23 Nisan 2018 Pazartesi

ODOP: Ona Düşman Olanlar Partisi ***

Ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak için bir parti de siyaset yapan bir kişi; düşüncesi, fikri, görüşü farklı olan bir başka partiye nasıl geçer, niye geçer? Bu siyaset dediğimiz şeyin hiç ilkesi yok mu?

Seçilmiş bir insan akşam bir yerde, sabah bir yerde nasıl olur? Kendisine oy vermiş yüz binlerin oylarını nasıl böyle hoyratça kullanır? Seçmenin emanetini babadan miras kalmışçasına tepe tepe nasıl harcar? Seçmeninin yüzüne nasıl bakacağını niçin düşünmez? 

Parti değiştirmesi kendi görüşü mü? Yoksa vekil seçilmesi iki dudağının arasında olan liderinin emriyle mi gerçekleşti? Eğer kendi hür iradesiyle yaptıysa bunu kendisine oy veren seçim bölgesindeki seçmenlerine sorması gerekir. Yok, liderinin emriyle yapıyorsa niçin aklını liraya veriyor? Eğer böyleyse demek ki aklı kiraya vermek, sadece dini istismar eden din bezirgânlarına teslim olanlardan ibaret değilmiş. Siyasette de pekâlâ olabiliyormuş bu işler.

Ülke yönetmeye talip olanların ahlaki-etik değerleri ve yapacakları siyasetin mutlaka bir ilkesi olmalıdır. Etik değerleri ve ilkeleri olmayan bir siyasetin bu ülkeye verebileceği bir şey olamaz. Etik değerlerin başında da seçmenine saygı vardır. Çünkü seçilip Meclis'e giden seçmenini temsil eder, onların vekilidir. Bizde vekil, asıl gibidir. Asılın vermediği bir yetkiyi bir vekil hangi hakla kullanma yoluna gider? Nasıl ki oy namus ise asıla ihanet etmemek de böyledir. Çünkü vekillik emanettir. Kimse kendi malı gibi kullanamaz. Hele ayak oyunu olarak hiç kullanılamaz. Seçmenle hiç oynanmaz. Eğer seçmenle oynanırsa seçmenin oyunu, sandıktan çıkamayacak şekilde alırlar. Bu millet her şeye tahammül eder ama kendisiyle dalga geçilmesine, ayak oyunlarına, oyunun oyuncak edilmesine asla rıza göstermez.

"Yok, biz ayrı partilerde olsak da aynı yolun yolcusuyuz, ortak noktamız var, bir kişiye olan düşmanlığımız bizi bir araya getirdi, biz siyaseti o bir kişiyi indirmek için yapıyoruz, başka da bir amacımız yok, bugün yaptığımız da bundan başka bir şey değil" denirse o zaman adama sormazlar mı ne diye ayrı ayrı partilerdesiniz? Feshedin partilerinizi, bir partinin bayrağı altında birleşin, ya da yeni bir parti kurarak dükkanınızı kapatın, yeni partinizin adını da "çorba" partisi veya ODOP, yani "Ona Düşman Olanlar Partisi" veya GMP, yani “Güneş Motel Partisi” koyun. İsim koymayı dert edinmeyin, size yardımcı olurum. Zira çorbada benim de tuzum bulunsun. Her şey demokrasi için değil mi?

Kim olursa alın partinize. Kim olduğuna; hırlı mı/hırsız mı, fikrinize ve zikrinize uyuyor mu bakmayın. Çizginiz, ona düşman olmak olsun. Bu uğurda yapacağınız her şey mubah olsun. Ama öyle hesap yapın ki kapalı kapılar ardında yaptığınız hesap sandıktan çıksın.

***24/04/2018 tarihinde Barbaros ULU adıyla Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

22 Nisan 2018 Pazar

Bir Kilo Yenidünyanın Bana Maliyeti


Bahar meyveleri birkaç haftadır tezgahlardaki yerini almaya başladı. Yenidünya da bunlardan biridir. Alışveriş için pazara gittiğimde bir kilo da yenidünya almak istedim. Kilosunu sordum, 5 lira dedi. Bir kilo verir misin dedim, 20 lira uzattım. Pazarcı, "Eşi ve benzeri yok bu meyvenin, fazla vereyim" dedi. Hayır, bir olsun dedim. Tarttı elime verdi. Poşeti aldım. Ayrılırken para üstü aklıma geldi, 20 verdim, üstünü verir misin dedim. Adam tezgahın ardındaki para kutusunda ne kadar beş liralık varsa avuçladı, bana gösterdi; sen 20 verdim diyorsun ya, bak bende hiç 20'lik yok dercesine. İçime sinmese de tamam diyerek ayrıldım. Çünkü şahidim yoktu. Yanımda olan şahidim de 5 verdin dedi.

Bir iki alışveriş daha yaptım, pazardan çıktım. Pazar alışverişim, alacağım birkaç çeşidi de bırakarak sona erdi. Elime topladığım meyve ve sebzeyi pazara yakın yere park ettiğim aracıma koydum. Pazardan çıktım ama kafam hala pazardaydı. Bedenim arabanın içinde beynim tekrar pazarın içine tekrar girdim. Hafızamı yoklaya yoklaya yol aldım. İlk vardığın esnaftan patlıcan, kabak, domates ve biber aldım. Ederi 19 lira tutan borcumu ödemek için elimi cebime attım. Bozuk 1 liraların dışında cebimde 295 liram olduğunu gördüm. 20'sini uzattım. Para üstü olan 1 lirayı aldım. Karşısındaki pazarcıya yöneldim. Cebimden çıkardığım 5 lira ile 2,5 kilo portakal aldım. Sonra yenidünya almak yanındaki esnafa 20 lira uzattım, bir kilo ver dedim. Tarttı verdi. Para üstünü istediğimde yukarıda bahsettiğim gibi eline aldığı 5'likleri gösterdi bana. Tekrar cebimdeki paraları çıkarıp baktım, bozuk paraların dışında cebimde 250 lira kalmıştı. Bozuk paraların toplamı 5 lira imiş, onunla da 2 kilo elma alıp çıktım.

Uzattım biliyorum ama 1 kg yenidünya bana esnafın 15 liramı iç etmesiyle 20 liraya geldi. Alacağı olsun esnafın! Kasasında hep beş lira olması manidar! Nedense alışveriş yapan herkes hep 5 lira vermiş. Tezgahın arka tarafına geçsem kartondan para kasasının içinde ayrı ayrı istiflenmiş 10'lukları ve benim verdiğim 20'liği de görürdüm. Neyse olan benim 15 liraya oldu. 3 ila 6 lira arasında değişen yenidünyanın bir kilosu bana epey pahalıya geldi. Pazarı dolaşırken yenidünya satan biri "Yenidünya 4 lira, böylesini bulamazsın, vereyim mi" demiş, "Dünyanın kendisinden ne gördük ki yenisinden göreyim, yalan dünya" deyip almamıştım. Demek ki param bir sahtekara nasip olacakmış. Çekmiş beni ona doğru. Nasıl ki akacak kan damarda durmuyorsa çıkacak para da durmuyor.

Aslında en güzeli pazarlardan alışveriş yapmamak, yapılacaksa da alacağın meyve ve sebzeyi eline aldıktan sonra parayı uzatmak. Ama sen gel, bunu bana anlat. Alacağımı almadan parayı uzatma hastalığından önce kurtulmam lazım. Ama çıkacak para rahatsız ediyor beni. Bir an evvel cebimden çıkmalı. Siz siz olun, önce alacağınızı alın, sonra parayı uzatın. Yoksa kaşla göz arasında bir kalpazana paranızı kaptırırsınız.

İyi ki bir kilo yenidünya için cebimdeki 100'lüğün birini uzatmamışım. O zaman bir kilo yenidünya bana 100 liraya mal olacaktı. Buna da şükür! Beterin beteri var...

Beni yıkan tanıdığımın "Sen adama beş lira verdin" demesi. Yolda gelirken beş lirayı portakal aldığıma verdim dediğimde, "Sen portakala 10 lira verdin" demesi. Halbuki portakal aldığım esnaf, elimdeki 5 lirayı görünce 5 liralık mı istiyorsun diye sormuştu. Ne diyeyim? Allah herkesin hayrını versin. Helalinden yemeyi nasip etsin.


20 Nisan 2018 Cuma

Alacak ve Verecekte Alacaklının Hukukunu Korumak

2005 yılında ilk defa başımı sokabileceğim küçük ve eski bir evim oldu. Aldığım evin dörtte üçünü eş-dosttan borç aldım. Borç almamda da bir arkadaşım öncülük yaptı. Ben evi buldum, parayı da o bulup getirdi. 10-12 kişiye birden borçlanmıştım. Kimi döviz, kimi TL cinsinden borç verdi. Borcu ödemede süre sınırı yoktu. Ne zaman ödersem ödeyecektim. Evin bedelini ödedim ve oturdum.

Eve oturduktan sonra ilk işim; hangi ay, kime ödeme yapacağıma dair bir ödeme planı hazırladım. Maaşımdan ne artırırsam onunla ödeme yapacaktım. Aylık ne artırırsam ev almama ve bana borç bulmada öncülük yapan arkadaşım da ödemede bana yardımcı olacaktı. Kira öder gibi borç ödedim. Dört yıla yakın bir zaman diliminde kime ne borcum varsa ödedim. Öderken dikkat ettiğim bir husus vardı. Zamanında bana lira cinsinden kim borç vermişse parasını döviz cinsinden dolar ve avroya çevirmiştim. Kime sıra gelmişse önce aldığım para, döviz cinsinden ne durumda? Para erimiş mi diye hesapladım. Döviz verene aynı cinsten verdim. TL verenin durumuna baktım. Borç veren zarar etmemeliydi. TL lehine ise lira cinsinden, paranın değeri düşmüşse borç alırken çevirdiğim döviz cinsinden ödedim. Olmaz deyip almayan olduğu gibi alan da oldu. Alan da sağ olsun, almayan da. Hepsine minnet borçluyum. Sayelerinde bir ev sahibi oldum. 

Ödemede hedefim borç veren zarar etmemeliydi, onları korumalıydım. Özellikle enflasyonun olduğu, dövizin inişli-çıkışlı bir seyir izlediği ülkemizde, borç vereni pişman etmemek, yine ihtiyacımız olduğunda tekrar kapısını gönül rahatlığı içinde çalabilmek gerekiyor. 

Dinimiz, darda kalan insana borç vermeyi karz-ı hasen yani Allah'a borç verme olarak değerlendirir. Bu duruma güzel borç der. İnsanımıza borç vermek, onu rahatlatmak dinimizin emridir. Fakat borç alan ve borç veren zarar etmemelidir. Alınan borcun süresi belirlenmelidir. Borç alanın önceliği borcunu ödemek olmalıdır. Alınan borç alındığı gün itibariyle altın, dolar ve avro'ya çevrilmeli, öderken alacaklının lehine olanı tercih etme yoluna gidilmelidir. Spekülasyona dayalı dövizde ani ve çok anormal dalgalanma olursa bir orta yol bulunmalıdır.

Alınan borcun ödemesi ihmal edilir, paranın değeri korunmaz ise alacaklı buğzetmeye başlar, yaptığı hayrın bir anlamı kalmaz, verilen borç karz-ı hasen olmaktan çıkar. Sonra tekrar borç istenirse yok demek suretiyle insan yalan söyleme yoluna gidebilir... Tüm bunlara dikkat etmekte fayda var. Ne alacaklı zarar etsin, ne de borçlu. Bu güzel adet, haslet devam etsin istiyorsak alacaklının hukukuna riayet etmemiz gerekir. 

Olur mu öyle şey demeyin. Şimdilerde karşılıklı borçlanma, darda kalana ve ihtiyacı olana pek borç verme âdeti kalmadı. Hoş isteyen de kalmadı. Kimin bir ihtiyacı varsa soluğu bankada alıyor ve kredi çekme yoluna gidiyor. Yani kimsenin kimseye eyvallahı yok. Bu da kredi çekenin yıllar yılı belini büktüğü gibi aynı zamanda bankaya da çalışmak olur.