4 Mart 2018 Pazar

Spor Kulüpleri ve MEB

Skor ve puan durumu dışında sporla daha doğrusu futbol ile çok ilgilenmem. Dışardan gördüğüm kadarıyla kulübün başına seçimle gelenler, takımlarını başarıya götürmek için takımı baştan aşağıya yenileme yoluna gider. İlk iş olarak teknik direktörü değiştirir, teknik heyetin raporu çerçevesinde bazı futbolcularıyla yollarını ayırır, yerine yenisini alır. Hiçbir şey yapmayan kulüp yönetimi takımına takviye yapar. 

Lig başlamadan önce kulüp hazırlık çalışmasına başlar, lige hazır hale gelir. Lig başladıktan sonra takım istenilen ve hedeflenen başarıyı yakalarsa kulüpte her şey yolunda gider. Takım arka arkaya yenilir, hedeflenen başarıdan uzaklaşmaya başlarsa teknik heyetten hesap sorulur. Gerekirse bazı futbolcuların kulağı çekilir, olmazsa süresiz kadro dışı bırakılır. Beklenen başarı gelmezse kulübün taraftarları her maçta "Yönetim istifa!" protestosu yapar. Gelen tepkilere kulüp daha fazla direnemez ve sonunda teknik direktörün görevine son verilir. Yerine yeni bir teknik heyet getirilir. Takımdaki kötü gidiş devam ederse kulüp, olağanüstü kongreye giderek mevcut yönetim ya güven tazeler, ya da yerlerine yeni bir yönetim gelir. Anlayacağımız kulüpteki futbolcudan, teknik heyete ve kulüp başkanına varıncaya kadar herkes hesap verir ve bedelini öder.

Hep merak etmisimdir, kulüplerimizdeki bu hesap verme, hesap sorma, niçin diğer kurumlarımızda yoktur? Örnek mi istersiniz? Mesela MEB başarılı bir kurum mudur? Hepimizin malumu olduğu üzere bu ülkede eğitim ve öğretimden kimse memnun değil. Herkes dertli. Hatta sürekli "Ne olacak bu eğitimin hali" diye serzenişte bulunur, hatta isyan ederiz. 

Her türlü tedbir alınmasına, sürekli sistem ve sınav değişikliğine, okul yönetimlerinin yenilenmesine, müfredatların değiştirilmesine, haftalık ders yükünün artırılmasına, Bakanlığın okulları fiziki ve alt yapı ile donatmasına, okulların maddi ihtiyaçlarının büyük çoğunluğunun karşılanmasına, okullarda yetiştirme ve destekleme kursları açılmasına rağmen istenilen başarı bir türlü gelmiyor.

Başarının gelmemesine değişik gerekçeler bulunabilir. Başta Bakanlık olmak üzere veli, öğrenci ve vatandaşına kadar hemen hemen herkes başarısızlığın nedeninin öğretmen olduğu konusunda hemfikir. Bu yüzden Bakanlık, öğretmeni dört yılda bir sınava tabi tutma ve her yıl veli ve öğrenci vb. kişilere puanlatma gibi yeni kriterleri devreye sokmaya çalışıyor. Sonuç ne mi olur? Şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Ama benim gördüğüm, kimsenin bedel ödemediğidir. Haydi öğretmeni sorumlu tuttuk, suçu onun üzerine yıktık. Eğitim ve öğretim belini doğrultabilecek mi? Ya doğrultamazsa birileri özellikle karar verici veya uygulayıcılardan bedel ödeyen olacak mı? Yoksa işin sonunda "Bu öğretmenlerle bir yere varılmaz, çünkü elimizdeki malzeme bu" deyip suçu yine öğretmene yıkarak aynı üst düzey yetkililerle yola devam mı edeceğiz? Yani üst kademeden "Başarısız oldum" deyip istifa eden olacak mı veya onlardan istifaları istenecek mi?

Bence MEB'e, futbol kulüplerindeki başarı ve başarısızlık kriterini getirmekte fayda var. Bedel ödeneceği zaman öğrencisinden, velisine; öğretmeninden, okul yöneticisine; ilçe şube müdüründen, ilçe milli eğitim müdürüne; il milli eğitim müdüründen, daire başkanına; genel müdüründen, müsteşar yardımcısına; müsteşardan, bakanına varıncaya kadar bedel ödemelidir. Bedel derken herkesi asıp keselim demiyorum. Etik olan, üst düzey yöneticilerin istifa etmesidir. İstifalarından geçtim, öz eleştiri yapıp "Yürürlüğe koyduğumuz sistemin eksiklikleri ortaya çıktı, biz bu modeli uygulamamalıydık. Bu modeli ben önermiştim. Bütün suç bende" diye mütevazı davranan ve suçu üstleneni görmedim. Halbuki futbol kulüplerinde takımın başındaki teknik direktörler, maç sonrası düzenlenen basın toplantısında  çoğu zaman "Takımın mağlup olmasında tüm sorumluluk bende, taraftarlarımızdan özür diliyorum" diyerek mağlubiyetin faturasını kendisine kestiklerine şahit oluyoruz. Neden bizim MEB'de faturayı kendine kesene rastlanmaz, niçin kimse burnundan kıl aldırmaz? Niye üzerilerine alsınlar ki? Nasıl ki bizde suçlu belli: Öğretmenler. Suçlu belli iken suçlu aranmaz bizde.

Kimse kusura bakmasın, hep öğretmeni suçlu gören bu kafa yapısıyla eğitim ve öğretimimiz bir yere varmaz.  Yine unutulmasın ki at sahibine göre kişner... 04.03.2018

"Performans Notumu Nasıl Yükseltebilirim" Diyorsan Düş Peşime!

MEB, yürürlüğe koyduğu Öğretmen Strateji Belgesiyle dönülmez bir yola girdi. Gelen tepkiler üzerine bir yıl ertelese de kamuoyunda  veli ve öğrencilerin öğretmenlerine not vermesi şeklinde anlaşılan bu belgenin başarılı olacağına ve öğretmenlerin performansının yükseleceğine Bakanlık, o kadar inanmış olmalı ki yürürlüğe koymak için can atıyor.

Büyüklerimdir, ne yapsa yeridir, bize laf düşmez. Bize gereken ağlayıp sızlamak değil; veli ve öğrenciden nasıl yüksek puan almanın yollarını bulmaktır. Siz, bu iş nasıl olacak diye bekleye durun. Erken kalkan yol alır misali, ben kendim için bir yol haritası belirledim bile.

Hedef kitlemin birinci sırasında öğrencilerim var. Şayet onları ikna ve memnun edersem velilerini de çantada keklik bileceğim. Çünkü çocukları için saçını süpürge eden velilerimiz, çocuklarının memnuniyetinden bigâne kalmayacaktır. Bu bana yol, su, elektrik olarak geri dönecektir. Önce müşteri, pardon öğrenci memnuniyeti önemlidir. Bunun için:
1. Başarılı olsun veya olmasın -ki başarısız öğrenci yoktur, olsa olsa başarısız öğretmen vardır- tüm öğrencilerimin yazılı, performans ve proje puanlarının aritmetik ortalaması, şu andan itibaren yüz üzerinden yüzdür. Bunun için gerekirse sınavdan önce cevaplarıyla birlikte soruları vereceğim. Buna rağmen öğrencim soruyu eksik yaparsa -ki heyecandandır- kendisi ile özel bir görüşme yaparak kağıdını gözümün önünde düzeltmesini isteyeceğim. Öğrencim, "Benim zamanım yok, buna vakit ayıramam, düzelteceksen sen düzelt, şayet düzeltmezsen sene sonu görüşürüz" derse yazılı kağıdındaki yanlışları hiç üşenmeden bizzat kendim seve seve düzelteceğim.
2. Öğrencim derse benden sonra gelirse ona niçin geciktin demeyeceğim. "Hoş geldin yiğidim! Zahmet edip lütfetmişsin, iste dersimi tümden senin için feda edeyim" diyeceğim.
3. Öğrencim ders dinlemek istemiyor mu? Ayağa kalkıp dolaşmak mı istiyor. Yavrum, maşallah, ne güzel kalkıp dolaşıyorsun diyeceğim.
4. Ders esnasında veya bahçede öğrencimi sakin bir şekilde görünce "Yavrum! Neyin var, bir derdin varsa lütfen söyle. Senin için elimden geleni yaparım, biliyorsun. Hatta saçımı süpürge bile ederim. “Müdüre kızdım” derse gerekirse müdürü de karşıma alırım.
5. Öğrencinin kıyafeti okul kıyafeti değilse "Yavrum bu kıyafet sana ne güzel uymuş, uzun saç sana ne güzel yakışmış, okul idaresi seni uyarırsa lütfen benim yanıma gel. Şayet o anda beni göremezsen şu benim telefon numaram. Lütfen 7/24 beni arayabilirsin, diyeceğim.
6. Öğrencim bana ne eleştiri getirirse getirsin müşteri daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda düşüncesiyle ona,  “Ben demokrat bir insanım, istediğini söyleyebilirsin” diyeceğim.
Öğrenciyi kafa kola aldıktan sonra sırada velilerle görüşmem olacaktır:
1.      Velilerime her cuma olmak üzere bayram vb günlerde kutlama mesajı göndereceğim.
2.      Tüm velilerime en kısa zamanda ev ziyaretleri yapacağım. “Çocuğunuz benim hakkımda olumsuz ne söylerse yerden göğe kadar haklı” diyeceğim. Ayrıca, “Efendim! Siz ve çocuğunuz not kaygısı çekmesin. İbrahim peygamberin misafirperverlikte gösterdiği sahaveti ben de not vermede göstereceğim.
3.      Ziyaretim esnasında velim bir gaflette bulunup da çocuğu hakkında “çalışmıyor” şeklinde bir eleştiri getirirse “Beyefendi! Çocuğunuza haksızlık etmeyin, Aslında çocuğunuz çok zeki. Çocuğunuz, ergenliği biraz zor atlatıyor, ayrıca arkadaş kurbanı. Naçizane ben rehberlikte biraz eksiğim. Çocuğunuzun en kısa zamanda bu badireden kurtulacağına inanıyorum” diyeceğim.
İçinizden iş performansa dayanınca adamın veli ziyareti yapacağı geldi şeklinde bir eleştiri getiren olursa iftira atıyorsunuz, derim. Veya ziyaretim esnasında veli, “Sayın hocam, hangi dağda kurt öldü?” derse “Tek amacım, hizmettir. Kimseden bir beklentim yoktur. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Tek derdim sizi ziyaret edesim geldi” olacaktır.

Veli ziyareti yaptıkça bir evde yaptığım hatayı diğer evde yapmayacak şekilde nabza göre şerbet misali kendimi yenileyeceğim. Hâsılı velim ve öğrencim, yüzüme tükürse bile temel felsefem “Ya Rabbi, şükür!” olacaktır. 04/03/2018, ramazan Yüce, Konya

3 Mart 2018 Cumartesi

Nice Yıllara! *


Bir zamanlar gazeteler, vatandaşın neredeyse tek haber kaynağıydı. Türkiye ve dünyadaki havadislerden haberdar olmak için kimi gazete bayilerine gazete almaya gider, kimi gazeteye abone olur, gazetesi evine kadar gelirdi. Kimi de çay içmek, oturmak için gittiği kahvehaneye gelen gazeteyi okurdu. Kimi haberleri, kimi köşe yazılarını okur, kimi de bulmacasını çözmeye çalışırdı. Hem vakit geçirir, hem de gündemi takip ederdi.

Okumak için gazeteyi eline alan mürekkep kokusunu da alırdı. Okurken usulüne uygun katlar, kimseyi de rahatsız etmezdi. Otobüsle uzun bir yolculuğa çıkan, yola çıkmadan birkaç gazete birden alır, yol boyunca okur giderdi. Gazeteyi okuduktan sonra bir başka yolcuyla gazeteler değiştirilir, bu vesileyle gazeteyi okumaktan bir başkası da faydalanırdı. Okunan gazete atılmaz, paketleme işinde veya yeme-içmede sofra altı görevi yapardı.

Ne zaman ki televizyonlar yaygınlaştı, internet gazeteciliği ortaya çıktı, gazetelerin pabucu dama atıldı dense yeridir. Kahvehane ve iş yerlerine gelen gazetelerin yüzü açılmıyor, doğru dürüst bulmaca çözen yok. Sabah konduğu gibi ambalaj vb. amaçlı kullanılmak üzere kaldırılıyor. Vatandaş haber ihtiyacını neredeyse 24 saat yayın yapan televizyonlardan gidermektedir. Tv izlemeye imkanı olmayan, elindeki cep telefonu marifetiyle Türkiye ve dünyadan haberdar olmaktadır.

Eskiye oranla günlük çıkan gazetelere pek ihtiyaç kalmasa da gazeteler yine çıkmaya devam ediyor, hatta yeni yeni gazeteler yayın hayatına başlıyor. Mütevazı okuyucu kitlesiyle hayata tutunmaya çalışıyor. 

Günlük çıkan gazetelerin ne kadar okuyucusu var diye bir göz attığımızda haftalık ortalaması 3.250.000 civarındaymış. Nüfusu 80 milyona dayanan bir ülke için 3 milyon civarındaki tirajın lafı bile olmaz. Gazetelerin eski okunurluğu ve cazibesi kalmasa da gazeteler, okunsun diye okuyucusunun karşısına çıkıyor, hatta ayağına gidiyor. Gazetemiz Anadolu'da Bugün gazetesi de bunlardan biridir. 5 yıl önce bismillah dediği yayın hayatına doludizgin devam ediyor ve okuyucusuyla buluşuyor. İlk günkü heyecanından bir şey kaybetmeden 6.yıla adım atmanın mutluluğunu yaşıyor ve bugün bu sevincini okur ve sevenleriyle paylaşıyor.

Umarım Anadolu'da Bugün gazetesi basın dünyamızda uzun soluklu olur, doğru ve güvenilir haberleriyle basınımızdaki yerini iyice sağlamlaştırır, nice yıllara adım atar. Bugün Konya-Karaman ve Aksaray'a hitap eden bu gazetemiz –bakarsınız- bir gün ulusal bir gazete olur.

Bu vesileyle günlük haber bulmak ve yayına vermek için zamanla yarışan, gazetenin her bir sayfasını düzenlemek için çaba sarf eden, baskıya veren ve sabahında okunmak üzere bayilerde yer almasını sağlayan gazete çalışanlarına ve gazetenin çıkması için maddi ve manevi desteğini esirgemeyen sahibine nice 5 yıllar temennisinde bulunmak isterim.

Nice yıllara Anadolu'da Bugün! 03.03.2018 Ramazan Yüce, Konya

* 05/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.