13 Haziran 2018 Çarşamba

Bundan Sonrasını Bu Çocuğun Gittiği Okul Düşünsün!


İki yıldır dersine girdiğim bir öğrencinin annesini her gün okulda gördüm. Çocuğuyla haftada bir derste karşı karşıya geldim. Annesiyle ise hemen hemen her gün.  Veliyi her gün gördüm okulda. Her gördüğümde bir öğretmenle görüşür buldum. Beni gördüğü zaman da sağ olsun beni hiç es geçmedi. Ya çocuğunun durumunu anlattı, ya çocuğunun durumunu sordu. Zaman zaman çocuğunun dersimle ilgili soru çözmediğini, bunun için ne yapması gerektiğini hatta bazen daha da ileriye gidip derste soru çözmem ve  eba’ya soru göndermem gerektiğini de hissettirdi. Bazen de hangi test kitabını kaynak olarak alması gerektiğini sordu. Sınav tarihiyle ilgili kendince bir sıkıntı görmüşse oğlundan önce kadın beni buldu: “Hocam sınav tarihini şu güne alsak, çocukların o gün şu dersten sınavı var, üstelik o gün okul deneme yapacakmış, çocuklar için puan önemli biliyorsunuz” gibi taleplerde bulundu. Beni öğretmen odasına bulamamışsa dışarıdan buldu. Önümde çocuğu mu okudu, kadın mı bilemedim gitti.

Kendisine ne okul ne şahsım bugüne kadar hiç kusur işlemedik. Ne sorduysa cevap verdik, ne istediyse yerine getirmeye ya da izah etmeye çalıştık. Ah keşke annede olan bu okuma azim ve gayretinin milyonda biri üzerinde titrediği oğlunda olsaydı. Göremedim hiç. Çocuk dersimde ya uyudu, ya da etkisiz bir eleman gibi durdu ders boyunca.

Şükür ki çocuk bizden mezun oldu. Aslında karneyi çocuğa değil, annesine vermek lazımdı. Çünkü çocuk okumadı, anne okudu. Maşallah ne hastalandı, ne de işi çıktı. Ömrünü çocuğuna hasretmiş bir veliydi benim gözümde. Çünkü okula, okulun bir personeliymiş gibi geldi durdu. Ne bıktı, ne usandı. Nazik ve kibardı üstelik. Ama fazla naz veya ilgi aşığı usandırıyorsa beni de usandırdı. Sadece bana mı bu ilgi diye dersine giren öğretmenlerden bazılarına sordum. Çocuğu söyler söylemez adını duyan dişleri görünürcesine gülümsedi. Tüm öğretmenler aynı durumdan muzdaripti. Üstelik onlar benden bir ileri derecedeydi, velinin adını da biliyorlardı. Ben nedense iki yıldır adını sormayı düşünememişim.

Gelelim bundan sonrasına…Çünkü biz bu çocuğu mezun ettik. Çocuğu LGS’de ne yapar ne eder bilmiyorum ama her halükarda bu çocuk lisenin birine devam edecek. Ama sınavlı ama kayıt alanına göre bir lisede. Bundan sonrasını biz değil, çocuğun kayıt yaptırdığı lisenin müdürü, yardımcısı, güvenliği ve öğretmeni düşünsün. Dile kolay dört yıl onların öğrencisi olacak, pardon velisi. Allah çocuğun gittiği lisenin iç paydaşlarına yardım etsin...

Annenin tek çocuğuymuş öğrendiğime göre. Duyunca “Keşke bu kadının birkaç çocuğu olsaydı en azından okula birkaç günde bir gelirdi” dedim. Çünkü her bir çocuğuna bir gün ayırsa bize birkaç günde bir sıra gelirdi. Belki de yeterince ilgi gösteremem diye birden fazla çocuğun olmasını istemedi.

Bu kadının durumunu görünce Aytaç AÇIKALIN’ın anlattığı bir anekdot geldi aklıma. Bir seminerinde, “Arkadaşlar! Velinin ne işi var okulun içinde? Siz hiç ameliyata giren bir hastanın yanında hasta yakınının da girdiğini gördünüz mü? Nasıl ki doktor hastayı aldıktan sonra hasta doktora emanet ise ve ameliyathaneye hasta yakını giremiyorsa okullarda da böyle olması gerekir. Yani veli, çocuğunu okula teslim ettikten sonra olur olmaz her şeye karışmaması gerekir” demişti.

Kulakları çınlasın Aytaç AÇIKALIN hocamın…

Ahlakı Olmayan Müslümanlık Bizimkisi ya da Kaporta Müslümanlığı


Kadir gecesi günü Kadıköy'de bir iş yerine hırsızlık yapmak amacıyla giren üç kişiden biri masaları karıştırırken eline gelen bir Kur'an-ı Kerim'i alnına götürüp öptükten sonra hırsızlığına kaldığı yerden devam ediyor. Bu görüntü, iş yerinin güvenlik kamerası tarafından saniye saniye görüntüleniyor. Ne dersiniz bu hırsızlık şekline? Ya bu hırsıza ne dersiniz? Hırsızlık ve Kur'an'a saygı... bağdaştırabiliyor muyuz bu durumu? Ya da "Aferin hırsıza! Müslümanmış" mı deriz?

"Güler misin yoksa ağlar mısın" deriz herhalde ilk önce.  Çünkü hırsızımız, ne emeğe saygısızlık ve haksız kazanç olan hırsızlığından vazgeçiyor, ne de Kur'an'a saygıda kusur ediyor.  Hırsızın bu yaptığına "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" demenin tam zamanı sanki! Aslında bu gördüğümüz manzarayı Ömer Hayyam:
"Bir elimizde kadeh, bir elimizde Kur'an/Bir helaldir işimiz, bir de haram,
Şu yarım yamalak dünyada/Ne tam kafiriz, ne de tam Müslüman." demek suretiyle dokuz asır öncesi yazdığı bu şiiriyle Müslümanların içinde bulunduğu çelişkisine dikkat çekmiş. Mekanı cennet olsun.

Gülünecek değil, ağlanacak halimiz bu. Zira bu, içi boşaltılmış bir Müslümanlıktır, ahlakı olmayan Müslümanlık veya şekilde, görüntüde Müslümanlık ya da kaporta Müslümanlığı da denebilir. Yine bu görüntümüz bana bir papaz hikayesini aklıma getirmiştir: “Kilisede görevli bir papaz, kilisenin çanına her gün pisleyen bir kuştan muzdariptir. Her yolu denemiş ama kuşun pislediği çanı temizlemekten kurtulamamış. Bir gün farklı bir yöntem uygulamak aklına gelmiş. ‘Çanın yanına bir şarap koyayım, kuş içkiyi içsin, çana pislemesin’ istemiş. Ertesi gün papaz çanın yanına şarabı koyar, beklemeye koyulur. Az sonra kuş gelir, önce içkiyi içer, iyice sarhoş olduktan sonra kuş, çanın üzerine konarak tekrar pisler. Bulduğu bu yöntemin de işe yaramadığını gören papaz, 'Ey kuş! Nesin, kimsin, necisin, hırlı mısın yoksa hırsız mısın? Müslüman olsan içki içmezsin, Hıristiyan olsan çana pislemezsin' demek suretiyle isyanını dile getirir.

Şimdi bu hırsızın yaptığına gelelim. Bu adamın yaptığı hırsızlık Müslümanlığa sığmaz, çünkü yasaktır. Zira hırsızlıkla İslam, ya da Kur’an bir arada bulunamaz. Hırsızın yaptığı çelişkinin onlarcasını gündelik hayatta kendini Müslüman kabul eden milyonlarımız yapmıyor muyuz? Her birimizin nezdinde “Kur’an’a saygı göstermek, belden aşağıya indirmemek, abdestsiz dokunmamak, Kur’an’ı diz çökerek okumak, Kur’an’ı evimizin en müstesna yerinde kılıfında korumaya almak…gibi hassasiyetlerimiz var. Tamam saygıya amenna! Çünkü Allah kelamıdır. Fakat çelişkimiz bundan sonra başlıyor: Şekline saygı gösterdiğimiz Kur’an’ın sayfalarını şöyle hızlı bir şekilde çevirsek orada ‘Hırsızlık yapma’ diyor; biz hırsızlık yapmaya devam ediyoruz. ‘İçki içme’ diyor; biz içki içmeye devam ediyoruz. ‘Yalan söyleme’ diyor; biz yalana ve talana devam ediyoruz. ‘Faiz yeme’ diyor; biz faiz alıp vermede bir sakınca görmüyoruz.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu demektir ki Kur’an’ın şekline gösterdiğimiz saygıyı içinde yapmamızı emreden ve kaçınmamızı isteyen ayetlere göstermiyoruz. Kur’an’la taban tabana zıt bir yaşantımız var. Belki de geri kalmışlığımızın, toplumlar nezdinde bir itibarımızın olmamasının nedeni de budur. Yani içeriğine “Sem’an ve tâaten” (işittik ve itaat ettik) demediğimiz “Semi’nâ ve asaynâ” (işittik ve isyan ettik” dediğimiz müddetçe inandığımız bu İslam veya şekline saygı gösterdiğimiz bu Kur’an bizi rezil etmeye devam edecektir.

Allah bizi İslam ile şereflendirmiştir, onunla ölmeyi nasip etsin. Bize gönderdiği eşsiz eserinin dışına gösterdiğimiz saygıyı içine de göstermeyi nasip etsin. Hepimize samimiyet versin.



Selamlaşmaya İdeolojik Yaklaşmak

—Selamün aleyküm!
—Günaydın!
*
—Günaydın!
—Aleyküm selam!
*
—Aleyküm selam!
*
—Selamün aleyküm!
—Merhaba!
*
—Selamün aleyküm!
—Hoş geldiniz!
*
—Günaydın!
—Günaydın!
*
—İyi günler!
—İyi günler!
*
—Merhaba!
—Merhaba!
*
—Selamün aleyküm!
—Aleyküm selam!

Ülkemizde selam verme çeşitlerinden bir kısmını yukarıda yazdım. Sizce selam verme veya selam alma çeşitlerimizin bir kısmı normal mi?

Selam çeşitlerinden önce selam üzerinde durmak istiyorum. Selam, selam veren ve alan kişinin aynıyla iyi dilek temennisinde bulunmasıdır. Bu şekil selam vermede bir sorun yok. Olması gereken de bu zaten. Kişi ne şekilde selam veriyorsa asıl olan aynıyla mukabelede bulunmaktır. Çünkü selam iyi dilek ve temenninin yanında bir iletişim aracıdır.

Muhatabınla konuşma öncesi konuşmak için bir yoldur. Verdiğin selama farklı bir selam çeşidiyle karşılık vermek iletişimi baştan kapatmak veya açılışı sorunlu hale getirmek şeklinde anlıyorum. Bu şekil selamına kapalıyım demektir.

Yukarıdaki ilk beş selam şekli sorun, son dördü ise olması gereken selam şeklidir. Karşılaştığım insana "selamün aleyküm" şeklinde hitap etmeyi tercih etmekle beraber "günaydın, iyi günler, merhaba..." şeklinde söylenen sözleri de yadırgamıyorum. Amaç, iletişim kurma olunca söze ne ile başlamak çok önemli değil. Fakat bazılarımız karşılıklı iyi dilek temennisi demek olan selam çeşitlerini kullanmak suretiyle işe sloganik veya ideolojik yaklaşmayı tercih etmektedir. Bu şekil bir selamlaşmanın kime ne faydası var? Kafalarda bir soru işareti oluşturmanın ötesinde hiçbir amaca hizmet etmez. 

Hasılı, iletişimin vazgeçilmezi olan selamlaşmada günaydın diyene günaydın, iyi günler diyene iyi günler, merhaba diyene merhaba, selamün aleyküm diyene aleyküm selam demek suretiyle mukabelede bulunmak gerekir. Herkesin tercihine saygıda bulunmak ancak ayniyle mümkün olur.