2 Şubat 2018 Cuma

Okul Müdürleri Düşünsün!

Öğrenci ve öğretmen bu on beş gün ne çabuk geçti, biz bu tatilden bir şey anlayamadık diye kara kara düşüne dursun. Onlar düşüne dururken okullar hummalı bir şekilde ikinci döneme başlamanın hazırlıklarını yapıyor. 

Okul idareleri sorunsuz okulu açmaya odaklanmış durumda. Bunun için ilk iş, öğrenci ve öğretmene herkesi memnun edecek iyi bir ders programı yapmak. Bunu da son ana kadar bekletirler. Ki bekletmek zorunda. Çünkü kim sağ, kim selamet görmeleri gerekiyor. Öğretmenin özürden tayini çıkmıştır, yerine gelen ya olmamıştır, ya da atanmışsa görevine başlamamıştır. Norm fazlası öğretmen varsa daha önce ataması yapıldığı için birinci dönemin sonunda ilişiğini kesip gitmiştir. Onun derslerini diğer branş öğretmenlerinin arasında eşit bir şekilde dağıtılması gerekir. Öğretmen ihtiyacı varsa ücretli öğretmenin görevlendirilmesini bekler. Program yapma dan önce öğretmen verilmemişse -ki verilmez- programda onun adı X, soyadı da Y olarak yer verilir. Mevcut öğretmenlerin mazeret durumları göz önüne alınır. Müdür, eğitim bölgesindeki öğretmen alışverişiyle ilgili toplantıya katılır. İlçe milli eğitimden son dakika golü gelir mi, gelmez mi diye beklenir. En erken ders programına başlayan okul -sorunsuz okul demektir- cuma günü öğleden sonra program yapmaya başlar. Sorunu olan okullar ise cumartesi veya pazarı ders programı yapmak için okula kapanır. Programı yapar yapar, bozarlar. Çünkü öyle program olmalı ki tarafların hepsi memnun olsun. Bunun için sağa koyarlar olmaz, sola koyarlar dolmaz. "Hah oldu" derken önemli bir ayrıntıyı atladıkları anlaşılır. Bozup tekrar yapmaya koyulurlar. 

Okul idaresi yoğunlaşıp program yapıp yetiştireceğim diye çabalarken meraklıları, "Hocam program ne oldu, yapıldı mı? Dört gözle bekliyorum, hala yapılmadı mı?" mesajı atar veya telefon eder. Burnundan solurken bir de onlara cevap ver. Sonunda ikinci hafta tekrar değişecek şekilde idarelik bir program yapılır. Çünkü yeni durumlar ve gözden kaçan ayrıntılar ortaya çıkar. Ardından nöbet listesi hazırlanır. Bunun için de bir emek sarf edilir. Hangi gün kime, kimin yanında nöbet vereyim diye. Öğretmene nöbet verilen gün de boş geçen dersleri doldursun diye boş pencere aranır, bir de nöbetlerde denge gözetilir. Hangi öğretmeni, hangi ciddi öğretmenin yanında nöbet görevi vereyim ki onun eksikliğini diğeri gidersin. 

Mutfakta nice emeklerle pişen bu programı beğenenler programı yapana çok çok teşekküre gelirler, beğenmeyenler ise burnundan soluyarak yöneticinin yanından geçer gider. En iyisi, ya zoraki bir gülümseme, ya da o değilden bir selam. Kimi de selam verir gibi kafasını sallar; "Alacağın olsun, görürsün sen, bundan sonra selamın S'sini, gülümsemenin G'sini sen," der gibi. Kapalı kapılar ardında ve öğretmenler odasında ders programıyla ilgili yapılacak homurdanmalar hariç. Bu da işin bonusu. Bir de "Program bu hafta bir daha değişemez mi" diye soranlar olur.

Okulun giriş-çıkış saatlerine sıra gelmiştir. Valiliğin giriş-çıkış yazısını, havanın aydınlık ve karanlığını, servisçinin bir servisten gelip diğer servise yetişeceğini, öğrenci, veli ve öğretmeni memnun edecek bir giriş-çıkış saatini belirlemeye çalışır okul idaresi.

Derken kervan yola çıkar. MEB'in veya MEM'in son dakika golü gelir. Çünkü onların eli armut toplamıyor. Onlar da müdür okulunda çalışırken yukarıda bir planlama yapmıştır. Okuldan birkaç öğretmeni ya seminere alır, ya il dışı özellikle Antalya'ya bir haftalık seminere gönderir, ya da kitap yazma komisyonuna alır veya bir görevlendirme yapar. "Okul açıldı, bu öğretmenlerin dersleri ne olacak, çocukların dersi boş geçecek" diyen müdüre "Plan ve program bu şekilde. Ben yaptım oldu. Müdür değil misin? Tedbirini alacaksın. Burası ağlama-sızlama, dert yanma, bahane üretme yeri değil, adı üzerinde müdürsün. Ne demek müdür? İdare eden. O zaman idare edeceksin. Tamam mı" denir hal diliyle. Anlamak istemiyorsa lisan diliyle de cevap verilir. Bunlar olacak. Çünkü bizde kervan, yola çıktıktan sonra düzülür.

Okul açılır. Müdür yardımcısı hastalık, izin, görevli vb. nedenlerle gelemeyen öğretmenlerin yerini nöbetçi öğretmenlerle kapatmak için sabahın köründe mini bir planlama yapar.

Ağır-aksak başlayan dönemin ilk gününde sabahın koşuşturması bittikten ve öğretmenler derse girdikten sonra müdür, yardımcılarıyla hemen bu hafta içinde yapılması gereken ikinci dönem toplantısı gündemini oluşturmak için toplantıya geçer. Bu iş salıya kalmaz. Çünkü salı günü müdürün danışma ve müdürler toplantısı vardır. Salı toplantıları bittikten sonra müdür gündem konularına hazırlık yapar. Çarşamba öğretmenler kurulu, perşembe de zümre toplantıları olur. Gerekirse okullarda kıvrak eğitim yapılır.

Dönemin ilk haftası cuma dışında bu şekilde toplantılarla geçer. Korkulan olmadı gördüğünüz gibi. İş, müdürlerin abarttığı gibi değil. 02.02.2018, Ramazan Yüce, Konya


1 Şubat 2018 Perşembe

Ülkeyi yönetmeye talip olanların sorumluluğu

Toplumsal barışa en fazla ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde iktidar ve muhalefete mensup aşırı sempatizanlarının, gerilimi yükselten paylaşımları dikkat çekiyor. Herkes gerilim siyaseti izliyor. Bu siyaset, halkı kutuplaştırmadan öte bir işe yaramaz. Ülkeyi sevdiğini söyleyen bu kişiler, bu görüntüleriyle ülkeye zarar vermekten öte bir şey yapmıyorlar. Aşırı sevgi ve nefret duygusu göz ve anlayışlarını yok etmişe benziyor.

İktidarı savunan kişiler en ufak bir eleştiriye gelmiyor. Ağzını açanı yok etmeye çalışıyor. İktidara muhalif olan ve yıllardır iktidar yüzü görmeyen müzmin muhalifler ise ‘vur abalıya’ mantığıyla var gücüyle olur-olmaz eleştiri yapmaya çalışıyor. Tarafların yaptığı, eleştiri boyutuyla kalsa keşke…İş, hakaret ve kişilik haklarına saldırı şekline dönüşüyor. Niçin yapılıyor bu? Kimi iktidarda kalacağım, inmeyeceğim; kimi de iktidarı devirip ben veya benim zihniyetim başa geçecek psikolojisiyle yapılıyor. Toplum gerildikçe geriliyor. Bir, birbirinin boğazını sıkmadığı kalıyor. Bu gidişle o da olacak maazallah!

İktidar olmak önemli bu ülkede. Çünkü ülke yönetilecek işin sonunda. Fakat gerilim siyasetiyle iktidar olmak belki taraflara bir çıkar sağlar ama bunun ülkeye ne katkısı olur? Zarardan başka bir işe yaramaz.

İktidar olmak; ülkeye daha iyi hizmet edeceğim, Türkiye’yi yaşanabilir bir ülke yapacağım, ben rakiplerimden daha iyi yapacağım, düşüncesiyle bu iş yapılmalıdır. Aralarında bir fazilet yarışması olmalıdır. Rakibi kötüleyerek bir yere varılmaz.

İktidar olanlar bir defa toplumu kucaklamayı esas almalıdır. İktidar olamayanlar, “Biz bu işi daha iyi yaparız” deyip halka kendini iyi anlatmalıdır. Yıllar yılı iktidar olacağım diye kalkıp her defasında bir arpa boyu yol gidemeyenler iktidara ve iktidar savunucularına kızıp köpürmekten ziyade “Biz niye iktidar olamıyoruz, halk niçin bizi benimsemiyor, biz nerede hata yapıyoruz, kendimizi nasıl yenileyebiliriz, halkın dilini nasıl anlayacağız” diye düşüneceği yerde işi-gücü iktidara ve iktidara oy verenlere kızıyor. Halkın kime oy verdiğine kimin kızma hakkı var? Halkımız bu işi kim daha iyi yapacaksa ona oy verir. Bu halk maceraya yelken açmaz. Kimseye de oyu tapulu değildir. Baktı ki iktidar olan bu işi beceremiyor, muhalefetteki bu sorumluluğu daha iyi yapacak derse seçmen dünün muhalefetini iktidara taşır. İktidardakini de hatasıyla yüzleşsin diye muhalefete indirir. Türkiye’nin geçmiş siyasi tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Muhalefet veya muhalefeti destekleyenler şunu bilsin ki siyaset bir vitrin işidir, halkı ikna etme sanatıdır, kendini iyi pazarlamadır; halkın değerlerini, ihtiyaçlarını, derdini anlama işidir. Kim halkı ikna ederse iktidarı kapar bu ülkede. Yıllar yılı patinaj siyaseti yapan ve bir arpa boyu yol gidemeyen, halkın değerlerini anlamamakta direnen ve kendi meramını anlatamayanların ülkeyi yönetme denilen iktidarı göremezler. Hatta rüyalarında bile.

Desteklediği partisi iktidar olamayınca bazıları, “Biz niye iktidar olamıyoruz” diyeceği yerde gecesini-gündüzünü iktidara kızan, hakaret eden, iktidarın her hareketini eleştiren paylaşımlara yer veriyor sosyal medyada. Bu arkadaşlara yanlış yolda olduklarını, kendilerini yenileyip yeni bir yol haritası belirlemeleri gerektiğini söylemek isterim. Yoksa bu kızma siyasetleri ancak kendi küpüne zarar verir. Bu da ne kedilerine fayda sağlar, ne de ülkeye katkı sağlar.  01/02/2018, Ramazan Yüce, Konya


Türkiye'nin Hocalarla İmtihanı *

Ülkede adına hoca denen kişi sayısı çok. Hepsi de çeşit çeşit, tekdüze değil. Öğretmen, imam, üniversite hocası, bir tarikat şeyhi ya da bir işi iyi bilen vb. kişilere hoca denir bu ülkede. Bazı bölgelerde tanımadığı kişilere 'hocam' hitabı da kullanılır. Kimi de sevdiği, arkasından gittiği kişilere sadece hoca hitabını yeterli görmez. Sonuna ‘efendi’ ilavesi yapar.

Hoca tabiri değişik kişilere söylense de hoca dendiğinde bu ülkede dini bilen, insanlara dini anlatan ve dini yaşamaya çalışan kişiler akla gelir. Halkımızın büyük bir çoğunluğu din adamı da denilen bu hocalara ilgi-alaka gösterir, güvenir, iltifat eder. Kendi iyi olmasa da hoca dediği kişilerin iyi olması gerektiğini düşünür bizim insanımız.

Bu ülkenin sınavlarından, sorunlarından biri de bu hoca denilen kişilerdir. İyisi çok iyi, etrafına güven verir; halk nezdinde sözüne güvenilen, kendisiyle istişare edilen, sözü dinlenen biridir. Bu tipler halkı kolay kolay kandırmaz. Nasıl bilinirse ömrünü öyle tamamlar. Bir de adına hoca denilen kişiler vardır ki önce halka güven verir, halkın güvenini kazanır, sonra gerçek yüzünü gösterir. Kimi ihanet eder, kimi insanları para yönünden dolandırır, kimi taciz vb yollara tevessül edebiliyor. Halkımız, gerçek yüzünü gördükten sonra bu tip hocalara, “Bir de hoca olacaksın” şeklinde serzenişini de dile getirir.

Bu toplum şeytana pabucunu ters giydiren; hoca görünümlü, sonunda ‘efendi’si olan hocaya da şahit oldu. İhanetlerden ihanet beğendirdi bu ülkeye. Bu milletin verilmiş sadakası varmış ki bu hoca bozuntusunun oyun içinde oyunlarını son anda önledi. Biraz pahalıya patladı ama sonunda ülkeyi bu şer ocağına teslim etmedi. Bizim için bu musibet, bin nasihate bedel oldu.

Gerçek yüzü ortaya çıkan hocanın biri gidiyor, biri geliyor bu ülkede. Son günlerde sevenleri, sempatizanları ve tabileri tarafından hocaefendi denilen bir başka hoca ile ilgili operasyonu konuşuyor ülke.

Nebevi tebliğ görevini yaptığını söyleyen, peygamberin yolundan gittiğini izhar eden ne kadar hoca varsa çoğunun arkasında bağlılar ordusu var. İşin garibi hiçbirinin para sorunu yok, itibar sorunu yok, insanlara ulaşma sorunu yok. Hemen hemen hepsinin TV kanalı var. “Haydi ölün” dese, bir sözüyle ölecek nice bağlıları var. Bu keramet dinden mi kaynaklanıyor, yoksa hocanın maharetinden mi, çok anlayamadım gitti.

Bir başka hoca daha var ki kendisini mehdi olarak lanse etmekte. Soyunu ise zaten peygamberin soyuna dayandırıyor. (ne işe yarayacaksa…) Darwin Teorisini çürütmek için epey bir uğraş verdi, kitaplar yazdı. Kendisinin ve bağlılarının hiç para sorunu yok. Paranın suyu nereden geliyor bilinmez. Ne iş yapar onu da bilen yok. TV kanalı var. Haftanın yedi günü kanalının müdavim ve demirbaşı. Müntesipleri, o bildiğimiz dindar-mütedeyyin kadın giyimine pek benzemiyor. Neredeyse anadan-üryan açılmış bir şekilde kanalda boy gösteriyorlar. Ağızlarından inşallah-maşallah pek düşmüyor. (ibadet şekilleri sanırım) Kedicikleri sayesinde kanalda dans, müzik hiç eksik olmuyor. (Bu da ibadetleri olabilir)

Ülkemizin sıkıntılı günlerden geçtiği günümüzde bu sosyete cemaatinin tek gündemi biricik hocaları ve hocalarının ‘Kediciklerim' dediği kızlar. “Yaptığımıza Allah ne der? Yok ya, millet ne der? Daha neler neler!” dedikleri falan yok. Bu işler; inşallah ile maşallah ile olmaz, bu anlattıklarınız ve icra ettikleriniz dine ters diyen olursa yüzleri hiç kızarmadan cevap bile veriyorlar. Çünkü ne yaptıklarından o kadar eminler ki…

Allah’ım! Sen aklımıza mukayyet ol, senin dinini kendi çıkarları uğruna alet edenlere fırsat verme. Dine meyyal bu milletin duygularıyla kimsenin oynamasına izin verme. Dinini kendi menfaatleri uğruna kullanmayan hocalar ver bize. İnsanımıza da olur-olmaz kişilerin ardından gitmeme basiret ve feraseti ver.  01/02/2018, Ramazan Yüce, Konya


* 03/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.