7 Mayıs 2018 Pazartesi

Fransız Aydınları Neler Yumurtlamışlar Öyle! *

Fransa'da kendilerine yazar ve siyasetçi denilen 300 kişilik sözde bir aydın kalabalığı, "Yahudi düşmanlığı ve şiddet yaydığı" iddiasıyla Kur'an'dan bazı ayetlerin çıkarılmasını isteme densizliğinde bulunmuş. Aralarında Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Sarkozy de var.

Hazretler; Kur'an-ı, kendi elleriyle yazdıkları İncil sanıyorlar galiba. Siz gidin kuşa çevirdiğiniz kendi dininize neşter vurun, Kur'an'dan ayet çıkarmaya kalkmak sizin ne haddinize! Siz kim oluyorsunuz, bu yetkiyi nereden/kimden alıyorsunuz da bunu isteme densizliğini kendinizde buluyorsunuz? Kabul etmediğiniz bir kitaptan bazı bölümleri çıkarmada size ne düşer? Aydınsanız aydınlığınızı bilin, sınırlarınızı aşmayın. Değil bazı ayetleri; bir ayetine, bir kelimesine, bir harfine dahi dokunamazsınız Kur’an’ın. Çünkü Kur'an'da ne bir eksiklik var, ne de bir fazlalık! Biz ona öyle inandık, öyle kabul ediyoruz ve bir noktasına dahi dokunulmadan ve bir harfi değiştirilmeden kıyamete kadar böyle devam edecek. Çatlasanız da, patlasanız da bu böyle! Sakın sizin bilinçaltınızda İslam'ın en fazla yayıldığı Fransa'da İslam'ın yayılışını nasıl durdurabiliriz psikolojisi yatmasın. Anladığım kadarıyla siz, çamur atalım ki izi kalsın diyorsunuz. Korkunun ecele faydası yok, başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa kıtasında gelecek İslam'ın olacaktır ve sizin Müslümanlarınız bizden daha iyi İslam'ı yaşayacaktır. İslam'ı ne kadar öcü göstermeye çalışsanız da, şiddet yayıyor diye camileri kapatsanız da bu böyle olacaktır.

Şunu unutmayın ki Kur'an şiddeti emretmez, Yahudi düşmanlığı yapmaz, Yahudi temayülünden haber verir: Yahudiler böyle yaptı, yapmayın. Yoksa sonunuz onlar gibi olur der. Yoksa siz o küçük beyninizle dünyada akan kanın müsebbibi İslam ya da Müslümanlar sanıyorsunuz? Beyzadeler! Kafanızı kumdan çıkarın da etrafınıza bir bakın. Bugün dünyayı yaşanmaz kılan sizin kurduğunuz kanlı medeniyettir, sömürgeci anlayışınızdır. Başta PKK olmak üzere FETÖ, DAEŞ, DHKP-C, Boko Haram gibi terör örgütlerinin arkasında yine siz varsınız. Sizin desteğiniz olmazsa onlar bir adım dahi atamadıkları gibi nefes bile alamazlar. Bunlar sizin maşanızdır. Yine Ortadoğu'da şiddet varsa, kan varsa, ölümler varsa, insanlar mülteci durumundaysa bunun arkasında yine siz varsınız. Bugün kendine aydın süsü veren Sarkozy değil mi dün Libya’yı yerle bir eden? Bugün sayesinde Libya diye bir devlet yok. Kaç tane devletçik var orada? Başta Fransa olmak üzere Afrika’da sömürdüğünüz, hala sömürmeye devam ettiğiniz ülkelerin içler acısı durumuna bir bakın.

Biz Yahudi düşmanı falan değiliz. Eğer bugün dünyada Yahudi düşmanlığı varsa o arkaladığınız Yahudiler -daha doğrusu İsrail devleti- bugünkü Ortadoğu'nun çıbanbaşı olduğu içindir. Kafanızı kaldırın da bir bakın, Yahudi düşmanlığı yapılıyor diye arkaladığınız İsrail devleti, günde eli silahsız kaç Filistinliyi öldürüyor? Bugün Irak’ın, Suriye’nin işgal edilmesinin ardında İsrail’in güvenliği yok mudur? Siz bize bunu söyleyeceğinize yatıp kalkıp, gece-gündüz “Arzı Mev’ud” hayali kuran İsrail’i bu sömürgeciliğinden vazgeçirmeye çalışın. Ama bir şey diyemezsiniz. Çünkü köle efendisine bir şey söyleyebilir mi? Ancak onun emrinde, onun dümen suyuna girerek ona hizmet edersiniz. Sizin yaptığınız da bu. Ama size Kur’an’ın bazı bölümlerini çıkarma teklifine cesareti veren bölük pörçük İslam dünyasıdır. Bizi eleştirirken gözünüzdeki merteğe bakın olmaz mı? Haydi başka cevherler yumurtlayın olmaz mı? Çünkü buradan size ekmek yok…

*09/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Parmakçı Vekil İstemiyorum! *


24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak genel seçimde 550 olan vekil sayısı 600'e çıkacak. Yani 81 ilden, 80 milyon arasından 600 kişiyi seçeceğiz. Seçtiğimiz kişiler bir beş yıl milletin vekili olacak ve milleti temsil edecek.

Milyonlarca vatandaşın arasından ilk 600'e girerek ipi göğüslemek çoğumuzun istediği bir durumdur. Çünkü ülke yönetimine yön veren yerdir burası. Vekil, asıldan aldığı yetkiyi kullanır burada. Bu yüzden el- vekîlü ke’l asl (vekil, asıl gibidir) denir. Vekil seçilenlerin imkânları ve statüsü de asılın kazancından ve mevkisinden kat kat iyidir. Teşbihte hata olmazsa vatandaş vekiline; yemediğini yedirir, giymediğini giydirir, kendi kazanmadığını kazandırır.  Üstelik vekile tüm tasarruflarında dokunulmaz payesi de verir. Emekli olduktan sonra da vekiller seçilmenin imkanlarından faydalanmaya devam eder. Vatandaşın her türlü imkânla donattığı vekilden istediği: “Her türlü imkândan faydalan. Yeter ki ülkenin ve benim sorunlarımı çöz, ihtiyaçlarımı gider, bunun için gerekli kanunu çıkar, haksızlıkları gidermek için elinden gelen gayreti göster. Bu işi yaparken yalnız değilsin, ülkenin her yerinden senin gibi seçilerek gelen 600 tane beyin var. İşleriniz istişare ile olsun, aranızda ortak akıl hâkim olsundur.”

Vatandaşın seçerek gönderdiği vekilden istediği ile vekilin yaptığı uyuşmuyor maalesef.  Öyle zannediyorum vekil seçmemizde bir anormallik var. Çünkü vekili biz seçmiyoruz, liderin seçip listesinde yer verdiği kişileri oyluyoruz sandıkta. Belki de bu yüzdendir ki asıl olan milletin, vekilinin nezdinde değeri yoktur. Vekil, millete çalışmaktan ziyade liderinin gözüne girmeye çalışıyor. Çünkü listeye koyan liderdir. Bir sonraki seçimde yeniden listede yer alabilmek için kendisini lidere göstermesi gerekiyor. Nasılsa millet de lidere bağlı. Kimse vekil olarak kime oy verdiğini bile bilmiyor. Hatta sevmediği, nefret ettiği bir vekil adayı olduğunu bile bile yine oy veriyor. Bunu bilen vekil, Meclis’e girdikten sonra lider ne diyorsa onun emrinde çalışıyor. Çoğu vekilin Meclis’te bulunma nedeni parmakçılık görevidir. Yani lideri ne diyorsa onu yapmaktır. Parmaklar kalkacak denirse kaldırılıyor, indirin denirse indiriliyor. Bu yüzden bu şekil vekillere parmakçı vekil dense yeridir. Buna da parti disiplini diyoruz. Hatta hoşumuza da gidiyor.

Kimse kusura bakmasın, bunun adı demokrasi falan değildir. Olsa olsa lidere bağlı siyasettir. Mademki aday tespitinde, listede yer almada, seçme/seçilmede ve Meclis’e girdikten sonra liderlerin dediği olacak; o zaman ne diye 600 kişiyi seçip gönderiyoruz Meclis’e. Çünkü gönderdiğimiz 600 kişi seçilmiş bir insan görünümü vermiyor bana. Yanlış anlaşılmasın, vekiller parti liderine hep karşı çıksın, mızıkçılık yapsın demek istemiyorum. Vekilin bir ağırlığı olsun istiyorum. Meclis’te ortak akıl hakim olsun. Çünkü tek akıl hata yapabilir ama 600 akıl kolay kolay hata yapmaz. Eğer seçimde, Meclis’te dört liderin dediği olacaksa 600 vekile masraf etmektense sandıkta hangi lider, ne kadar oy alıyorsa o liderin; aldığı oy kadar Meclis’te ağırlığı olsun. Liderler, dilediği kadar kişiyi yanında istihdam etmek suretiyle pekâlâ Meclis’te çalışabilir.

Parti disiplini adı altında lidere bağlılık, bana şeyh-mürit ilişkisini hatırlatıyor. Çoğu tarikatlarda hep şeyhin dediği olur, müridin esemesi okunmaz. Maalesef siyasi partilerimizdeki görüntü de aynı. Şeyh sorgulanmadığı gibi lider de sorgulanmaz, şeyh değişmez, liderler de değişmez. Şeyhe karşı gelen kapı dışarı edilir, siyasi partilerimizde de böyledir. Ne tarikatlarımızda, ne de siyasi partilerimizde kimse “Gassalın önündeki meyyit” gibi olmamalı.

İşin özü, Meclis’te milletin istemediği vekil istemiyorum. Salla başını, al maaşını misali parmakçı vekil de istemiyorum. Hangi partiden seçilirse seçilsin vekilin; Meclis’te ağırlığını hissettirmesini, tecrübelerini halkın istifadesine sunmasını, halkı temsil etmesini ve aklını kullanmasını istiyorum. Meclis’imiz parmakların durmadan inip kalktığı bir yer olmaktansa istişare meclisi olsun istiyorum. Yine Meclis’te halkın menfaatini kendi menfaatinden üstün tutan kişilerin yer almasını istiyorum. Meclis’e gidenlerin de bu işi mezara kadar yapmamalarını, işi tadında bırakmalarını istiyorum.

* 10/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



5 Mayıs 2018 Cumartesi

"Boğazını Sıkıp Öldürecektim!"

2000 öncesi Adıyaman Kahta'da çalışırken birbirimizin evlerine gidip geldiğimiz bir arkadaşımız vardı. Evimize geldiğinde ve evine gittiğimizde veya bir başka arkadaşın evinde oturduğumuzda tedirgin olurduk. Kendisinden değildi tedirginliğimiz. Zira hoşsohbet biriydi. İki çocuğu vardı, ele avuca sığmaz; dur-durak, yorgunluk nedir bilmezdi. Ya koşar, ya kırar dökerdi. Akranları diğer çocuklarla oynarken de hep mızıkçılık yapar, mutlaka her oturmada bir vukuatları olurdu. Uğunurcasına ağlamasına babası da dayanamazdı. Hatta bir defasında kafasını bir yere vurmuş, hafif şişmişti. Babasının bir kalkışı, arabaya binişi, çalıştırması ve hareket etmesi vardı ki aracın kapısı bile kapanmadan hareket etti. Allah vere de yolda bir kazaya sebebiyet vermez dedik ardından.

Bir nüfus sayımı günü sayımda görev alan bu anne ve baba, iki çocuğa bakması için bir hemşehrilerinin evine gelirler. Ev sahibinin de üç çocuğu var. Onlar da sayımda görev aldıkları için çocukları bırakacak birini ararlar. Ev sahibi daha önceden yakın bir köyde görev yapan hemşehrileri Arif Hoca'dan çocuklarına bakması için yardım isterler. Üç çocuğa bakacak olan Arif Hoca, önünde beş çocuk bulur. Kendisine "Hemşehrim, biz sayımda görevliyiz, akşama kadar bizim evde otur-kalk. Ev senin, çocuklar da sana emanet" deyip bırakır giderler. 

Anne ve babalar sayım görevini bitirip gelinceye kadar beş çocuğa bakmak zorunda kalan Arif Hoca'yı bir ara gördüğümde dertli mi dertli gördüm. Başladı anlatmaya: "Ramazan Hocam, güya hafta sonu tatil geçirmek ve ziyaret yapmak için hemşehrimin evine gelmiştim. Akşama kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Çocukların üçünde sorun yoktu. Ama misafirin iki çocuğu anamı ağlattı. Zira akşama kadar bir türlü oturtamadım. Bir oraya, bir buraya koştular durdular. Buna da razı oldum. Kah pencereye koşuyorlar, kah kapıya. Çünkü pencereyi açmaya kalkıyorlardı. Beşinci kattayız. Çocuklar emanet! Pencereden düşerler diye korktum. Ne kendileri oturdu, ne de beni oturttular. Koştum durdum arkalarında. İnanır mısın? Çocuklar benim olsa boğazlarını sıkıp öldürecektim. Akşam anne ve babaları gelince derin bir oh çektim. Rabbime şükrettim, zira üzerimden büyük bir yük kalktı" dedi. O anlattı ben güldüm. Çocuk bakıcılığından günler geçmiş olmasına rağmen anlatırken hala etkisinde kaldığını gördüm. Çocukları tanıdığım için anlattıkları bana garip gelmedi. Çünkü çocukları tanıyordum. "Çok geçmiş olsun Arif Hocam!" dedim. 

Aylar sonra Arif Hocayı tekrar gördüm. Ben onu görünce gülmeye başladım. "Hocam, o çocuklarla ilgili yeni bir gelişme var, anlatayım" dedi. "Hocam, Adıyaman'a gelmek için Osmaniye terminaline geldim. Bilet aldığım otobüse binince bir baktım otobüste o arkadaşın çocukları var. Otobüse binmekle inmem bir oldu. Çünkü otobüste bir gün boyunca baktığım o iki çocuk vardı. Hemen firmaya giderek bilet saatimi değiştirttim" dedi. En iyisini yapmışsın, en azından canını kurtarmışsın, büyük geçmiş olsun. Zira büyük bir kaza atlatmışsın, dedim.

Arif Hocama illalah dedirten bu çocuklar, ben ayrıldığımda 4-5 yaşlarındaydı. Yıllar sonrasında bu aile Konya'da evimi ziyarete geldi. Buyrun gelin hocam dedim Ama ilk aklıma gelen çocuklarıydı. Daha neler Ramazan! Endişene bak, aradan yıllar geçti, üstelik çocuklar büyüyüp olgunlaşmışlardır, dedim. Neyse uzatmayayım. Arkadaş ailecek evime geldi. Çocukları gördüm. Ama nasıl bıraktıysam öyle idiler. Tek farkları boyları biraz uzamıştı. Yaramazlıklarından, mızıkçılıklarından hiçbir şey kaybetmemişlerdi. Yıllardır görmediğim bu çocuklar öyle zannediyorum 20 yaşını geçmiştir. Huyları değişmiştir diye büyük bir iddiada bulunmayacağım.  Allah, anne ve babalarına yardım etsin.