17 Temmuz 2018 Salı

Torpilin Neresindeyiz? **



Kamuya eleman alımında veya yönetici seçiminde her birimizin ağzımızdan düşürmediği kulağa hoş gelen iki güzel kelime var: Liyakat ve ehliyet. Bu iki kelime sadece dilimizde değil, 657 Sayılı DMK' da da istenen kriterlerden ikisi. 


Liyakat ve ehliyetin neresindeyiz? Ne kadar riayet ediyoruz ihtiyacımız olan yere birini seçeceğimizde? İşte bu sorular çok su götürür maalesef. İstediğimiz kadar liyakat ve ehliyeti dilimizden düşürmeyelim, Kanun'da iki şart olarak sunmaya devam edelim, Allah Kur'an'da "Emanetleri ehline verin" buyursun; sonuç, imam bildiğini okuyor. Bu alanda milletçe sınıfta kaldık desek yanlış olmaz. Maalesef karnemiz ve sicilimiz iyi değil, hatta berbat. Çünkü kahir ekseriyetimiz iyi bir sınav vermiyor. 


İşin garibi adam kayırmacılığından, ahbap-çavuş ilişkisinden "Dayısı olan giriyor" diyerek herkes şikayetçi. Ama istisnalar hariç çoğumuz bu işin içindeyiz. Yeter ki bir yere atanacak bir tanıdığımız olsun veya atama yapılacak komisyonda görev yapalım.  Ya torpil yapacak birine ulaşmaya çalışıyoruz, ya da görevlendirildiğimiz komisyonda bize ulaşan olmasın. Hatta bazımız tek referansı yeterli bulmayıp ne kadar etkili ve yetkili kişiye ulaşırsak işimiz o kadar garanti olur düşüncesiyle çalmadık kapı bırakmayız.


Son yıllarda FETÖ gibi terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla kamuya alımlarda can simidi gibi sarıldığımız sözlü mülakat, “Birileri kayırılıyor” şayiasını beraberinde getirdi. Sözlü mülakatlarda görev yapan komisyon üyeleri, “Biz ehliyet ve liyakata göre alacağız, kesinlikle kimseyi kayırmayacağız…” dese veya devletin en üst kademesinde görev yapan yetkili kişiler komisyon üyelerine, “Önünüze üç katı aday gelecek. Siz bunlardan üçte birini seçeceksiniz. Seçerken elinizi vicdanınıza koyarak karar verin, kendi işinize adam alır gibi seçin…” dese ya da aday veya aday yakınları, “Hak eden ve layık olan kazansın. Biz asla birilerini devreye koymayacağız…” dese ve her şey hakkaniyet ölçüsü içerisinde yapılıp hiç torpil yapılmasa bile sözlü mülakatın özünde torpil var algısı vardır. Yani çok su götürür. Hatta halkımız mülakatı, eşittir torpil olarak görmektedir. Böyle görmekte haklılar da. İşin garibi çoğumuz torpil buluyor, torpil yapıyoruz. İstediğimiz olmayınca “Torpil var” diye bas bas bağırıyoruz. Bu konuda öyle algı oluşmuş durumda ki  adamın yoksa kamuya giremezsin sözü belleklerimize iyice yerleşti. “Ben torpile karşıyım, torpil yoluyla iş sahibi olmak istemiyorum diyen de torpil bulmak zorunda hissediyor kendini.


Kamuya alımlarda devletin köküne dinamit koymak demek olan ve toplumsal barışı zedeleyen kayırmacılığa bir dur demenin zamanı gelmedi mi hala? Böyle gelmiş böyle gider mi diyeceğiz? Dün onlar yaptı, onlar yaparken iyiydi, bugün biz yapmayacak mıyız demeye devam mı edeceğiz? Herkesin şikayet ettiği bu çürümüşlüğe son noktayı koymayacak mıyız? Eşittir torpil demek olan bu mülakat belasından nasıl kurtulacağız? Bu konuda soruları çoğaltabiliriz. Bu konuda şunu söylemek istiyorum. Kamuya alımlarda torpil varsa bilelim ki torpil iki taraflıdır: Torpili talep eden ve bunu yerine getiren. Bir defa torpil istemeyen ekseriyetimiz torpilin kalkması konusunda samimi değiliz. Maalesef yanlış bildiğimiz bu yöntemle kayırdıkça, kayırma aradıkça pamuk ipliğine bağlı barış ortamını yok ediyor, geleceğimizi tüketiyoruz.


Torpile kapı açan mülakat kimin aklıysa bu aklı kendine saklasın. Bu yöntem ahlaki yozlaşmayı artırırken devlete ve insanlara olan güveni azaltıyor. Mülakat yöntemi iktidarın da topuğuna sıkıyor ve kolay kazanacağı seçimleri daha zor veya bıçak sırtında kazanmaya başlıyor.


Torpil konusunda torpil yapanlar kadar torpil arayanlar da suçlu. İki tarafı pis bir değneği taraflar tutmaya devam ediyor. Burada devlete düşen torpile kapı aralayan mülakatla kamuya eleman alımı yöntemini çöpe atmaktır. Bu yöntemin ne iktidarda olana katkısı olur; çünkü buradan oy çıkmaz. Ne de devlete hayrı olur; çünkü ortalık hakkımı helal etmiyorum diyerek devlete küsenlerle dolu. Torpil ile devlete atananlar da devlet ve millete hayır etmez. Çünkü ehil olmadan o göreve geldi veya makama atandı. Zaten bu yüzden olsa gerek, bulunduğu yerde başarılı olamasa bile istifa mekanizması bizde çok hatta hiç işlemiyor.


Gelin, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın umutlarını tüketmeyelim. Kamuya alımlarda yeniden sınav ve güvenlik soruşturmasını şart koşalım. Yoksa bugünlerimizi çok ararız.

** 23/07/2018 günü kahtasoz.com da yayımlanmıştır.




15 Temmuz Darbe Gecesinde Sala Veren Müezzinleri Darp Edenlere Ne Yapıldı?

15 Temmuz darbe gecesi Diyanet İşleri Başkanlığının direktifi gereğince tüm Türkiye’de camilerimizin minarelerinden sala okunmaya başlanmıştı hatırlarsınız. 120 bin camide aynı anda okunmaya başlanan salalar toplum nezdinde hüsnü kabul gördü. 

Kanlı darbe teşebbüsünün ikinci seneyi devriyesinde Habertürk kanalına telefonla bağlanan ve 15 Temmuz gecesi ile ilgili sorulara cevap veren eski(eskimez) Diyanet İşleri Başkanına gazeteciler, “Basın ve medyada darp edilen din görevlilerin bilgileri yer aldı. Bu sayı tüm Türkiye’de kaç din görevlisinin başına geldi” şeklinde bir soru sordu. Sayın Görmez, “60 camide sala veren müezzine fiili saldırı olduğunu” söyledi. Yine gazeteciler, “Darp eyleminin kaç tanesi darbeci askerler tarafından işlendiğini” sordu. “Yarıdan fazlasını” cevabını verdi Sayın Görmez. “İmamlara yapılan bu fiili saldırı ile ilgili ne yapıldığı” sorusuna, “Haklarında suç duyurusunda bulunuldu” dedi Görmez. Gazetecilerden “Suç duyurusu yapılanlar hakkında hangi fiili tecavüzcüye ne cezası verildi” sorusunu sormalarını beklerdim. Ama böyle bir soru sorulmadı.

Sayın Görmez o geceye dair önemli açıklamalarda bulundu. Burada sala veren müezzinlere uygulanan darbı konu edinmek istiyorum. Görmez’in verdiği bilgiye göre fiili tecavüzün yarıdan fazlası darbeciler tarafından işlenmiş.  Sala okuyan müezzinlere darbeci askerler tarafından yapılan saldırıyı kendi içinde tutarlı görürüm. Ha cami duvarına işemiş, ha minareye, fark etmez. Çünkü milletin ve Meclisin üzerine bomba atan, gözlerini kırpmadan sivillerin üzerine kurşun yağdıran canilerin müezzini darp etmesi normal. Öldürmediklerine şükretmez lazım. Zira onlara göre darbenin karşısına çıkan herkes çoktan ölmeyi hak etmişti. Umarım bu darbe teşebbüsüyle birlikte sala verirken görevliye dipçik vurup yere yıkan bu caniler şimdi içeridedir ve hak ettikleri cezayı fazlasıyla almışlardır.

Sayın Görmez’in yaptığı açıklamadan anladığım imamlara fiili tecavüzde bulunan kişilerin yarıya yakını sivil darbe severler tarafından işlenmiş. Bunlara ne yapıldı, haklarında sadece dava mı açıldı, bunlar hakkında tutuklama kararı verildi mi? Yoksa ellerini ve kollarını sallayarak toplum içerisinde geziniyorlar mı? Umarım darbeye teşebbüs edenler gibi işlem görmüşlerdir bunlar. Verilen emir çerçevesinde kamusal bir görev ifa eden bu görevlilere saldıranlar şayet ifadeleri alındıktan sonra “Adli Kontrol Şartı” ile hiçbir şey yokmuş gibi salıverildiyse vay halimize! Çünkü son yıllarda ölüm ve yaralama dışında darp eyleminde bulunanlar ifadelerinden sonra salıveriliyor. İnşallah bu darbe severlere aynı muamele yapılmamıştır. Bence sala veren görevliye vazife başındayken yapılan bu saldırı diğer darplara benzemez. Yapılan bu eylem darbeye teşebbüs eylemidir; milletin üzerine bomba yağdıranlardan, silah çekenlerden farkı yoktur. Aynı amaca hizmet etmiştir. Darbede suçüstü yakalanan gözü dönmüşlerle aynı cezayı çekmeleri için yargılanmaları gerekiyor.

Sala veren görevlilere darbeci askerlerin dışında fiili saldırıda bulunan sivil darbe severlere, “Ceza verildi mi? Ceza verildiyse ne kadar ceza verildi? Yoksa ifadelerinin ardından salıverildiler mi” sorularına cevap verilmesini etkili ve yetkili makamlardan istiyorum.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

"Çöp Sepeti gibi Karıştırıp Durma!" ***

Orta üçüncü sınıf olsa gerek, Recai Gümüş isimli bir hocamız sosyal bilgiler dersimize gelmişti. Yerine pek oturmaz, yazı tahtasının önünde dersini anlatır dururdu. 45 kişilik sınıf onu pürdikkat dinlerken bazen sesini yükseltirdi. Ses tonunun yükselmesi demek birine kızıyor demekti. Kızmasıyla birlikte herkes bana mı diyor diye sağına-soluna, önüne ve arkasına bakardı. "Bir şey yok, herkes önüne dönsün" derdi. Kime kızdığını da bilemezdik. Çünkü kimsenin onuru zedelenmesin derdindeydi. Derdi kiminle idi. Biz hiç öğrenemedik. Çünkü uyarırken kafasını yukarı doğru kaldırır ve gözlerini yumar, öyle kızardı.

"Be adam! Kime, niçin kızardı? Söyleyiver" dediğinizi duyar gibiyim. Baştan söyleyeyim, söyleyeceğim pek hoşunuza gitmeyecek. Ayrıca fazla merak iyi değildir. Mademki istediniz o zaman söyleyeyim: "Çöp sepeti gibi karıştırıp durma oğlum, bırakıver artık!" derdi. Buradaki çöp sepeti, her sınıfta çöpün atıldığı çöp sepeti değildi. Ne zaman böyle demişse "Biri yine burnunu karıştırıyor" anlardık. Kulakları çınlasın! Sosyal Bilgiler dersinde dersin yanında hayatı öğretiyormuş bize. 

Okuldan sonra bir daha görüşmedim ama aynı hassasiyetini emeklilikten sonra da devam ettirdiğini düşünüyorum. Ama ne kadar başarılı olduğu meçhul! Çünkü toplumda arabanın vitesiyle oynar ya da çöp toplayıcıların çöpün içini deşelediği gibi burnuyla o kadar oynayan var ki! Ne zaman böyle birini iş üzerinde görmüşsem Recai Gümüş hocamı hayırla yâd ederim. 

Derslerde de zaman zaman aynı icraatı deruhte eden bazı öğrenciler dikkatimi çeker. Tıpkı hocamızın yaptığı gibi "Yavrum, bırakıver artık şu burnunla oynamayı" derim öğrenciye bakmadan. Ama nerede o eski öğrenciler? Hocamızın uyardığı öğrenci, işini yarım bırakır; kendisinin kastedildiğini belli etmezdi. O da herkes gibi sağına-soluna bakardı. Şimdiki bu işi yapanlar ise öz güveni yüksek kişiler; eli suç mahallinde, elinde suç aletiyle yakalandığı halde "Ben burnumla oynamıyorum... Ben burnumu karıştırmıyorum" cevabını veriyor hemen. Bazen de "Yavrum! Lavaboya gitmek  ister misin? Haydi git gel" derim. "Benim lavabo ihtiyacım yok" cevabını alırım. Sanki lavabo ihtiyacı sadece çiş yapmaktan ibaret!

Çöp sepeti misali burnuyla o kadar oynayanı görüyorum ki say say bitmez. Çoğu boş durmaktan sıkılmış, kendisine iş arayan cinsten. Gördüğüm zaman hemen gözümü indirir, yönümü değiştiririm. Hatta bazen aklıma şu adamın iki elini zincire vursak o zaman ne yapacak diyorum. Bu tiplerin bazısı ne yaptığını bilmiyor, bu durum kendisinde tik haline gelmiş; kimi bu işi meslek edinmiş, yerin altından maden çıkarır gibi didiniyor. Kimi de bir arkeolog inceliğiyle yapıyor bu işi. Az sonra da hiçbir şey olmamış gibi elini uzatıyor sana.

Toplumda benim dikkatimi çeken bu durumdan nasıl kurtuluruz bilmiyorum. Allah uzun ömür versin, bir ömür boyunca burnuyla oynayanlarla mücadele eden Recai Hocam başarılı olamamış ki ben başa çıkayım. Maalesef söylenmiyor da bu durum. Bu konuda toplumsal bir seferberlik başlatılsa fena olmaz: Televizyonlar bu konuyu işlese, camilerde hutbe ve vaaz konusu olarak ele alınsa, belediyeler o bildik afişlerinde bu konuya el atsa, okullarda yılın ilk dersinde öğrencilerle tanışmayı bir tarafa bırakıp bu konu işlense en azından toplumsal bir duyarlılık oluşmuş olur. Baktık adam hala icraatına devam ediyor, Allah'ın bildiğini kulundan niye saklayayım diyor. O zaman bu işe kalkışan kimselerin karşısına aynayla dikilip "Buyurun! Aynaya bakarak işinizi daha kolay yapabilirsiniz" desek belki aynada ne yaptığını görmek suretiyle biraz tiksinti duyar. 

Bu konuda acizliğimi itiraf ediyorum. Sizin varsa bir öneriniz lütfen kendinizle öbür dünyaya gitmesin. Biliyorum bana kızdınız, ele alacak başka konu bulamadın mı, bırak şu b.ktan işi dediniz. Ama ne edersiniz ki herkesin gördüğü, ama bir şey yapamadığı bu konuyu bu kadar akıllı içerisinde bir deli ele almalıydı. 

*** 28/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.