22 Mart 2018 Perşembe

Kan Bağışı, Vücudumuzun Sadakasıdır/Zekatıdır *


Zaman zaman televizyonlarda kan vermenin önemine işaret eden kamu spotları görürüz. Yine Konya’nın değişik bölgelerinde gezici kan ekipleri tarafından gönüllülük esasına dayalı olarak halkımızdan kan alındığına şahit oluyoruz. Ayrıca TV ve sosyal medyada, “Tıp Fakültesinde yatmakta olan bir hastamız için acil …Rh (+), (-) kana ihtiyaç vardır.” duyurularını sık sık duyarız. Cep telefonumuza “Acil kana ihtiyaç var” mesajları alırız.  Bu alanda ihtiyaç olmalı ki her sıkıntılı anımızda imdadımıza koşan Kızılay; yaz-kış, soğuk-sıcak demeden vatandaşlarımızdan kan toplamaya devam etmektedir.


Değişik yollarla kan bağışı teşvikinin yapılmasından ve kan aranmasından, yeterince kan bağışı yapılmadığını anlıyorum. Başımıza gelmeyince ihtiyaç olarak mı görmüyoruz? Vücudumuzda yeterince kan yok diye mi düşünüyoruz, yoksa benim bilmediğim başka bir sebep mi var? Kanımız eksilirse masadan kalkamayız diye mi düşünüyoruz? Herhalde kimse, kan vermenin faydasını bilmiyor değildir. Kan vermenin faydalarını okumaya kalksak say say bitiremeyiz. Buna rağmen kan bağışlamada niçin duyarsızız? Eğer "Vücudum zayıf, zaten benim kanım az" diye düşünülüyorsa şunu bilelim ki insan vücudunda kilosuna oranla kan mevcuttur. Her insanda vücudun 1/13 oranında kan var. Vereceğimiz kan yarım litreye bile varmıyor. İçtiğimiz teneke kola kadar bir kan veriyoruz. Üstelik verdiğimiz kanı kısa zamanda yeniden elde ediyoruz.


Kime "Kan ver" desen; bir dokunur, bin ah işitirsin: "Efendim! İyi olurdu, vermek isterdim. Ama bende kansızlık var, ben sürekli ilaç kullanıyorum, kan görmeye dayanamıyorum, içim götürmüyor..." benzeri serzenişlerle karşılaşıyorsunuz. Elbette böyle diyenlerin içinde gerçekten mazereti olanlar vardır. Ama anlamadığım bu milletin hepsinin mi mazereti var, hepimiz mi hastayız? Düşünmeden edemiyor insan.  Gelişmiş ülkelerde gönüllü kan bağışında bulunanların oranı yüzde 5 iken, bu oran ülkemizde yüzde 2,5 dolaylarında. Yakışıyor mu bu ülkeye?

Yardımlaşma ve dayanışmada bu milletin eline kimse su dökemez. Varını yoğunu bu millet ortaya koyar. Yeter ki birinin ihtiyaç sahibi olduğuna inansın. Yardımlaşmada gösterdiğimiz bu duyarlılığı nedense kan vermede göstermiyoruz. Kan vermek de bir nevi yardımlaşma ve paylaşma değil mi? Maddi ve manevi olarak ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşan bu millet niçin iş kan vermeye gelince kan verenlerin oranı bir elin parmaklarını geçmiyor?  Hiç mi veren yok? Bir hakkı teslim edelim, damlaya damlaya da olsa kan vermeyi rutin hale getirip veren duyarlı insanlarımız var. Bugün ülke, kan ihtiyacını bu gönüllüler sayesinde gidermektedir. Onlara minnet borçluyuz, iyi ki varlar!

Kan vermeyi insani, vicdani, dini bir görev olarak değerlendiriyorum. Hatta vatandaşlık ödevidir. Nasıl ki malın, paranın zekatı varsa vücudun zekatı ve sadakası da kan vermedir diye düşünüyorum. 18-65 yaş arasında kendini dinç ve sağlıklı hisseden erkekler yılda 4, bayanlar da 3 defa kan verebiliyor. Parolamız, “Bugün bana, yarın sana ve herkesin kana ihtiyacı olacağı bir günün geleceği” düşüncesiyle düzenli kan vermeyi alışkanlık haline getirmemiz lazım. Göreceğimiz tek kan, birinin hayrına verdiğimiz kan olsun!

Not: Kızılay Gezici Kan Ekibi, 5 Nisan 2018 Perşembe günü Meram Mehmet Beğen Ortaokulunda olacaktır. Kendini dinç hissedenler, vücudunun zekatını vermek isteyenler okula gelip kan bağışında bulunabilir. Unutmayalım ki ne verirsek elimizle, o gider bizimle. 22.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

* 04/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Nedir Şivlilik?

* Regaib Kandili günü yapılan Konya'ya mahsus bir etkinlik günüdür.
* Gün dolayısıyla bakkal ve marketlerde özel stand açılarak adı-sanı, markası duyulmamış ürünlerin satıldığı gündür.
* Okulların boşaldığı gündür.
* Ailelerin çocuklarını okula gönderemediği gündür.
* Öğretmenlerin sınav yapamadığı tek gündür.
* Öğrencilerin ellerine poşet aldığı gündür.
* Öğrenci ve çocukların, tanısın-tanımasın gruplar halinde ev ev dolaşarak zile basıp şivlilik topladığı gündür.
* Bayramlarda akrabasını, komşusunu bayramlamaya gitmeyen öğrencilerin bayramlık elbiselerini giyerek yakın-uzak ev ziyaretleri yaptığı gündür.
* Okullarda öğrenci olmamasına rağmen öğretmenin okullarda beklediği gündür.
* Okullarda öğrenci olmamasına rağmen giriş ve çıkış zilinin azim ve gayretle çalmaya devam ettiği gündür.
* Zil sesinden başka okulların sessizliğe büründüğü gündür.
* Okula gelen bir-iki öğrencinin sınıfa gelen öğretmene "Öğretmenim! Yoksa ders mi işleyeceksiniz? Kimse yok!" dediği gündür.
* Şivlilik toplamanın, okullarda son ders zilinin çalmasıyla öğrenci için mesainin bittiği gündür.
* Öğrencinin okuldan fazla yorulduğu gündür.
* Topladığı şivliliklerle evine giden öğrencinin poşeti evde boşalttığı, "Şu iyi, bu kötü, şunu severim, bunu sevmem" diye şivliliği ayırdığı, sevmediklerini başkasına ikram ettiği gündür.
* Okulda öğrencisini bulamadığı için öğretmenlerin için için sevindiği, "Keşke her gün şivlilik günü olsun" dediği, "Şu öğrenciler olmasa, şu okullar ne güzel olurdu" dediği gündür. 22.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

21 Mart 2018 Çarşamba

Had Bildirmede Ölçü


Toplumda kimse yeknesak değildir. Hayata bakışı, düşünce ve kanaati, olayları değerlendirmesi farklı farklıdır. Bu da normaldir. Çünkü tüm kanaatleri bir potada eritmek insanın ve tabiatın doğasına aykırıdır. Herkesin aynı minval üzere olması mümkün olmadığına göre ortak yaşamın etik ve ahlaki kurallarını oluşturmamızda fayda var diye düşünüyorum. Yine herkesin bu toplumda yaşayan her bir fert, ülkeyi kendisinin malı, herkesi düzelteceğim, herkes benim gibi düşünecek, benim dediğim kesin doğrudur, bakış açısını terk ederek işe başlamalıdır.

Toplum içinde ne zaman, nerede, ne konuşacağını bilmeyen, pot üzerine pot kıran, ortamı geren, kişileri küçük düşüren insanlar vardır. Zaman zaman böylelerin anlayacağı dilden konuşmakta fayda vardır. Bazıları bu tiplere haddini bildirince çoğu zaman “haddini bildirdin, ağzının payını verdin, bir daha karşına çıkamaz, nicedir çizmeyi aşıyordu, ağzına sağlık” diyerek destek veririz. Evet, bazılarına nerede, ne şekilde durması gerektiği birileri tarafından zaman zaman hatırlatılmalı. Ama bu nasıl olmalı?

Önce had bildirmek ne demekmiş ona bakalım: “Sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak” demekmiş TDK’ya göre.

Had bildirirken haddi aşmamak, had bilmek diyebiliriz buna. Kişilik haklarına saldırmadan, kişiyi toplum nezdinde küçük düşürmeden yapmalıyız bunu. Yoksa haddi aşarak biz de had bilmeyiz o zaman. Had bildirmek aynı zamanda taşı gediğine koymak demektir. Kıvamında ve yeterince olmalıdır. Birisine haddini bildireceğim diyerek o kişiyi toplum nezdinde küçük düşürmek, rencide etmek kişilik haklarına tecavüz anlamına gelir. Hele had bildirdiğimiz üzüntü ve kıvançta aynı düşünceyi, aynı fikri ve aynı ideali paylaştığımız kişiye karşı yapılacaksa yoğurdu üfleyerek yemekte fayda vardır. Çünkü dostun dosta attığı gül kişiyi yaralar, incitir.

Had bildirmede Peygamberimizin torunlarının uygulaması örnek alınabilir: Yanlış abdest alan birini gördükleri zaman Hasan ile Hüseyin, "Kırmadan, dökmeden nasıl yapabiliriz" diye düşünürler. Sonunda amcanın yanına yaklaşarak "Amcacığım, hangimiz güzel ve doğru abdest alacak, bize hakem olur musun" derler. Amca bunu kabul eder, dikkatli bir şekilde Hasan ile Hüseyin'in abdest alışlarını takip eder. Abdestin sonunda hangimizki doğru dediklerinde "İkiniz de doğru aldınız. Yanlışlık benim abdest alışımda" diye cevap verir. Burada amca hatasını görmüş, gençler de amcayı üzmeden bir hatayı düzeltmiş oldular. Eğer smaç üzüm yemekse güzel bir yol. Yok amaç bağcıyı dövmekse yapılacak bir şey yok o zaman.

Düzeltme metodunu iyi seçmeyenler hatayı düzeltmiş olmazlar. 21.03.2018, Ramazan Yüce, Konya