30 yıldır tanış olduğum biri var. Ne zaman kendisiyle görüşsem aynı soruları sorar, aynı cevapları veririm. Ne o sormaktan bıktı, ne de ben cevap vermekten. İstikrar abidesi desem yeridir. Laf olsun diye soran biri değil. Sorduğu her soruda samimi. İşin garibi sürekli aynı soruları sorduğunun farkında değil. Sorduğu soruları dert edinen o değil, maalesef benim.
Hal-hatır sormasından bahsetmiyorum. Ki bu doğaldır. İsterseniz bıkıp usanmadan sorduklarını soru-cevap şeklinde bahsedeyim.
-Senin evin şu köşesine bir kamelya olur, niye bir kamelya yapmıyorsun?
-Orada ağaç var, ağacı kesmek lazım.
-O zaman şuraya da olur?
-Kim oturacak? Gerek yok.
-Olsun iyi gider.
-Burası sadece bana ait değil, apartman sakinlerinin kararı gerekir. Sonra kimse razı olmaz.
On bir sene oturduğum eve her gelişinde girerken bu konuyu açtı, uğurlarken bu konuyu açtı. Konuşma hep bu minval üzere geçti.
*
-Senin çocuk kaça gidiyor bu sene, dokuz mu on mu?
-On.
-On, yani lise 2?
-Evet, lise 2
Bir başka görüşmemizde çocuğun sınıfını sorunca,
-Lise 2
-Lise 2. Yani 10.
-Evet.
*
-Her gün okula giden mi?
-Giderim.
-Sabah kaçta gidersin?
-07.30'da.
-Ben? 06.30'da otobüse biniyorum.
-Evden kaçta çıkarsın ya?
-07.20'de
-10 dakikada varabiliyor musun?
-Evet.
-O zaman çok hızlı yürüyorsun.
-Normal adım.
-Ara sokaklardan geçiyorum.
-Şimdi oldu. 10.03.2018
10 Mart 2018 Cumartesi
Had Bildirirken Had Bilmek **
Türkiye'nin yumuşak karnı dindir. Dinin yumuşak karnı da
kadındır. Daha doğrusu din adına söz söyleyenlerin kadına bakış açısıdır.
Birileri Türkiye'de bir operasyon yapmak isterse sermayesi dindir, daha doğrusu
dinin kadına bakış açısını masaya yatırmakla işe girişir. Çoğu zaman da
başarılı olur ve hedeflerine ulaşırlar. Haklı olduklarını göstermek ve halkı
ikna etmek için basını kullanırlar. Çünkü halka ulaşmanın ve kamuoyu
oluşturmanın yolu budur. Yazılı ve görsel medya da bu işe çok teşnedir.
Kamuoyu oluşturmak için devreye geçmişte din adına
konuşanların kadın hakkındaki konuşmaları ve verdikleri fetvaları kırpılarak
bir elden servis edilir. Vatandaş, etkili ve yetkili kişiler balıklama atlar bu
işe. Herkes kendini bu işin içinde bulur. Halkta böyle bir gündem oluşturunca
geçmiş, bayat videolar birbiri ardına ekranda, sosyal medyada boy gösterir.
Böyle bir gündemin içinde kendini bulanların çoğu, "Bu videonun orijinali,
tamamı ne diyor, bu video ne zaman çekilmiş" demez, verilenle yetinerek
ilgili kişiyi asmaya, kesmeye başlıyor. Kimse, "Bu video niçin ilk
yayımlandığı zaman tepki çekmedi de şimdi gündeme geldi, bu işin altında bir
Çapanoğlu, bir bit yeniği var, birileri düğmeye bastı, burada bir iyi niyet
yok, birileri üzerinden birine veya bir kesime operasyon çekiliyor" diye
düşünmüyor, “Bu yöntem bayatladı,” demiyor.
Bu ülke 28 Şubat sürecine Şevki Yılmaz'ın on yıllar önceki videolarının
servis edilmesiyle girdi. Fadime Şahin, Müslim Gündüz figürleriyle yapılacak
operasyonun filmi çekildi. Bugün aynı oyun, arşiv videoların gün yüzüne
çıkarılmasıyla başladı. Sadece filmde rol alan figüranlar farklı. İşin garibi
etkisini siyasette hemen gösterdi. Konuyu gündemine alan siyaset, videonun
sahiplerine had bildirmeye başladı. Oyun kurucu, "Hiçbir başarı tesadüf
değildir, yine biz kazandık" diyerek kıs kıs gülüyor. 28 Şubat
sürecinde oyun kurucuların dümen suyuna giren bu millet, şimdi tekrar aynı
deliğe giriyor. Halbuki Müslüman bir delikten iki defa girmezdi. Girdik
maalesef. Bu sefer hedef, aynı mecradan beslenen kesimi birbirine kırdırmak,
küstürmek görünen. Adamlar bir taş attı, biz şimdi kırk akıllı o taşı çıkarmaya
çalışıyoruz. Taşı çıkartırken de kırıp döküyoruz.
Videodaki konu, konunun işlenişi, bakış açısı eleştirilsin
elbet. Görüşün yanlış olduğu ifade edilsin. "Katılmıyoruz bu görüşe,
doğrusu şu" densin. Hatta ilk önce fetvanın dine dayandırılan bir görüş
olduğu, dinin kendisi olmadığı” ifade edilsin, bunda isabet de olur,
yanılma da. "İlgili kişi yanılmıştır" densin. Bu işi yaparken kırıp
dökmeden yapılsın. Ama bunu, bu konuda söz söylemeye yetkili olanlar yapsın.
Biz ne zaman bir konuyu işin ehline bırakacağız, yetişmiş değerlerimizi böyle
yok ede ede ne yapmak istiyoruz? Siyasetin hata ve yanlış yapma lüksünü kabul
edeceğiz de din bilgininin hatalı görüş bildirme kanaati olmayacak mı?
Din adına "Dinin görüşü budur" diyen kişiler de
dini bilmenin yanında biraz da ilmi siyaset öğrenmelerinde fayda var. Başta din
dili olmak üzere kendilerini yenilemelidir. Dine uygun bir karar vereceği zaman
önce toplumun geldiği nokta ve zaman hesabı yapılmalı. Konu Kur'an ve sünnet
çerçevesinde enine-boyuna incelenmeli, konuyu vuzuha kavuşturduktan sonra
yapılacak açıklama masaya yatırılmalı. Açıklama yapılırken seçilen, yazılan her
bir kelime veya cümle özenle seçilmeli, örneklendirme veya kıyas yapılacaksa
konunun içine cuk oturmalıdır. Açıklanan her dini görüşten sonra "Bu
konuda benim ulaşabildiğim sonuç, karar budur. Doğrusunu Allah bilir"
deyip "Allahü a'lemu bimüradihi" diyerek sonlandırmalıdır. Her
sorulan soruya -ki bazıları tuzak olabilir- aynı anda cevap verilmemelidir.
Gerekirse bilmiyorum veya daha sonra cevap vereyim diyebilmelidir. Özellikle
kadını ilgilendiren konuları ele almada özen göstermeli, mümkünse gündemine
almamalı. Demek istediğim, dini anlatanların dini konulardaki tek malzemesi
kadın olmamalıdır.
Dini konularda söz söyleme hakkını kendinde bulanlar; ne
zaman, neyi, nasıl söyleyeceğini iyice tartmalı. Görüş sahibinin ağzının payı
verilecekse bunun da yeri, zamanı seçilmeli, gerekli uyarı yapılmalı. Yapılan
görüş “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ediyorsa yargı, hemen harekete geçmeli.
Sahi bizim yargımız bugüne kadar niçin durdu? Soruşturma için illaki
birilerinin konuşması mı gerekiyor? Sonra kaç kişi, şu konuda dinin görüşü
nedir diye merak edip dini bakışı öğrendikten sonra koşarak hayatında tatbik
etmeye kalkıyor bugün? Ayrıca 10 sene önceki videolar, bugüne kadar kaç kişiyi
tahrik etmiş; kimi kime düşman etmiştir? Görüşün sahibi, “Şunlar kâfir mi”
dedi, “Bunların ekmeği yenmez, cenazesi kılınmaz mı” dedi? Kaç kişi “Asansörde
halvet” olayı sonrası asansöre kadınlı-erkekli binmekten vazgeçti? Kaç kişi,
“Hoca, eşimi dövebileceğimi söyledi, bu yüzden hanımımı dövdüm” dedi. Bu
şekilde kaç kadın, gördüğü şiddet dolayısıyla boşanma davası açmıştır?
Kanaatimce bazı konularda işin muhatapları kendisini iyi
tartmalı. Had bildireceğim derken haddi aşmamak ve had bilmek gerekir. Çünkü
kimse layüsel değildir. Hele siyasetin görevi, yangına körükle gidip ortamı
germek olmamalı. Önce yapılmak istenen algıyı okumalı, ateşi söndürdükten sonra
gerekeni yapmalı. Bir kesimi memnun edeceğim derken beslendiği kesimi karşısına
almamalı. 09.03.2018, Ramazan Yüce, Konya
** 17/03/2018 günü Algı operasyonlarına teslim olmak başlığıyla Kahta Söz'de yayımlanmıştır.
** 17/03/2018 günü Algı operasyonlarına teslim olmak başlığıyla Kahta Söz'de yayımlanmıştır.
9 Mart 2018 Cuma
Şimdiki İlahiyatçılar" Başlıklı Yazıya Dair (2)
"Şimdiki ilahiyatçılar" başlıklı paylaşımınla ilgili düşüncelerimi ifade etmek isterim. Baştan söyleyeyim, yazıyı yanlış anlamış, ve yanlış kanaat belirtmiş olabilirim.
1. "Şimdiki ilahiyatçılar" derken umarım kastedilen tüm ilahiyatçılar değildir. Eleştiri yapılırken bazı ilahiyatçılar denebilirdi. Ayrıca yazıda örnekleri verilen kişiler daha mezun olmamış, ilahiyat eğitimi alan kişiler. Bu, tıpta okuyan bir öğrenciyi doktor görmek gibi bir şey.
2. Örnekleri verilen İmamı Azam, Buhari, Serahşi vb. alimlerimiz İslam kültürüne katkıda bulunmuş, bu konuda emek sarf etmiş, hizmetleri küçümsenmez kişilerimizdir. Yaşadıkları asırda ilme ulaşmak ve bilgi toplamak için ne sıkıntılar çektiğini düşünmemek hem ayıp hem hadsizliktir.
3. Örnekleri verilen alimlerimiz, isabet etmiş veya edememiş olabilir. Samimiyetlerinden, bilgi birikimlerinden kimsenin şüphesi olamaz. Her zaman en büyük saygıyı hak etmişler ve hak etmeye de devam edeceklerdir. Başımızın tacıdır hepsi.
4. Bu ve benzeri alimlerimiz, zamanındaki ilmi birikimi toplayarak, zamanlarında çıkan sorunlara en güzel çözümler üreterek dini ilmin günümüze gelmesine ve ışık tutmasına imkan vermişlerdir.
5. Bu demek değildir ki bunların yaptıkları eleştirilemez. Edebince bunların yaptıkları eleştirilmelidir. Zamanında bir ihtiyaca cevap veren bir görüş, bugün sorunu çözmeyebilir. Çünkü zaman değişmiş, şartlar değişmiş, araç ve vasıtalar değişmiş, insanların yetişme tarz ve ortamları değişmiş, illetler değişmiştir. Geçmişte sorun çözen tasarruflar, bugün de hala sorunu çözmeye devam ederken bazıları yetersiz kalabiliyor. İslam her çağa hitap ettiğine göre bugün de hitap etmesi isteniyorsa -ki öyle olmalıdır- geçmiş müktesebatı göz önünde bulundurarak yeni şeyler, yeni fetvalar söylemek gerekir. Çünkü İslam ve sosyal hayat durağan değildir.
6. “Söylenmesi gerekenler geçmişte söylenmiş, artık dahası yok. Sonra siz kim, onlar kim, siz onlar gibi olamazsınız, müktesebatınız nedir” denirse “Akıl yaşta değil, baştadır” bir defa. Bu düşünce ictihat kapısını kapatmak, yeni şeyler söyle-t-memek, eskiyi tekrarlamak demektir. Kimse o alimlerimizi geçemez, onlardan iyisini söyleyemez demektir. Ki adı geçen alimlerimiz günümüzde yaşasa bazı verdiği fetvalarını görse “Siz hala benim geçmişte, o günün şartlarında verdiğim tedaviyi mi uyguluyorsunuz, artık yeni şeyler söylemek, yeni açılımlar yapmak gerekir. Bugün aynı şekilde düşünmüyorum, çözümü şöyle düşünüyorum” cevabını alacağımızı düşünüyorum.
7.Kuran ve sünnet bizim naklimizdir, bize yol gösterendir. Bizim asıl kaynağımızdır. Bu ikisinin dışında söylenenler, yazılıp çizilenler değişebilir. Özellikle fıkıh din değildir. Fıkhı din yerine koyarsak yanılırız. Örnek vermek istersek seferilik konusunda alimlerimiz, o günün şartlarında mevcut olan at, deve ve tabanvayı dikkate alarak üç günlük yol mesafesi kabul edilen 90 km’yi seferilik sınırı kabul etmişlerdir. Bu gün 90 km’lik bir mesafe bir saatlik yoldur günümüz araçlarıyla. Biz hala seferilik konusunu o gün alimlerin düşündüğü gibi mi düşüneceğiz? Ayrıca görüşler değişir. Mecelle’de “Zamanın tağayyürü ile ahkam da değişir. Ki peygamberimiz de fikirlerini değiştirmiştir. Önceleri mezar ziyaretlerini yasaklarken sonra serbest bırakmıştır.
8. Bugün çocuklarımızı yetiştirirken bile kendi çağımıza göre yetiştirmiyoruz. Çünkü Hz Ali, “Çocuklarınızı yaşadıkları çağa göre yetiştirin” buyurmaktadır. Hangimiz çocuğumuzu kendi dönemimize göre terbiye etmeye çalışıyor? Bu devir ikna dönemidir. Her şeyden önce ikna etmeyi bilmeliyiz. Bu devrin insanı ister ilahiyatçı, ister değil sorgulayıcıdır. Tıpkı İmamı Azam gibi akla büyük önem verir. Kur’an’ın üçte biri aklı ön planda tutar. “Ölüleri dirilteceğim” dediği zaman “Nasıl dirilteceksin” diyen İbrahim’i Allah, ikna etmeye çalışır.
9.Yeni şeyler söylemek; geçmişi inkar etmek, geçmiş alimlerimizi küçümsemek olarak algılanmamalı. Dine ve dini yaşantıya yeni bir soluk getirmek olarak değerlendirilmelidir.
10. İmamı Buhari’nin hadis tedvininde binlerce hadisi seçerek aldığı, birçok hadisi almadığı düşünülürse, bugün uzmanlarının içinde mevzu hadis var dediği bir ortamda işin muhaddisleri ve Diyanet’e düşen, Kütübü Sitte veya Kütübü Tis’a’da mevcut bulunan mevzu hadisleri ayıklayarak dijital ortama aktarmasıdır. Halkın anlayamadığı, sahih olan hadisler varsa hadisin ne şekilde anlaşılması gerektiği açıklanmalıdır. Bugün gazete, takvim yapraklarında önüne gelenin sonuna “hadis” diye yazarak paylaştığı, aslı astarı olmayan nice sözler var. Böyle yapılırsa en azından biri hadis dediğinde dijital ortama bakılarak hadis olup olmadığının kontrolü yapılabilir.
11. Google veya benzeri arama motorlarından bilgiye ulaşma bugünün bilim çağında yaygındır. Neredeyse tüm kitaplar bu ortama aktarılmıştır. Araştırma yapmak isteyen ayete, hadise, herhangi bir fıkhi görüşe buradan ulaşarak olaya kümülatif bakabilir. Gördüğü her siteyi, her bilgiyi doğru kabul etmediği ve seçici davrandığı müddetçe bir sakıncası yok diye düşünüyorum. Geçmişte az bir bilgi kırıntısıyla çok şey söyleyen alimlerimizin elinde o gün, bugünün teknoloji ve imkanları olsaydı; bugün daha çok şey söyleyebilir ve bu imkandan faydalanırlardı. Ki İmamı Azam, hadislerin çokça uydurulduğu Küfe’de hadislerin çoğunu itibara almaz, kıyas ve ictihat yolunu kullanırdı. Ayrıca geçmiş alimlerimiz -özellikle- Şafii, bir yerde verdiği fetvayı bir başka yerde değiştirme yoluna gitmiştir. Çünkü şartlar ve ortam değişmiştir.
"Şimdiki ilahiyatçılar" yazısını yazanın samimiyetinden şüphem yok. İçinden geldiği gibi yazmış zira. Fakat hamaset kokuyor. Bugün bu tür hamasetten ziyade ayakları yere basarak problemlerimizi ve açmazlarımızı edebince tartışmak ve çözmeye çalışmaktır.
Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Maksadımı aşmışsam affola. Uzattım. Baki selam. 20.02.2018, Ramazan Yüce, Konya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)