4 Temmuz 2018 Çarşamba

Yine Konya Düğünleri *

Esnaf bir dostumu ziyaret için yanına giderken komşu iki esnafa çay geldiğini gördüm. Selam verdim. "Çay içiyoruz, buyurun" tekliflerine "Çay teklifini reddetmem biliyorsunuz," dedim. Girdim içeri.

Çayımızı yudumlarken laf lafı açtı. "Ramazan Bey! Yazılarında bir de Konya düğünlerindeki ortak yemeğe değinseniz" dediler. Dertli mi dertliydi ikisi de. "Ortak kaptan yemenin hijyen olmadığını, özellikle dışarıdan şehrimize gelip düğün yemeğimizi görenler yemeklerimizin çeşitliliğini beğenseler de yiyemediklerini, çünkü yoğurt çorbası ve bamya yemeğine herkesin birden kaşık daldırmasını garipsediklerini,  biz yerken onların baktıklarını, böylesi durumlarda mahcubiyet duyduklarını, yerken fazlaca yendiğini, hatta geçen bir düğünde on kişilik masaya 7 tabak pirinç pilavının geldiğini, yemek yenirken sıra beklemek amacıyla masanın etrafında ayakta beklendiğini, bu görüntünün hem yemek yiyen, hem de bekleyen açısından güzel bir görünüm olmadığını, aslında ortak kaba kaşık saklamaktan ziyade tabldot usulü yemek vermenin daha iyi olacağını, düğünlerde zaman zaman yemek yetmediğini, çünkü kimin kaç kişiyle geleceğinin bilinemediğini, düğüne davet ettiklerinden ortalama 50-70 davetiyelik insan gelmemesine rağmen yemeğin ya yetmediğini, ya ilave yaptırmak zorunda olduğunu ya da bazısının yemek yiyemeden geri döndüğünü, aslında en güzeli düğüne katılacak olanın kaç kişiyle katılacağını düğün sahibine bildirmesinin aksaklığı önleyeceğini, yine düğünlere hediye olarak getirilen hediyenin düğün sahibinin işine yaramayacak şekilde kap-kacaktan ibaret olduğunu, keşke bunun yerine para verilse daha iyi olacağını..." saydı ikisi birden.  Bir bardak çaya dünyanın lafını işittim desem durumun vahameti sanırım daha iyi anlaşılır. Dertlilermiş, içlerini döktüler bana.

Konuşmalarını bitirdikten sonra düşüncelerine aynen katıldığımı, üstelik bu konuda defalarca yazdığımı söyledim kendilerine. Çoğu insanımız sizin, benim gibi aynı hassasiyette olmasına rağmen yerleşik düzeni değiştirmenin zor olduğunu, bazılarının da "Biz goca Gonyalıyız, bizde adet böyle. Eski köye yeni adet getirme" dediğini, işte bu azınlığın sözünün geçtiğini, kimsenin düzeni değiştirmeye kalkmadığını, aslında bu konunun camilerde vaaz ve hutbe konusu yapılmasının insanımızın ekseriyetini bilgilendireceğini, bazı kurumların ramazan ayında verdikleri toplu iftarlarda tabldot usulünü kullanıp öncü olabileceklerini, bizim düğünlerimizde sorunun sadece ortak kaptan yemek ve düğüne hediye olarak gelen kap-kacak olmadığını, düğün konvoylarının da sorun olduğunu, yeri geldiği zaman silah atıldığını, gereksiz korna çalındığını, düğün masrafının düğün sahibinin belini büktüğünü, alışverişlerin yarışırcasına çok abartıldığını, iğneden ipliğe her şeyin alındığını, düğünlere davetsiz misafirlerin geldiğini...anlattım. Bütün bunları birkaç yazıda ele aldım ama hatırınız için bu konuyu tekrar ele alacağımı ifade ettim ve yanlarından ayrıldım. Tabi bütün bu konuşmayı bir bardak çaya yaptım.

Umarım düğünlerimizde bir türlü değiştiremediğimiz bu adetlerle ilgili son yazım olur. Karar ve takdir düğün yapacakların!

* 07/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Esnaf Çay Ocağında Kadın Çalışan *

Pazartesi günü mesai bitimi iki arkadaşla birlikte bir çay içelim istedim. Her zamanki oturduğumuz esnaf çay ocağına doğru adımlarken yanımdaki arkadaş, "O çay ocağının etrafı kapalı, esinti gelmez, bir başka yerde oturalım" dedi. Nerede oturalım derken gelip geçenin seyredildiği, etrafı açık, havadar, esintinin bol olduğu bir yer aklıma geldi. Teklifim uygun görülünce o çay ocağına doğru yürüdük.

Çay ocağı kalabalıktı. Boş bir masaya oturduk. Çaylarımızı yudumlarken koyu bir muhabbete daldık. Çay ocağında çay siparişi alan, çay getiren, yerlere atılan izmaritleri temizleyen, masalardaki boş bardakları alan, kül tablalarını boşaltan sayısını bilemediğim erkek garson görev yapıyordu. Hepsi de gençti. 

Otururken önce kül tablalarını boşaltan, ardından yerdeki izmaritleri alan bir bayan dikkatimi çekti. Masalara bir göz attım. Aralarda dolaşan bir başka bayan daha gördüm. Erkeklerin çalışmasına alışkın olduğumuz çay ocağında çalışan iki genç kadın da çalışıyordu. 

Kadınlar çay ocaklarında çalışamaz mı? Eskiden olsaydı "Kadın ve çay ocağı, olur mu öyle şey” derdim. Son yıllarda her alanda özellikle erkek mesleği diyebileceğimiz sektörlerde çalışan bayanlar var şimdi. Çay ocağında niye olmasın. Yine de garipsedim. Çalışılan yer bir çay bahçesi, bir kafe, bir lokanta, turistik bir yer değil. Müşterinin yüzde yüzü erkek olan bir esnaf çay ocağında kadının çalışması kanaatimce şık olmamıştır. Haydi kadınlar çalışmak zorundaydı, böyle bir yerde iş buldu. Çay ocağı sahibi, kadının çalışmasını ne diye kabul etti? Bana garip gelen bu durum, birlikte çay içtiğimiz arkadaşım da dikkatini çekmiş ve  "Buralarda kadınlar çalıştırılmasa ne iyi olur" sözüyle teyit etti. Demek ki aklın yolu bir dedim içimden.

Eskiden kamuya memur alımında gerekli olan şartlardan bir tanesi de erkek olmak veya kadın olmak yazardı. Sanırım şimdiki alımlarda böyle bir şarta gerek kalmadı. Çünkü kadın erkeğin, erkek kadının işini yapar oldu.

Bazı işler hem kadın, hem de erkek tarafından yapılabilir. Ama bazı işler vardır ki erkeğe, bazısı da kadına uygundur. Hatta bu yüzden bazı işler için erkek, bazıları için de kadın mesleği denirdi. Genelde ağır işler erkeğe, hafif işler de kadınlar uygun görülürdü. Ev işi dendi mi kadın, inşaatta işçi dendi mi erkek; hastanede hemşire dendi mi kadın akla gelirdi. Şimdi aynı görevi yapan ve adına hemşir denen erkekler görev yapmaya başladı. Okul öncesi öğretmeni dendi mi kadın akla gelirdi, şimdi erkekler de bu alanda boy göstermeye başladı. Ebeler de kadınlardan olur hep. Ebelik yapan erkeğe rastlamadım. Ama ebe erkekler de çalıyor, sen uyuyorsun” denirse hiç şaşırmam.


Erkek beklediğin yerde kadını, kadın beklediğin yerde erkeği görmenin örneklerini -sanki adam kıtlığı varmış gibi- bundan sonra fazlasıyla göreceğiz anlaşılan. Kim nerede belli değil. Keşke eskisi gibi kamusal alanda yapılacak işlerde erkeğin işine kadın, kadının işine de erkek karıştırılmasa diyorum.

*09/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


3 Temmuz 2018 Salı

Anam Babam Usulü Eğitim

—Eğitim ve öğretimimizi nasıl görüyorsun?
—İçler acısı dense yeridir.
—Aslında eğitim ve öğretimi düze çıkarmak için çok şey yapıldı ama...
—Yapıldı yapılmasına ama sonuç ortada. Her şeyin başı kabul ettiğimiz eğitim ve öğretimimiz yerlerde sürünüyor.
—Sıkıntı nedir sence?
—Bildik sistemleri sık sık değiştirmekten, mevcut yeni getirdiğimiz sistemden sonuç almadan yeni sistemi bir oldu bittiyle getirmekten bitap düştük. Maymun iştahlı olduk hep. Hangisini getirirsen getir daha da dibe gidiyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
—Değiştirmek iyi değil mi?
—Ben pek anlamam ama Amerika'yı yeniden keşfe kalkıyoruz her defasında.
—Ne önerirsin?
—Anam babam usulünü.
—Hiç duymadım. Eski köye yeni adet getirme.
—Yeni değil. Uzun yıllar dede ve babalarımız uyguladı bu sistemi.
—Deden ve baban belki ilkokul mezunu bile değil. Bunlar ne anlarlar eğitim ve öğretimden. Şimdilerde sistem ortaya koyanlar, fikir babaları ve savunanları akademik kariyer yapmış, sahasında ilmin zirvesine çıkmış kişiler.
—Sorun onlarda zaten.
—Nasıl?
—Bugün anlarız diye eğitim ve öğretime yön vermeye çalışanların çoğu halktan kopuk, eğitim ve öğretimden uzak kişiler. Tıpkı halktan kopuk dünün askeri gibi. Onlar da dünyayı nizamiyenin içinden ibaret sanıyorlardı. Öyle olmadığını anlamaları çok uzun sürdü. Bugün üniversitelerde kariyer yapmış kişiler ilkokul, ortaokul ve lise eğitimine fransızlar. Bilmeyebilirler. Sıkıntı bilmediklerini bilmemelerinde. Sahasında uzman olabilirler ama bu, onların eğitim ve öğretimden anladıkları anlamına gelmez.
—Anam babam usulü ne öyleyse?
—Çocuk ilkokulu bitirdikten sonra önce dinini, diyanetini öğrensin diye bir yıl Kur'an kursuna gönderirdi. Ardından ortaokula veya imam hatip lisesine yazdırırdı. Okula gönderdikten sonra bir daha okula uğramazdı. Veli toplantısı nedir bilmezdi. Sene sonu karneyle eve geldiğin zaman olup olmayacağına karar verirdi. Karnen iyiyse "Aferin oğlum! Oku, benim gibi cahil olma. Gerekirse evi-barkı satar, seni okuturum. Sakın benim gibi cahil olma" derdi. Zayıfın çoksa veya sınıf tekrarına kalmışsan "Gel oğlum! Anlaşılan sen okumayacaksın. Tam bana çekmişsin. İyi bir meslek öğren hiç olmazsa" deyip elinden tutar, tanıdığı bir dostuna "Eti senin, kemiği benim, senin gibi bir usta olsun" diyerek teslim ederdi. Ya da derslerin sene sonunda biraz vasatsa aklı başına gelsin, zorluğu görsün, burnu biraz sürtülsün diye yaz dönemi bir esnafın yanına çalışman için verirdi. Zoru gören sene içinde dört elle dersine sarılırdı. Kalan bir meslek öğrenirdi. Anlayacağın herkes okumazdı. Bu usulden herkes faydalanırdı. Elene elene okullarda sadece okumak isteyenler kalır, diğerleri küçük yaştan itibaren bir meslek öğrenirdi. Küçük-büyük hiçbir zenaat çıraksız kalmaz. Usta-çırak ilişkisi çerçevesinde eğitim ve öğretim devam eder, hiçbir meslek çıraksız kalmazdı. Herkes hayatı öğrenirdi bulunduğu yerde. Şimdi okuyacak olanı da okumayacak olanı da aynı potada eritip herkesi okutmaya çalışıyoruz. Herkes başarsın, başarmasın her sene sınıf geçiyor. Sınıf geçmek için başarı kriteri yok çünkü. Herkes olmak zorunda olunca çırak, kalfa usta doğal olarak bulunamıyor. Bugün meslekleri deruhte edenler kendi işinin hem çırağı, hem kalfası, hem ustası, hem de patronu. Kendisiyle beraber mesleği de sona erecek.
—İlginç!
—Bu anam babam usulüyle toplumda adı konmamış bir iş bölümü oluşurdu. Şimdi herkes okuyor.
—Okumak iyi değil mi?
—İyi de çoğu okuma nafile bir çabadan ibaret. İstihdam alanı yok. Esas sorun bundan sonra yani okuduktan sonra başlıyor. İşin garibi anam babam usulünden herkes memnundu. Şimdi kimse memnun değil. O zaman okuyan, okumayan, zenaat öğrenen herkes kendi işine yoğunlaşır. Kimse kimsenin alanına müdahale etmezdi.
—Ne demek bu?
—Herkes yerini, yurdunu yani haddini bilirdi, durumuna razı olurdu. Kimse rızık endişesi taşımazdı. 
—İyiymiş bu anam babam usulü.
—Hem de ne iyi.
—Ve babalarımız bizi bizden daha iyi bilirdi. Kimseyi memnun etmeye çalışmazdı. Bizi bize bırakmazdı. Şimdiki sistemde ne ana baba, ne öğretmen kimse kimseyi bilmiyor, tanımıyor. Şimdi sorarım sana anam babam mı arifmiş, eğitim ve öğretimden anladığını sanan isminin önünde ünvanı olan kişiler mi?