10 Ocak 2018 Çarşamba

Bu ülke kimi sevmez?

Allah insanları bedenen ve ruhen farklı farklı yaratmıştır. Boy-pos yönünden farklı olduğumuz gibi duygu, düşünce ve hisler bakımından da farklıyız. 

Kimimiz fakir, kimimiz zengin, kimimiz de kendi kendine yeter durumdadır. Yaptığımız işler bile farklıdır. Zevk ve hazlarımız, önceliklerimiz, prensiplerimiz de çeşit çeşittir. Fikir, inanç, kanaat yönünden de farklı düşünüyoruz. Her yönüyle envai çeşidiz. Çünkü ülkemiz bir mozaikler ülkesidir. Fizîken ve ruhen gökkuşağının renkleri gibiyiz. Bu da normaldir. Farklı fikir ve düşünce bu ülkede yüzyıllardır neşvünema bulmuştur. Çünkü zevklerle, renkler tartışılmaz. 

Bizim gibi düşünmeyeni sevmesek de saygı duymak zorunda hissederiz. Katılmadığımız bir fikri değiştirmeye çalışır, tehlikeli gördüğümüz düşünce ile mücadele etme yolunu seçeriz. Düşüncemizin hakim olması için kimimiz vakıf, kimimiz dernek, kimimiz sendika, kimimiz siyasi parti kurar, kimimiz de ekonomik yönden güçlü olmak için ticaret yolunu seçeriz. Hepsi kabulümüzdür bunların. Zira her türlü renk, ırk, düşünce, inanç ve fikre tahammül ederiz.

Bu ülke insanının ekseriyetinin katılmadığı, tasvip ve onay vermediği tek şey vatanın satılmaya çalışılması, vatana ve ülkeye ihanet edilmesidir. Bu ülke içerisinde başkası adına çalışmak, onlar adına ajanlık yapmaktır. Ülkeyi dışarıda kötülemek, ülke aleyhine şahitlik yapmaktır. Bu ülkenin mahremine, kalbine atış yapan dış güçlerin dümen suyuna girerek bu milleti ve ülkeyi batırmaya ve çökertmeye çalışmaktır. İşte bu tipi bu ülke insanı; inancı, rengi, fikri ve zikri ne olursa olsun sevmez. Çünkü böyle bir şeyi vatana ihanetle eş değer görür. Bunlarla güvenmediği gibi nefret eder, ölümüne bunlarla mücadele eder. İşte 15 Temmuz bu milletin kendisine ihanet edenlere balyoz vurduğu, kırmızı kart gösterdiği bir gündür. 

Bu millet okumuşunu, dindarını, hocasını sever; bunlara güvenir. Alabildiğine tolerans gösterir, sırtında taşır. Ne zamanki ihanetlerini gördüğü zaman sıfır müsamaha gösterir. Bunlarla ölümüne mücadele eder.

Bu millet kaçak güreşeni, kendisini olduğundan farklı göstereni, derviş hırkasına bürünmüş din bezirganını, takiye yapanı, başka bir istihbarat adına çalışanı, ülkenin onurunu yabancı ülkelere peşkeş çekeni asla sevmez. Bunlarla ölümüne savaşır. Nitekim 15 Temmuz bunun destanıdır.

Bu millet günahları sever ama riyakarı asla. Bu millet suçunu itiraf edeni sever, ama kaçıp gideni, başka bir ülkede bir eli yağda, bir eli balda olanı, ülke aleyhine çalışanı ve hala kendini hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi göstermeye çalışan sahtekârları asla sevmez. Bunlara bu toprakları dar eder. İşte 15 Temmuz içindeki irinleri, ayrık otlarını temizleme operasyonudur.

İnancı, düşüncesi ne olursa olsun, fikrini hakim kılmak için bu ülkede mücadele eden her türlü yerli ve milli unsura geçit verir, onlara saygı duyar, ama kaçıp gideni asla affetmez. Çünkü bilir ki kaçan suçundan dolayı kaçar ve onu hain bilir.

Bu millet, darbeye teşebbüs eden Talat Aydemir'i sever. Çünkü Aydemir kaçıp gitmemiş, suçunu ve yenilgiyi kabul etmiş, canıyla ödemiştir yaptığını. Ama 15 Temmuz'da olduğu gibi darbenin tam göbeğinde olup da insanların gözünün içine baka baka, ben değilim diyeni, bu kontrollü bir darbe diyeni asla sevmez. Çünkü keriz yerine konulmak istenildiğini düşünür.

Şunu kimse unutmasın ki bu millet şer güçleriyle iş tutan haini sevmediği gibi gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra hala bağını koparmayan, vardır bir hikmeti diyerek aklını kiraya vereni de sevmez. Çünkü bu topraklar belki hain üretir ama haini barındırmaz. Bu ülkede yaşamak isteyenler bunu böyle bilmesinde fayda var. 10.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya




Bu Ayaklar Bu Vücudu Çekmez!

Çağımızda çözümü olan hastalıklar olduğu gibi hala tedavisi mümkün olmayan, tedavisi yapılsa da kolay kolay geçmeyen, sık sık nükseden hastalıklar vardır.

Günümüzde öldürmeyen, ama ondurmayan bir hastalık türü var. Adı tıp dilinde nedir bilmem. Ben adını ayak ve diz hastalığı derim. Çünkü bu hastalık ayakta. Üstelik çok yaygın. Hele bir de yaş ilerlemişse, kilon da varsa yakalanmaman mümkün değil. Sorun ya ayak bileğinde ya da diz kapağında. Ne bükülüyor, ne de kaldırılıyor. Kiminin diz kapağında kemiklerin arasındaki sıvı biter, kimi kilodan dolayı ayak çekmez, kiminin ayak bileğinin lifleri kopar. 

Çok genç yaşta görülüyorsa bu hastalığın adı; futbolcu hastalığıdır. Koşmaktan, çarpışmaktan, düşmekten ve dengesiz basmaktan dolayı ayak bağlarında kopma, ayak dönmesi meydana gelir. Kiminin tedavisi merhemle, kimininki fizik tedavi ile, kimininki son çare ameliyat olmakla son bulmaktadır. Kilolu olanlara doktor, kilo vereceksin diye tavsiyede bulunur.

Bu ayak bileğinde, diz kapağında oluşan hastalık eskiden nasıldı, bu kadar yaygın mıydı bilmiyorum. Ama günümüzdeki kadar yaygın olduğunu sanmıyorum. Kolay kolay yürütmüyor bu hastalık. Hele merdiven gördü mü bu hastalar, daha merdivene gelmeden nasıl çıkacağım bu kadar basamağı endişesini taşımaya başlıyor. Çünkü ayağını belirli bir yükseklikte kaldırmakta zorlanıyorlar. Otobüse binemiyor, otobüsten inemiyor. Binmeleri ve inmeleri için bir merasim gerekiyor. Eski tip olan şehir içi otobüslere çoğu yaşlılar, ben buna binemem diyerek bir sonraki otobüsü beklemeye koyulurdu bir zamanlar. Bu tür hastalığa yakalananların yürüme ve ayağını kaldırma sorununun yanında çömelmeleri, eğilmeleri, ayak ve dizlerini bükmeleri ve namaz kılmaları da sorun. Hatta bu yüzden bir ara camilerimizde sandalye üzerinde oturarak namaz kılma çok yaygınlaşmıştı. Diyanetin sandalyeye oturarak namaz caiz olmaz fetvasından sonra biraz azaldı. Ama hala kılanlar var. Böyle namaz olmaz demek kolay. Gel sen onu bir de bu hastalığı çekene sor. Otursa kalkamıyor, kalksa eğilip oturamıyor. Evlerimizde alaturka tuvaletlerin yanında banyolara alafranga tuvaletler de yapılır oldu. Bir diğer adı da engelli wc'si. Umum tuvaletlerde ve otellerde de bu tip wc'ler yaygınlaştı.

Eskiden yaygın olmayan bu ayak hastalığının günümüzde çok yaygınlaşmasının nedeni, öyle zannediyorum hareketsizliğimizdir. Eski insanlar bedenen efor sarf ederek çalışırdı, işleyen demiş ışıldar misali, ayak ve dizde pek sorun ortaya çıkmazdı. Şimdilerde bedenen yapacağımız birçok işi teknoloji vasıtasıyla yapıyor ve beden gücünü fazla kullanmıyoruz, zihnimiz yorgun olsa da bedenimiz iş yapmıyor. Zira masabaşı iş yapıyor çoğumuz. Ev hanımları da masabaşı iş yapanlardan farksız bir durumda. Yürümeyi unuttuk zaten. Neredeyse arabadan inmiyoruz. Vücut hareket etmeyince işleyen ayaklar işlemez oluyor, pas tutuyor. Hareketsizliğimiz kilo almamıza sebebiyet veriyor. Normal vücudu taşımakla görevli ayak, kilolu bir vücudu taşımak zorunda bugün.

Hasılı yeme ve içmesine dikkat etmeyen, sağlıklı ve dengeli beslenmeyen, sağlık açısından düzenli yürümeyen bir vücut hormonlu ve anormal bir şekilde enlemesine gelişiyor. Kilo sorunu yaşadığımızı bile bile inadım inat diyen bir kafanın ceremesini ayaklarımız çekiyor. Hangi tedaviyi görürsek görelim, istersek ameliyat olalım, ayak ve dizler eski randımanını almıyor, ömrümüzün geri kalanını ağrıyarak, topallayarak ağır-aksak, düşe kalka geçiriyoruz. Yanlış ve sağlıksız beslenmeden dolayı düçar olduğumuz diğer hastalıkları saymıyorum bile.

Hasılı, normal vücudu çekmekle görevli ayaklarımız, koca vücudun sıkletini çekmez. Bakmayın siz çeker göründüğüne. Gücü yettiği kadar çekmeye çalışıyor ama ah bir dile gelip "Niye arkadaş! Sizin akılsız başınızın cezasını bu bacaklar çekiyor, insaf ya hu! Allah'tan korkun" derdi. Ama ne edersiniz ki evren yasası böyle...10.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya

9 Ocak 2018 Salı

Sen misin fazla uyuyan!

Sabah bir kalktım, saat 10.00'a yaklaşıyor. Hafta içi hiç bu kadar uyumamıştım. Deliksiz uyumuşum. Ama kafa kazan gibi. Başımda ince bir sızı, ağrıyor. Elimi-yüzümü yıkadım. Baş ağrısı yine geçmedi. 

Hapla aram yok, kolay kolay da atmam. Hele kan verme zamanım yaklaşınca hapın yüzüne bakmam. Kendimce tedavi ederim. Tekrar lavaboya gittim. Şakaklarım başta olmak üzere şakaklarımın üstünü ve boynumu ıslatıp ovaladım. Rahatladım biraz. 

Ardından okula gittim. Derslerime girdim. Bir dersimde bir öğrenciyi elinde makasla bir şey keserken gördüm. Nedir o dedim. Hap dedi. Başım mı ağrıyor dedim. Evet dedi. Her başın ağrıdığında atar mısın dedim. Evet dedi. Zaten müptelası olduğu belliydi. Zira çantasından ağrı kesici tablet taşıyordu anlaşılan. Kullanmasan iyi olur, git elini-yüzünü yıka gel, rahatlarsın. Ağrıyan yerini de ovcala dedim. Sessiz kaldı.

Dersten sonra çarşıya geçtim. Akşama doğru eve geldim. Dışarıdaki açık hava, hafifleyen baş ağrımı gidermedi nedense. Vücudumdaki ağırlık devam etti. 

Başım niçin ağrımış olabilir? Neden olacak?Fazla uyumadan. Normalinden fazla uyursan -sen misin uyuyan- ağrımaz başını ağrıtırsın böyle. Bir şeyin azı da zarar, fazlası da. Her işi tadında bırakmak lazım. Uykuyu da öyle. Az uyursan gündüz, sersem sersem, uyuşuk bir şekilde uyur durursun. Çok uyursan kafanın içinde bir başka kafa taşırsın. Akşama kadar ağırlığını ve ağrısını çekersin. Ne yediğinden, ne içtiğinden, ne gezdiğinden zevk alır, ne de işine kendini verebilirsin.

Akşam erken yatıp sabah erken kalkmak gibisi var mı? Erken kalkan erken yol alır. İş yapmak için akşama kadar epey yol alır, dünyanın işini yapar. Geç kalkan insanın planı olmaz, işini vaktinde yapamaz, işini yetiştiremez.

Siz siz olun, benim bugün yaptığım gibisini yapmayın. Zamanında yatın, işiniz olmasa da erken kalkın. Yoksa ağrımaz başınızı ağrıtırsınız benim gibi. 09.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya