başarılı olamadın. Bu senin için sonun başlangıcı olmaz mı?
—Niye sonun başlangıcı olsun. Seçim boyunca "Ben cumhurbaşkanı olacağım" diye çıtayı yüksek tutacağım. Güne gün basın beni gündemine alacak, benden bahsedecek. Olmaz da farz et ki başarılı olamadım. Ben yine gündemde kalacağım.
—Nasıl yani?
—İstifa edeceğim.
—Hemen pes edeceksin de niçin kurdun bu partiyi demezler mi sana?
—Biraz daha gündem oluşturmak için.
—Yani?
—Kurultay...adayım...aday değilim tartışmaları yine beni gündeme taşır. Çünkü medya "Ne olacak bu partinin hali? Aday olacak mıyım olmayacak mıyım üzerine günlerce yazıp çizecek ve konuşacak. Sayemde vekillik görenler ve varlıklarını bana borçlu olanlar kapının önüne gelip "Bizi bırakma, ne olur" diyecek.
—Eee sonra?
—Eee'si hep gündemde kalacağım demektir. Zaten istediğim de budur.
—İşin başında çıtayı yüksek tutup bol keseden atacağına, seni sevenlere umut dağıtacağına, yıllardır yaptığın bu siyasette biraz mütevazı olsaydın daha iyi olmaz mıydı?
—Olurdu olmaya da sonun hüsranla biterse iktidardan daha fazla gündemde kalacağım.
—Haydi dediğin oldu. Sonuç?
—Sonuç, reklamdır. Reklamın kötüsü olmaz. Reklam reklamdır. Başarısızlığım da bir reklam olacaktır sonuçta.
—Sonra?
—Sonraları da "Parti kurarak cumhurbaşkanlığını kazanmaya kendisini o kadar inandırmıştı ki barajın altında kalarak ayağına düşürdü. Siyasi tarihimizdeki bu siyasi figürün adı nedir" sorusu yarışmalarda hep sorulacak. Böylece yıllar geçse de gündem olmaya devam edeceğim.
—Sen gündemle kafayı yemişsin, şöhret olmak böyle bir şey olsa gerek. Keşke şöhreti önemsediğin kadar kendini ve bu seçmeni tanımaya biraz zaman ayırsaydın daha iyi olurdu. Ama bil ki bu şöhret macerası seni yavaş yavaş gündemden düşürecektir. Bu da senin yok oluşun demektir.

*** 31/07/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

26 Temmuz 2018 Perşembe

Koltuğunda Çok Tekin Durmadı *

Beş yıl önce oturduğu en yüksek devlet memurluğu koltuğunda iki tane bakan eskitti. Üçüncü bakan atanmadan önce belli bir el tarafından ismi, bakan olarak servis edildi. Geldi, geliyor, atandı, atanıyor derken layık gösterildiği makama bir başkası atandı. Deruhte ettiği müsteşarlık kaldırılınca ve bakan yardımcısı olarak da atanamayınca boşta kaldı. Sonunda işgal ettiği makamı boşaltmak zorunda kaldı. Haydi, git dendi çünkü!

Giderken kubbede hoş bir seda bıraktı mı? Camianın geneli nezdinde hayır. Çünkü istenmeyen kişisi idi. Deruhte ettiği teşkilatını hallaç pamuğu gibi savurdu. Biçip doğradı dense yeridir. Mevcutları doğrar, yenilerini getirirsem her şey yoluna girer sandı. Götürdüklerimin yanında getirdiklerimin desteği yeter de artar diye düşündü. Teşkilatı aşağıdan yukarıya sallarken ne tekme vurduklarının ne de getirdiklerinin onurunu hesaba kattı. Dediğim dedik, astığım astık, kestiğim kestik dedi.

Yeni öğretmen alımında, idareci atamada, şube müdürü seçiminde mülakat denen ucube yöntemi icat etti, ya da önüne kondu.  Siz asıl değilsiniz; asıl, asıl benim dedi. Hepsini geriye dönük puanlattı. Mevcut müdür ve müdür yardımcılarının çoğunu kapının önüne koydu. Elimi sallasam ellisi gelir dedi. Sözlü mülakat yoluyla istediğini seçip koltuğa oturttu. Öncekilere haydi asli görevinize dedi. Bunu yaparken en büyük yardımcıları, ayağını kaydırdığı milli eğitim müdürlerinin yerine vekaleten getirdiği müdürler ve sözlü mülakat yoluyla atadığı şube müdürleri idi. Yaptığı tasarrufları mahkeme iptal etti; bakanı, mahkeme kararlarına göre yeniden atama yapacağım dedi. O ise hayır dedi. Mahkeme kararlarını uygulamayan ve bakanını dinlemeyen kişi olarak tarihe geçti. Her türlü atamalarda ayyuka çıktıkça o, ben doğru yoldayım dedi. 

Seçime giderken radikal karar almaktan çekinmedi. “Beni getiren irade, oyunu düşürür” demedi. 8 yılını dolduranları 7 Haziran seçimleri öncesi rotasyona tabi tutacağım dedi. Sözü yetti. Çoğu kimse tayin isteyerek yer değiştirdi. Seçimden sonra uygulamaya gerek yok, zaten maksat hasıl oldu dedi, 8 yıl şartını uygulamadı. Yine uygulanmayacağını bile bile öğretmene performans değerlendirme sistemi adı verilen “Öğretmen Strateji Belgesini yayımlattı. Öğrenci ve velinin öğretmeni puanlaması anlamına gelen bu performans uygulamasına -gelen tepkilere rağmen- kulağını tıkadı. Öteledi ama kaldırmadı. Uygulamaya ömrü kifayet etmedi.

Proje okullarını MEB’de uygulamaya koydu. Nerede kendini ispatlamış başarılı bir okul varsa proje okul kapsamına aldı. Bu okullarda sekiz yılını dolduranlara “Haydin güle güle kendinize bir okul bulun” dedi. Yönetiminden öğretmenine varıncaya kadar bu okulların personelini değiştirdi. Proje okul dediği okulun, proje olmadan önceki durumuyla proje okulu olduktan sonraki durumu arasında kimse bir fark göremedi. Herkes “Keşke başarısız bir okulu proje kapsamına alsaydı” dedi durdu.

Öğretmen alımı ve yönetici atamalarında mülakat sistemini uygulamaya koydu. Her sınava üç katı aday davet edildi. Bir katını alarak diğer iki kat adaya “güle güle” dedi.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki öğretmen açığını kapatmak amacıyla 6 yıl çakılı kadro diyebileceğimiz “Sözleşmeli Öğretmenlik” uygulamasıyla tepki çekti. Buna da eyvallah demedi.

TEOG yerine uygulamaya konan LGS dolayısıyla öğrenci ve veli mağduriyeti hala belleklerde.

Sonuç olarak toplumun hepsini etkileyen büyük bir camiayı temsil eden kurumun en tepesinde beş yıl boyunca durdu. Belki iyi niyetli ve güvenilir, akıllı ve zeki biriydi.  Ama uygulamaya koyduğu her icraatı tartışıldı, tepki çekti. Gelen tepkiler dolayısıyla kamuoyunu ikna etme yolunu denemedi. Ne kendisi geri adım attı, ne de kendisini getiren irade, “Biraz tekin dur” dedi. Kanaatim, yaptığı ya da yapamadığı icraatlarla kendisini getiren siyasi iradeye seçimlerde puan kaybettirdi. Birlikte hareket ettiği sendikaya da itibar kaybettirdi. Ne İsa’ya yarandı, ne de Musa’ya. Keşke böyle gitmeseydi…

* 28/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.