3 Mart 2018 Cumartesi

Var mı Bizim Ülke Gibisi?

Dünya yüzeyinde mevcut olan ülkeler arasında herhalde bizim ülke gibisi yoktur. Düşmanla çevrili dense yeridir. Sırtımızı dayayabileceğimiz doğru dürüst bir komşumuz bile yok.  Yunanistan'a mı? Bulgaristan'a mı? Suriye'ye mi? Irak'a mı? İran'a mı? Ermenistan'a mı? Gürcistan'a mı? Azerbeycan'a mı? Hangisine sırtımızı dayayacağız?

Azerbeycan ve Gürcistan dışında sorunumuz olmayan ülke yok gibi. Biri durulur, sonra öbürü başlar. Hep gerginlik, hep kaos. Bakmayın şimdi Bulgaristan ile sorunumuz olmadığına. Yunanistan ile sorunumuz hiç bitmedi. Kıbrıs, Ege Denizi, Adalar sorunu temcit pilavı gibi önümüze gelir veya getirilir. Hiç bir şey yoksa bile mutlaka bir kriz üretilir: Kardak krizi gibi.

Güney sınırlarımıza bakalım? Irak ve Suriye var. Doğumuzda ise İran. Üstelik bunlarla komşuluğun da ötesinde inanç bağımız var. Gerçi Güney komşularımız, Irak ve Suriye mi tartışılır. ABD ile komşuyuz dense yeridir. Dün Irak'tan gelen terörle boğuştuk. Bugün Suriye'den gelen terörle boğuşuyoruz. Orta yerde devlet yok. Devlet görünümlü kukla devletler bunlar. Baba Esed'den çektik yıllar yılı. Şimdi de oğul Esed'den çekiyoruz. Şu anda göğsümüzü gere gere sırtımızı dayayanilebiceğimiz, dost ve kardeş ülke tek Azerbeycan var. Onun dışında hangi komşumuza bakarsak bakalım. Hepsi tökezlememizi bekliyor. Yere yıkılıversek akbabalar gibi üzerimize çullanacaklar. İşin garibi ne kadar uğraşılsa da aramızdaki sorunlar bitmiyor. Çünkü bitirilmesi istenmiyor. Bize bu ülkeyi lütfedip verenler sistemi böyle kurmuş.

Çevremizin düşmanla düşmanla çevrildiği yetmediği gibi dünyaya yön veren sömürgeciler de bize düşman. Bu da doğal karşılanmalı. Çünkü sınırımızdakileri bize düşman edenler de onlar zaten.

Milletçe bu boğma siyasetinden sıyrılmak ve kurtulmak gerekir. Bunun için devleti yönetenler ileriyi gören bir siyasetle iyi bir diplomasi yönetmeli, başta komşularımız olmak üzere kazan-kazan politikası belirlemeli. Siyaset bu işi yaparken vatandaş olarak bizler de başta milli meseleler olmak üzere iyi bir kenetlenmemiz gerekir. Teferruatlara boğulup ayrılık tohumları ekmemeliyiz. İktidarı- muhalefetiyle, Türk'ü-Kürt'yle, Alevisi ve sünnisiyle söz konusu vatan olunca gerisi teferruat diyebilmeliyiz. 03.03.2018 Ramazan Yüce, Konya 

Irkıyla Övünen Övünene...**

Nüfus Müdürlüğü tarafından alt ve üst soy bilgisi vatandaşın bilgisine sunulunca başta sonucu merak edenler olmak üzere ekseriyetimiz e devlet'e yüklendi. 1800'lere kadar giden soy bilgisinden, çoğu umduğunu bulamadı. Çünkü bazılarındaki beklenti, hangi ırka mensup olduğunu öğrenmekti.

Irkını bulmadaki çaba ve gayretini gideremeyenlerin merakını bazı siteler giderme yoluna gitti. Yüz tarama sistemine göre kimin hangi ırka mensup olduğu bilgisini veriyordu. Tek yapılması gereken, bir fotoğrafını seçip taranmasını sağlamak. Bunu yaparken de Facebook'tan giriş yapmanı şart koşuyor. Taranan fotoğrafına göre seni herhangi bir ırka ait gösteriyor. Hatta kaçta kaç o ırka mensup olduğunu söylüyor. "Yüzde 110 Türk'sün, yedi ceddin Türk'tür" demek suretiyle oran bile veriyor. Yüzde yüzü anladım da yüzde 110 ne demek anlayamadım. Sonucunu öğrenen eğer Türk çıkmışsa hemen sosyal medyadan paylaşma yoluna gidiyor. "Elhamdülillah Türk'üm" diye sevinci ve mutluluğunu ifade ediyor.

Sosyal medyadaki bu fotoğraf taratıp sonucu öğrenme furyasına ben de katıldım. İlk taramamda yüzde 76 ile Yunan, yüzde 36 ile Kafkas olduğum çıkmışken üşenmeyip ikinci defa tarattığımda yüzde 110 Türk olduğum ifade edildi. Borsa gibi anlık değişiyor mübarek! Yüz taratma işi bana Cumhuriyet'in ilk yıllarında kafatasının ölçülerek Türk'ün kafa yapısının ortaya çıkarılmak istenmesi çalışmasını aklıma getirdi.

Kişilerin farklı günlerde aynı veya ayrı fotoğraflarla yüzünü taratma sonucunun değişmesi de işin ciddiyetsizliğini göstermektedir. İnsanın ırkı borsa gibi anlık değişmez. Aslı ve astarı olmayan bu ırk belirleme işinin, halkın neye temayülü olduğunu ölçmeye yönelik bir yem olduğunu düşünüyorum.

Bizde aslını inkar eden haramzadedir diye bir söz vardır. Herkesin soyunu, sopunu, ırkını öğrenmek istemesi kadar doğal bir şey yok. Fakat ırk, bir övünç veya yergi meselesi olmamalıdır. Çünkü hiçbirimizin hangi milliyetten doğup doğmaması gibi bir seçeneği yoktur. Pekâla ırkımız bir başka milliyete dayanabilir. Kendi inisiyatifimizin olmadığı bir konuda övünmek veya başka bir ırk çıktığı için yerinmek yanlıştır. Çünkü bu ülke bir mozaikler ülkesidir. Her ırktan insan barınmaktadır. 

Kim olduğumuzu öğrendikten sonra bugün ne olduğumuz daha önemli diye düşünüyorum. Ya da kendimizi ne hissettiğimizdir. Önemli olan bulunduğun, ekmeğini yediğin, havasını teneffüs ettiğin, nimetlerinden faydalandığın ülkenin kıymetini bilmek ve onun kalkınması için elinden gelen çabayı göstermektir. Ülkenin geri kalmışlığını ve derdini dert edinmektir. Gerisi, faydası olmayan bir hamasettir. 03.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 04/03/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.




28 Şubat 2018 Çarşamba

"Gece plağı hastası geldi"

Diş önemli, diş sağlığına özen göstermek gerekir. Zaman zaman muayene olmak gerekir, denir. Doğrudur. Fakat devlete ait ağız ve diş sağlığına veya diş fakültesine gitsen yapılan ilk muayene ile birlikte sana bir alay ev ödevi veriliyor: "Şu diş çekilecek, bu dişe dolgu yapılacak, buna kanal tedavisi olacak, şu  dişe kaplama gerekir, diş taşları temizlenecek, diş etlerin tedavi edilmesi gerekir..." Hemen ardından ilgili bölümlere gider, her biri aylar sonrasına randevu verir sana. Girdik bu işe, devam ettirelim dersin. Hiçbir bölümde işin bir girişte bitmez. Ya inat eder, aylar ve yılları bulur tedavin; ya da pes eder yarım bırakırsın.

Bir ayı geçmiş bir zaman diliminde azı dişimde bir sorun oluştu. Normal suyu dahi içemez, yemek yedirmez oldu. Kendi kendime sol tarafımla yemek yemeyi, su değdirmemeyi yasakladım. Hep sağ tarafı kullana kullana baktım sağ tarafta da sorun oluşacak. Kime, nereye gideyim dedim. Hangisine gitsem randevu verecek. Özele gitsem tedavi bana tuzlu gelir. Çünkü öyle duymuştum. Baktım olmayacak, bekleye bekleye hiç olmayacak, özel bir ağız ve diş sağlığına gittim. Kanal tedavisi gerekiyormuş. Çaresiz kabul ettim. Çünkü durulacak gibi değil. Hediyesini sordum. İçime oturdu daha ödemeden. Ama diş bu. Şakası yok. Ne yediriyor, ne içeriyor. Bereket sancısı yoktu. Bir de sancı olsaydı evlat acısı gibi olurdu.

Kanal tedavisi için üç gün sonrasına randevu verdi hekimim. Çünkü tedavi sonrası diş sancısı olmaması için antibiyotik kullanmam gerektiğini söyledi. 
Hekim, tedavi öncesi uyuşturmak için kaç defa iğne vurduysa da çene ve dudak bir türlü uyuşmadı. Ne kadar uyuşsa da konu kanal tedavisi olunca canını acıtmaması mümkün değil. Hekim bir taraftan dikkatli bir şekilde tedavisini yaparken "Acıttım, özür dilerim" derken bir taraftan da dişlerimi sıktığımdan ileride dişlerin daha büyük sıkıntı vereceğini, bunu geciktirmek için gece plağı kullanmam gerektiğini söyledi. Geçici dolgunun ardından esas dolguyu yaptırdım. Hekimime gece plağının fiyatını sordum. Söylediği fiyata da tamam dedim. Ölçüyü aldı, ertesi günü almamı söyledi.

Ertesi günü gece plağını almaya gittim. Kapıyı açan görevli, bir taraftan önündeki bir müşteriye, bir taraftan telefonla başkasına cevap veriyor. Ardında sıra bana gelsin diye beklerken biri daha geldi. Ben biri diyorum, görevlinin "Hoş geldiniz Abdullah Bey" demesinden, son müşterinin adının Abdullah Bey olduğunu öğreniyorum. Biri olan benmişim. Çünkü ilginin odağıydı beyefendi. Hemen telefona sarılıp doktoruna Abdullah Bey geldi diye haber verdi. Bu arada oradan geçmekte olan bir başka görevli "Abdullah Bey, hoş geldiniz" dedi. Abdullah Beyin cevap verdiğini duymadım. Belli ki başını salladı. Abdullah Beyin görüneceği hekimin hastası olduğundan az bekleyeceklerini söyleyip salona buyur ettiler. Herkes gittikten sonra yarım ağız yüzüme baktı sekreter kızımız. Derdimi anlattıktan sonra adımı söyledim. Hekimimi telefonla arayarak "Gece plağı hastası geldi efendim" dedi. Beni de bekleme salonuna aldılar. Beklerken belki beyefendilik bulaşır diye Abdullah beye yakın oturdum. Göz ucuyla süzdüm. Kimseye pek öss vermiyordu. Oturuşundan bile belli oluyordu beyefendi olduğu. 

Otururken "Ramazan Yüce, buyrun!" dendi. Hele şükür, ismimle hitap edildi," dedim. Çünkü az önce adımı "Gece plağı hastası" koymuştu. İyi ki ismimle hitap etti. Ya bir de bekleme salonunda o kadar bekleyen randevulu hastaların içerisinde "Gece plağı hastası, yukarı!" deseydi, halim nice olurdu. Hekimim plağını taktı, nasıl çıkaracağını, nelere dikkat edeceğimi anlattı. Ardından ayrıldım.

Yolda evime giderken aklım, Abdullah beydeydi. Onu bey yapan neydi, onu herkes nasıl tanıyor, ismiyle hitap ediyordu? Makamı, mevkii, şöhreti neydi? Ya da buranın sürekli müdavimlerinden miydi? Düşündüm durdum. Eğer çok gelmekle beyefendi olunsaydı benim de dördüncü gelişimdi. Buna rağmen beyefendi olamamıştım. Demek ki çok gelmekle alakası yoktu bu beyefendiliğin. Başka bir şeydi ama öğrenemedim gitti. İyi de ben nasıl beyefendi olacaktım? Acaba gecikmiş miydim?

Evime yaklaşırken baktım 17-18 yaşlarında bir kız çocuğu telefonla konuşarak yürüyordu. "Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur" diyordu telefondaki kişiye. Yaşı küçüktü ama tecrülenmişti, belli. Gerçi ben küçük diyorum ama benim küçük gördüğüm vekil olacak yaştaydı. Kim bilir belki 2019 seçimlerinde karşıma vekil olarak çıkacak. Vekil olur mu olmaz mı bilemiyorum ama aradığım soruya cevap vermişti. "Eğer yedisinde olamadıysan elli beşine gelmişsin. Bundan sonra olmaz der gibiydi. Hasılı bey olma hayalim daha evime varmadan sona erdi. Ama olsun en azından normal adının dışında ikinci bir isim daha verilmişti bana: "Gece plağı hastası" idi benim dişçideki adım. Pekala "lan" diye hitap da edilebilirdi. Buna da şükür! 28.02.2018