25 Nisan 2018 Çarşamba

Adaylığımda Son Durum

Cumhurbaşkanı adayı olabilmem için beklediğim 20 vekil gelmedi. Sanırım vekillerimiz sosyal medyaya bir göz atıp beni takip edemediler. Hangi alemdeler, kim bilir? Görselerdi mutlaka beni gönülleyeceklerinden o kadar emindim ki... Neyse umduğum dağlara karlar yağdı maalesef.

"Vekil yoksa biz varız, imza verelim, biz asılız" diyenlere de "Teşekkür ediyorum ama yüz bininiz ancak 20 vekil ediyor. Bana asıl değil, vekil lazım" diyerek imzalarını kabul etmedim. Keşke binlerce adıl tanıdık dostum olacağına 20 kadar vekil dostum olsaydı dedim kendi kendime.

Cumhurbaşkanı adayı olarak adı sıkça geçen kişi üzerinde anlaşamayınca "Geniş tabanlı bir ittifak" üzerine çalıştıklarını ifade etti muhalefet cephesi. "Kastettikleri ben olmalıyım" diye umutlanmadım değil. Bugüne kadar tüm umutlarım hüsranla sonuçlanmasına rağmen yine umutla beklemekteyim. Zira siyasette bir gün çok uzun bir süredir. Bakalım yarın nelere gebe...

Geniş katılımlı bir ittifak ile çatı aday olarak gösterilir ve yarışı kazanamazsam B planım, bir sonraki genel seçimlerde bir partiden vekil seçilmektir. Vekil seçildiğim zaman cumhurbaşkanı adaylık maceram sona erecek ve rakibimi cumhurbaşkan adayı olarak desteklemektir.

Merak ettiğim, ittifakın bir cephesinde yer alan önceki çatı aday, bu seçimde kime oy verecek? Yoksa sağ gösterip sol mu vuracak? Benim için bu, aday olmamdan daha önemli.

Pamuk İpliğine Bağlı Evliliklerimiz *


Yaşlı bir çifte sorarlar:
—Tam 65 yıl, nasıl evli kaldınız?
Yaşlı çift cevap verir:
—Bizim doğduğumuz zamanlarda bir şeyler kırıldığında tamir edilir, çöpe atılmazdı. O yüzden...

Bugün tamir yok. Kırıp döküp atıyoruz dışarıya. Tıpkı hoşlanmadığımız veya uzun süredir kullanıyorum, artık yenileyelim diyerek evimizdeki eşyaları dışarıya attığımız gibi. Eşya kullanmadaki müsrifliğimizin aynısını evliliklerin bitirilmesinde de uyguluyoruz. 

Oğlumuza-kızımıza ayrı bir ev kiralıyor, içini iğneden ipliğe döşüyoruz. Görkemli bir düğün yapıyoruz. Sen baba olarak düğünden kalan borçları ödeye dur. Bir de bakmışsın ki oğlumuz-kızımız ayrılma yoluna gidiyor. Sebep? Anlaşamadık. Oluru yok mu bu işin derseniz, mümkün değil. Oğlan-kız, olmayacak bu iş diyerek boşanmak için soluğu avukat bürosunda alıyor. Biraz bekleyelim, yeni bir aile kuruyoruz, zaman her şeyin ilacı, birbirimizi anlamaya çalışalım, kendimizi karşı tarafın yerine koyalım demezler. Anne ve babaları da yapıcı davranmazlar. Bu iş yürümez diyerek yangına körükle giderler. Haydi diyelim ki oğlanla kızın heyheyleri üzerinde. Sağlıklı düşünemiyorlar. Birleşmeleriyle ayrılmaları bir olacak. Ya tarafların anne babaları ne yapıyor? Bir araya gelip bunları nasıl bir arada tutarız, aradaki kırgınlığı nasıl gideririz, bu çatlağı nasıl tamir ederiz demiyorlar. Zaten soran da yok. Taraflar bir an evvel bu beladan kurtulalım deyip soluğu mahkemede alıyor. Kimi bu işi evliliğin başında, kimi birkaç yıl sonra, kimi de birkaç çocuktan sonra yapıyor. Sayıları da az değil maalesef boşananların ve boşanmak isteyenlerin.

Boşanmak çözüm mü? Maalesef değil. Boşananlar rahat ve huzurlu mu? Yani dertleri bitiyor mu? Bitmediği gibi artarak devam ediyor. Hele arada çocuk varsa bu işin nafakası var, çocuğun velayet durumu var, belli aralıklarla çocuğun mahkeme kararıyla gösterilmesi durumu var. Bu durumdakiler kolay kolay yeni aile kuramıyor. Çünkü orta yerde çocuk var. Kim alacak/varacak çocuklu birine. Çocuğun anne veya babasız büyümesi de işin çabası.

Yazımın başında evliliklerinin 65.yılını yaşayan evli çiftin "Bizim doğduğumuz zamanlarda bir şeyler kırıldığında tamir edilir, çöpe atılmazdı." sözü kulaklarımıza küpe olması lazım ama söz dinleyen kim? Boşanmanın çözüm olmadığını gören çok. Aklımızı başımıza alacağımız yerde mantar gibi çoğalıyor boşananların sayısı.

Geçen hafta yaşları elliyi bulmuş iki tanıdığımı ziyaret ettim. Birinin iki, diğerinin üç çocuğu var, yaşları elliye merdiven dayamış. Önce birine, sonra öbürüne uğradım. Hal-hatırdan sonra içine attıkları dertlerini döktüler. Her ikisi de evliliklerinden memnun değildi. Birinin ikinci evliliği. Evde dışlanmış hissediyor kendini. "Nefret ediyor eşim benden, her yaptığım suç oluyor" dedi. Öbürü birkaç ay küs kaldıktan sonra güç-bela eve getirebildim" dedi. Üzüldüm hallerine.

Karıları haklı, kocaları haksız; kadın haksız, koca haklı iddiasında değilim. Bir yerde sorun varsa tek taraflı değildir. Suçun oranları farklıdır. Ama gördüğüm, kocaların evliliklerini kör-topal da olsa yürütmek çabasında oldukları. Kadınların ise vurup kapıyı gittikleri. Anladığım bekledikleri gibi olmayan evliliği -sonucu ne olursa olsun- bitirmek yönünde. Lügatlerinde tamir yok, yama yok; kırıp çöpe atmak var. Tıpkı eskiyen/eskimeyen eşyamızı çöpe attığımız gibi. Hasılı günümüz evlilikleri pamuk ipliğine bağlı. Tamir kabul etmiyor.

Allah evliliklerimizi başa kadar sürdürsün. "Hoşlanmadığı helal olan boşanmalardan" bizleri korusun!

* 12/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu Ne İlgi Böyle!

Nasrettin Hoca'yı bir ziyafete çağırırlar. Hoca gündelik kıyafetiyle yemeğe katılır. Fakat kendisine ne ilgi, ne de alaka gösterilmiş. Tüm gözler güzel kıyafetleriyle davete katılanların üzerindeymiş. Hep onlara hoş geldin deniyor ve onlara iltifatlar edildiğini gören Hoca, koşarak evine gider, sandıktaki işlemeli kürkünü giyer, tekrar gelir. Az önce kendisine iltifat etmeyen davet sahibi ve misafirler, Hoca'ya yerlere eğilircesine iltifat eder, saygıda kusur etmezler. Başköşeye Hoca'yı oturturlar ve kuzunun en iyisini önüne koyarlar ve "Buyur Hocam" derler. Hane sahibinin kıyafete göre tavrının değiştiğini gören Hoca, yemeğe başlamaz, kürkünün kolunu sallayarak "Ye kürküm ye" der. "Aman Hoca'm, kürk yemek yer mi?" dediklerinde Hoca, "İltifat kürke idi, yemeği de o yesin. Zira az önce kürk olmayınca adamdan sayılmadık, itibarı kürk gördü, yemeği de o yesin" cevabı verir.

Fıkrayı bilmeyenimiz yoktur. Buna rağmen fıkrayı her duyuşumuzda yine de gülümseriz. Gülerken de düşünürüz. Fıkralar güldürürken aslında bize hayatı, insan tiplerini de öğretir. Ama çok öğreneceğe de benzemiyoruz. Çünkü Hoca'ya yapılan muameleyi gündelik hayatta çoğu zaman makam, mevki ve şöhret sahibi olmayanlara yapmaya devam ediyoruz. Fıkrada kürke iltifat edilirken günümüzde de kişinin bulunduğu yere göre tavır alıyoruz. Çok öteye gidip örnek aramaya gerek yok. Sosyal medyaya girip paylaşımlara bir göz atarsanız kürke ilginin aynıyla devam ettiğini görürüz. Dün sosyal medyada kendi halinde paylaşımlarda bulunan bazı zevatın paylaşımları doğru-dürüst beğeni almaz, yorum görmezken aynı kişi bir makam ve mevkie gelmişse paylaşımları beğeni-yorum rekorları kırmaktadır. Paylaşımın içeriği mi değişti? Hayır, aynı tür paylaşımlar. Burada değişen statüden başka bir şey değil. Yeri geldiğinde "Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü" deriz. Ama bu sadece dildedir. Çünkü uygulama böyle değildir. Biz makamı, mevkii, şöhreti, statüyü seviyoruz, bunlara ilgi gösteriyoruz. Eğer şu ana kadar bu farklılık dikkatinizi çekmemişse bundan sonra sosyal medyaya girdiğinizde biraz dikkat ederseniz tespitimin aynıyla vuku bulduğunu görürsünüz. İstersen normal vatandaş olarak sen, "Hayırlı cumalar" de, bir de makam sahibi desin. Sen bir kandil mesajı yayımla, bir de makam sahibi. Bir bak bakalım beğeni sayısına: Sen kaç alırsın, kürk giyen kaç alır? Halbuki cuma aynı cuma. Hepimiz nezdinde mübarek bir gün. 

İstisnaları var mı bu durumun? Vardır elbet. Ama bir elin iki parmağını geçmez. O zaman "Ye kürküm ye" zamanı değişmiyor. Rahmetlinin zamanında da öyleymiş, şimdi de aynı. Kürkün yoksa bir hiçsin, kürkün varsa biriciksin, el üstündesin. O zaman kürkümüze yedirmeye devam. Çünkü hala geçer akçe bu: Ye kürküm ye!