İki yıldır dersine
girdiğim bir öğrencinin annesini her gün okulda gördüm. Çocuğuyla haftada bir
derste karşı karşıya geldim. Annesiyle ise hemen hemen her gün. Veliyi her gün gördüm okulda. Her gördüğümde
bir öğretmenle görüşür buldum. Beni gördüğü zaman da sağ olsun beni hiç es geçmedi. Ya
çocuğunun durumunu anlattı, ya çocuğunun durumunu sordu. Zaman zaman çocuğunun
dersimle ilgili soru çözmediğini, bunun için ne yapması gerektiğini hatta bazen
daha da ileriye gidip derste soru çözmem ve eba’ya soru göndermem
gerektiğini de hissettirdi. Bazen de hangi test kitabını kaynak olarak alması
gerektiğini sordu. Sınav tarihiyle ilgili kendince bir sıkıntı görmüşse
oğlundan önce kadın beni buldu: “Hocam sınav tarihini şu güne alsak, çocukların
o gün şu dersten sınavı var, üstelik o gün okul deneme yapacakmış, çocuklar
için puan önemli biliyorsunuz” gibi taleplerde bulundu. Beni öğretmen odasına
bulamamışsa dışarıdan buldu. Önümde çocuğu mu okudu, kadın mı bilemedim gitti.
Kendisine ne okul ne
şahsım bugüne kadar hiç kusur işlemedik. Ne sorduysa cevap verdik, ne istediyse
yerine getirmeye ya da izah etmeye çalıştık. Ah keşke annede olan bu okuma
azim ve gayretinin milyonda biri üzerinde titrediği oğlunda olsaydı. Göremedim
hiç. Çocuk dersimde ya uyudu, ya da etkisiz bir eleman gibi durdu ders boyunca.
Şükür ki çocuk bizden
mezun oldu. Aslında karneyi çocuğa değil, annesine vermek lazımdı. Çünkü çocuk
okumadı, anne okudu. Maşallah ne hastalandı, ne de işi çıktı. Ömrünü çocuğuna
hasretmiş bir veliydi benim gözümde. Çünkü okula, okulun bir personeliymiş gibi
geldi durdu. Ne bıktı, ne usandı. Nazik ve kibardı üstelik. Ama fazla naz veya
ilgi aşığı usandırıyorsa beni de usandırdı. Sadece bana mı bu ilgi diye dersine
giren öğretmenlerden bazılarına sordum. Çocuğu söyler söylemez adını duyan
dişleri görünürcesine gülümsedi. Tüm öğretmenler aynı durumdan muzdaripti.
Üstelik onlar benden bir ileri derecedeydi, velinin adını da biliyorlardı. Ben
nedense iki yıldır adını sormayı düşünememişim.
Gelelim bundan
sonrasına…Çünkü biz bu çocuğu mezun ettik. Çocuğu LGS’de ne yapar ne eder
bilmiyorum ama her halükarda bu çocuk lisenin birine devam edecek. Ama sınavlı
ama kayıt alanına göre bir lisede. Bundan sonrasını biz değil, çocuğun kayıt
yaptırdığı lisenin müdürü, yardımcısı, güvenliği ve öğretmeni düşünsün. Dile
kolay dört yıl onların öğrencisi olacak, pardon velisi. Allah çocuğun gittiği lisenin iç paydaşlarına yardım etsin...
Annenin tek çocuğuymuş
öğrendiğime göre. Duyunca “Keşke bu kadının birkaç çocuğu olsaydı en azından
okula birkaç günde bir gelirdi” dedim. Çünkü her bir çocuğuna bir gün ayırsa
bize birkaç günde bir sıra gelirdi. Belki de yeterince ilgi gösteremem diye
birden fazla çocuğun olmasını istemedi.
Bu kadının durumunu
görünce Aytaç AÇIKALIN’ın anlattığı bir anekdot geldi aklıma. Bir seminerinde, “Arkadaşlar!
Velinin ne işi var okulun içinde? Siz hiç ameliyata giren bir hastanın yanında hasta
yakınının da girdiğini gördünüz mü? Nasıl ki doktor hastayı aldıktan sonra hasta
doktora emanet ise ve ameliyathaneye hasta yakını giremiyorsa okullarda da böyle
olması gerekir. Yani veli, çocuğunu okula teslim ettikten sonra olur olmaz her
şeye karışmaması gerekir” demişti.
Kulakları çınlasın
Aytaç AÇIKALIN hocamın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder