Kadir gecesi günü Kadıköy'de bir iş yerine hırsızlık yapmak
amacıyla giren üç kişiden biri masaları karıştırırken eline gelen bir Kur'an-ı
Kerim'i alnına götürüp öptükten sonra hırsızlığına kaldığı yerden devam ediyor.
Bu görüntü, iş yerinin güvenlik kamerası tarafından saniye saniye
görüntüleniyor. Ne dersiniz bu hırsızlık şekline? Ya bu hırsıza ne dersiniz?
Hırsızlık ve Kur'an'a saygı... bağdaştırabiliyor muyuz bu durumu? Ya da
"Aferin hırsıza! Müslümanmış" mı deriz?
"Güler misin yoksa ağlar mısın" deriz herhalde
ilk önce. Çünkü hırsızımız, ne emeğe saygısızlık ve haksız kazanç olan
hırsızlığından vazgeçiyor, ne de Kur'an'a saygıda kusur ediyor. Hırsızın
bu yaptığına "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" demenin tam zamanı
sanki! Aslında bu gördüğümüz manzarayı Ömer Hayyam:
"Bir elimizde kadeh, bir elimizde Kur'an/Bir helaldir
işimiz, bir de haram,
Şu yarım yamalak dünyada/Ne tam kafiriz, ne de tam
Müslüman." demek suretiyle dokuz asır öncesi yazdığı bu şiiriyle Müslümanların
içinde bulunduğu çelişkisine dikkat çekmiş. Mekanı cennet olsun.
Gülünecek değil, ağlanacak halimiz bu. Zira bu, içi
boşaltılmış bir Müslümanlıktır, ahlakı olmayan Müslümanlık veya şekilde,
görüntüde Müslümanlık ya da kaporta Müslümanlığı da denebilir. Yine bu
görüntümüz bana bir papaz hikayesini aklıma getirmiştir: “Kilisede görevli bir
papaz, kilisenin çanına her gün pisleyen bir kuştan muzdariptir. Her yolu
denemiş ama kuşun pislediği çanı temizlemekten kurtulamamış. Bir gün farklı bir
yöntem uygulamak aklına gelmiş. ‘Çanın yanına bir şarap koyayım, kuş içkiyi
içsin, çana pislemesin’ istemiş. Ertesi gün papaz çanın yanına şarabı koyar,
beklemeye koyulur. Az sonra kuş gelir, önce içkiyi içer, iyice sarhoş olduktan
sonra kuş, çanın üzerine konarak tekrar pisler. Bulduğu bu yöntemin de işe
yaramadığını gören papaz, 'Ey kuş! Nesin, kimsin, necisin, hırlı mısın yoksa
hırsız mısın? Müslüman olsan içki içmezsin, Hıristiyan olsan çana pislemezsin'
demek suretiyle isyanını dile getirir.
Şimdi bu hırsızın yaptığına gelelim. Bu adamın yaptığı
hırsızlık Müslümanlığa sığmaz, çünkü yasaktır. Zira hırsızlıkla İslam, ya da
Kur’an bir arada bulunamaz. Hırsızın yaptığı çelişkinin onlarcasını gündelik
hayatta kendini Müslüman kabul eden milyonlarımız yapmıyor muyuz? Her birimizin
nezdinde “Kur’an’a saygı göstermek, belden aşağıya indirmemek, abdestsiz
dokunmamak, Kur’an’ı diz çökerek okumak, Kur’an’ı evimizin en müstesna yerinde
kılıfında korumaya almak…gibi hassasiyetlerimiz var. Tamam saygıya amenna!
Çünkü Allah kelamıdır. Fakat çelişkimiz bundan sonra başlıyor: Şekline saygı
gösterdiğimiz Kur’an’ın sayfalarını şöyle hızlı bir şekilde çevirsek orada ‘Hırsızlık
yapma’ diyor; biz hırsızlık yapmaya devam ediyoruz. ‘İçki içme’ diyor; biz içki
içmeye devam ediyoruz. ‘Yalan söyleme’ diyor; biz yalana ve talana devam ediyoruz.
‘Faiz yeme’ diyor; biz faiz alıp vermede bir sakınca görmüyoruz.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu demektir ki Kur’an’ın şekline
gösterdiğimiz saygıyı içinde yapmamızı emreden ve kaçınmamızı isteyen ayetlere
göstermiyoruz. Kur’an’la taban tabana zıt bir yaşantımız var. Belki de geri
kalmışlığımızın, toplumlar nezdinde bir itibarımızın olmamasının nedeni de
budur. Yani içeriğine “Sem’an ve tâaten” (işittik ve itaat ettik) demediğimiz “Semi’nâ
ve asaynâ” (işittik ve isyan ettik” dediğimiz müddetçe inandığımız bu İslam
veya şekline saygı gösterdiğimiz bu Kur’an bizi rezil etmeye devam edecektir.
Allah bizi İslam ile şereflendirmiştir, onunla ölmeyi nasip
etsin. Bize gönderdiği eşsiz eserinin dışına gösterdiğimiz saygıyı içine de
göstermeyi nasip etsin. Hepimize samimiyet versin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder