24 Aralık 2017 Pazar

Siz olsanız öğrencinin bu cevabına kaç puan verirdiniz?

Yan tarafta gördüğünüz bir yazılı kağıdı. Öğretmenimiz, İslam'ın şartlarını sormuş. Öğrenci ise tüm şıkları doldurarak döktürmüş. Siz olsanız 10 puanlık bu soruya kaç puan verirsiniz?

Sizi bilmem ama ben bu öğrencinin verdiği cevapları tamamen es geçip puan vermemezlik yapmazdım. Tam 10 puan vermesem de en azından beş puan takdir ederdim, doğru olmamasına rağmen.

İslam'ın şartı da bilinmez mi diye öğrenciyi ayıplamayalım. Zira çocuk daha 5.sınıf öğrencisi. İçinden geldiği gibi yazmış. Belli ki öğretmeni hiç dinlememiş, kitabı da açıp okumamış. Sınavda çevresindeki İslam algısını aktarmış. Verdiği cevapların bazısı algı, bazısı da gözlemleri. Zira çocuk; ya tutarsa deyip anlatılanı değil, gördüğünü yazmış.

11 yaşındaki bu çocuk, sınav esnasında bu soruyu görünce İslam adına ne yapılıyor diye düşünmüş olmalı. Aklına Kur’an okumak, süre okumak, Arapça bilmek gelmiş. Niye gelmesin ki kendisi yaz dönemlerinde Kur’an kursuna veya özel bir kurs merkezine gittiğinde hep karşısına cüz okuma, Kur’an okuma, süre ezberleme çıkmış olmalı. Bu okudukları da Arapça olduğuna göre Arapça bilmek gerekir diye bir mantık yürütmüş. Çocuk da haksız değil hani. Daha okumayı yeni sökmeye başlayan çocuğa biz ilk iş olarak süre ezberleme ve Kur’an okutmaya kalkıyoruz. Çocuk olsa olsa süre bilmek demiş. Çünkü hep bunu görmüş. Tıpkı ilkokula başlayan çocuğa daha okula gelir gelmez bilgi yüklemeye kalktığımız gibi bizler de evlerde, kurslarda hep işe cüz öğrekmekle başlıyoruz. Demek ki İslam anlayışımız küçüklerde bu şekilde anlaşılmış. Keşke işe cüz ve Kur’an okuma, süre ezberleme diye başlamasaydık. İleride çocuk istedikten sonra her halükarda Kur’an-ı öğrenir. Hatta hafız da olur. Keşke işin başında biz ona iyi ve güzel olanı, etik ve ahlaki değerleri; doğruluğu, yalan söylememeyi, yerleri kirletmemeyi, paylaşmayı, Allah sevgisini aşılasaydık daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Çocuğun cevap olarak yazdıklarından bir tanesi de ‘Türk olması’ idi. Bu cevabı da tamamen algıya dayandığını söyleyebiliriz. Biz büyükler mezhebi farklı olanları bile kolay kolay Müslüman kabul etmiyoruz. Adam Şafiymiş diyoruz. Daha yurtdışına çıkmamış bu çocuk ‘Türk Müslüman olmalı, Türk’ün dışındakiler Müslüman olamaz, Türk olmak İslam’ın şartıdır diye sığdırmış o küçücük dünyasına.

Sizi bilmem ama çocuk çok masumane bir şekilde yazmış. Din-diyanet öğretme şekil ve metodumuz, çocuğa öyle işlemiş ki Kur’an öğrenmeye ve süre ezberlemeye bu kadar önem veriliyorsa bunlar olsa olsa İslam’ın şartı olur diye düşünmüş. Biz büyükler, çocuğun bu yazdıklarını İslam’ın şartları kabul etmesek de İslam, Müslüman, çocukların dinini ve diyanetini öğrenmesi deyince aklımıza hep Kur’an öğrenmesi geliyor. Hasılı çocuk; olması gerekeni değil, olanı yazmış. Akılda da öğretmenin anlattığı doğru din değil; gördükleri, gözlemledikleri ve yaşadıkları kalmış. Bizi gülümseten veya garip karşılatan bu cevap, küçüklere İslam adına ne anlatmaya, ne öğretmeye başlayalım sorusunu bize sordurmalıdır.

İçinizden bu daha bir çocuk, büyüyünce doğrusunu öğrenir diye düşünebilirsiniz. Bu iş, hiç de öyle değil. Bir meslektaşımdan bu yazılı kağıdını whatsapp vasıtasıyla alınca ilk aklıma gelen başımdan geçen bir anekdot oldu. Onu sizinle paylaşmak isterim.

Bir İHL’de 11.sınıfların yani son sınıfları kelam dersine giriyorum. Yaptığım iki sınavda da 45’in altında alan öğrencileri kurtarma yazılısına aldım. Onlara geçsinler diye kolay kolay 8 tane beylik soru sordum. Kendilerinden, iki soru da kendilerinin sorup cevaplamalarını istedim. Sorduğum sorulardan biri de “Dört büyük kitap kimlere verilmiştir. Kitapların ve peygamberlerin adını yazınız” idi. Bir öğrencimiz yazmış:
Kur’an-ı Kerim Hz Muhammed’e,
Tevrat Hz Ömer’e,
İncil Hz Osman’a,
Zebur Hz Ali’ye

Ne dersiniz bu cevaba? İşin ilginç yanı bu cevapları veren İmam Hatip Lisesinde okuyan son sınıf bir öğrenci. Okulu bitirir bitirmez belki de imam olacak. Anlatmak istediğim 5.sınıf bir öğrencinin verdiği cevapla, 11.sınıf bir öğrencinin İslam veya din bilgisi anlayışı arasında pek fark yok. Tek farkı küçüğün verdiği cevap insanı güldürürken büyüğün verdiği cevap dudak ısırtır.

İçinizden bu cevabı yazan öğrenci geçti mi diye geçebilir. Her ne kadar niyetim öğrencinin geçip geçmemesi olmasa da merakınızı gidereyim. Bu öğrenci, benden sınıf geçememişti.

Sonuç; çocuklara anlattığımız din konularını, metodunu ve zamanlamasını yeniden gözden geçirmemizde fayda var.

Yine bu cevap bize  gösterdi ki klasik sınavların gözünü seveyim. Gördüğünüz gibi nelerle karşılaşıyorsunuz. 24/12/2017 Ramazan YÜCE

Bu Çöpü Kim Kaldıracak?

Yan tarafta gördüğünüz bir halıfleks. Vatandaş tepe tepe kullanıp işi bittikten sonra evinin balkonundan herkesin gelip geçtiği yere atmış. Bir aydan fazla bir zamandır, bu atıldığı yerde  bekliyor.

Gelip geçenler görsün, gözü-gönlü açılsın diye teşhir edilen bu sergi, daha ne kadar izleyicilerin hizmetinde olacak? Ne zaman kaldırılacak? Sergi bittikten sonra kim kaldırıp çöpe atacak? İşte burası muamma.

Gelip-geçenler, kendine Müslüman bu kişinin çevreye sunduğu bu hizmetinin ne zaman sona ereceğini merakla bekliyor. Her geçişinde acaba kaldırıldı mı diye kafasını kaldırıp bakıyor. Aynı şekilde duruyor. Zaten bakmasa da  "Ben buradayım" diyor gelip geçenlere. Bu durum garibine gitse de temizlik anlayışını hayırla yâd edip geçip gidiyor. Çünkü evinin içini temizleyip evinin önüne atmak psikolojisini anlamaya çalışıyor. Herkes ibret ve hayretle bu moloz buradan ne zaman kaldırılacak diye merak ederken mal sahibinin böyle bir derdi hiç olmadı. Çünkü onun için önemli olan bu fazlalığı dışarıya atmaktı. Evini temizledi, dışarıya süpürdü. Daha ne yapsın? 

Rahatsız olan varsa bir zahmet halıfleksin altına elini uzatsın, çöpe götürüversin. Bu kadar da hazır yiyici olmaya gerek yok. Bu işler paylaşım işidir. Adam evinden herkesin gelip geçeceği yere koyacak ki bıkıp usanan, rahatsız olan çaresiz götürecek. Üstelik bunu yapmakla sevap bile kazanır. Belki de halıfleks sahibinin niyeti, başkasının sevap kazanmasını istemek olabilir. Adamın niyetini, içinden geçeni bilmeden ayıplamamak lazım. Belki de bana lazım olmayan bir başkasına lazım olabilir, çöpe atsam çöp toplayıcılar götürür gider, hiç olmazsa herkesin gözü önüne atayım ki ihtiyaç sahibi götürsün gitsin diye düşünmüş olabilir. Ya da adamın zamanı yoktur. Çöpe götürünceye kadar ilmi çalışmaya önem verir. Ne de olsa üniversitede kariyer yapıyor. Sonra kariyer yapmayı basite almamak lazım. Sen yaslanıp televizyon izlerken adam masasında dirsek çürütüyor.

O zaman iş başa düştü. Adamın bu kadar iyi niyetine bizim de bir katkımız olsun. İhtiyaç duyup da bugüne kadar götüren olmadığına göre görüntü kirliliğine sebebiyet veren bu seyirlik molozun hamallığını biz yapacağız. Allah onun ilmini artırsın. Zira bu ülkenin ilim adamına ihtiyaç var. 

Bu düşünce ve bakış açısı ile ömrü de uzun olur. Çoğu kimseyi mezara gönderir, kendisi yaşar oğlu yaşar. Çünkü bu gailesizlik başkasını saç-baş yoldururken, dişlerini sıka sıka kırdırırken o daha çok yaşar. Yaşasın ki bu ülke onun ilminden faydalansın. Bakmayın siz bu mumum dibine ışık vermediğine…bakarsınız faydalanan çıkar.

Bana müsaade şimdilik! Nereye derseniz malum kişinin pisliğini temizlemeye. Ne demişlerdi atalarımız? “Akıllı, deliye söyletir lafını.” Biz de bu sözü değiştirelim: Akıllı, bulur kendine bir hamal. 24/12/2017 Ramazan YÜCE


23 Aralık 2017 Cumartesi

Hep Beraber Başardık Bunu

-Notun kadar konuş öğretmenim-

Ortaokullardan liseye geçiş adı verilen LKS sınav sistemi ilk defa bu yıl uygulamaya konacak. Belirlenen okullara öğrencilerin yüzde onu yerleşecek, diğer yerleşemeyenler ise kayıt alanlarına göre mahallesindeki veya evine en yakın okul türlerinden birine tercih sonucuna göre yerleşecek. Sistem ilk defa uygulanacağı için ne getireceği, ne götüreceği belli değil. Zaten niyetim de yeni sistemle ilgili olumlu-olumsuz görüş serdetmek değil.

Önceki yıllarda yapılan ortaokuldan ortaöğretim kurumlarına geçiş sınavlarında alınan puanın yüzde yetmişi, geriye kalan otuz puan ise okul derslerinden alınan puanlardan oluşuyordu. Burada, öğrencinin okul derslerine de önem vermesi amaçlanıyordu. Yeni sistemle okul puanlarının bir etkisi olmayacak. İyi mi oldu, kötü mü oldu? Bunu da zaman gösterecek. Görünen, okul derslerinin etkisiz eleman olması.

MEB, yeni sistemde okul puanlarının etkisini kaldırdı, ya da kaldırmak zorunda kaldı. Çünkü öğrencisi, velisi, öğretmeni, vatandaşı, MEM ve MEB yetkilileri okullarda verilen puanların gerçeği yansıtmadığını, öğretmenler tarafından şişirildiğini biliyor. İşte bundan dolayı Bakanlık, haksız rekabete sebebiyet verir düşüncesiyle yeni sistemde okul puanlarını hesaplamaya dahil etmedi. Yani öğretmenin verdiği notun hormonlu olduğunu, öğrencinin gerçek başarısını yansıtmadığını düşünüyor. Burada olan kime oldu? Kimin itibarı zedelendi? Öğretmenin tabii. Zaten öğretmenin notuna güvenilseydi yıllardır uygulanmakta olan merkezi sınav sistemlerine gerek olmazdı. Bunda pay kimin? Sadece öğretmenin mi? Bu başarı ise, bu başarıda iç ve dış paydaşların hepsinin sorumluluğu var. Başarısızlık ise yine tüm paydaşların sorumluluğu var. Her ne kadar ihale öğretmenin üzerinde kalsa da burada sorumluluğu en az olan kişi öğretmendir. Zira öğretmen burada sadece kobay olarak kullanılmıştır.

Sonuç olarak lise giriş sınavlarında okul puanlarının hesaplanmamasında pay hepimizin. Hepimiz birlikte başardık bunu. Nasıl mı başardık? İşi ve inisiyatifi öğretmene bırakmayarak. Öğrencisi, velisi, yöneticisi öğrencinin aldığı 90 puana bile razı olmadık. Hemen öğretmeni sıkı bir markaja aldık. " Aman hocam! Özel okullar, tüm öğrencilerine yüz puan verirken sizin verdiğiniz bu puanla bu çocuk fen liselerine nasıl girecek? Sanki notu cebinizden mi veriyorsunuz? Fazla verip çocuğu moral-motive edeceğinize düşük puan vererek öğrenciyi demoralize ediyorsunuz. Bu sistemde virgülden sonraki küsuratların bir etkisi büyük. Binlerce kişiyi geride bırakabiliyor, öne geçebiliyorsunuz. Siz okul ve öğrencinizin başarılı olmasını istemiyor musunuz yoksa? Bir defa sizin 90 puan verdiğiniz çocuk, etüt merkezinde tüm soruları ful çekiyor. İnsaf ya!..." demek suretiyle mahalle baskısı yapmaya başladı. Öğrencisi durumuna razı olmadı, veli çocuğunun durumunu kabullenmedi, okul yönetimi ve milli eğitim yetkilileri bol bol not verin dedi. Baktı ki olmayacak...öğretmen kesenin ağzını açtı. Herkes iyi olurken niçin ben öğrenci, veli ve yöneticilerin gözünde kötü olacağım dedi. Çocuğun notunu en yüksek düşürmek için ne yapılması gerekiyorsa yaptı. Sonuç, bir sınıfta takdir almayan öğrenci kalmadı neredeyse. En kötüsü teşekkür aldı. Okullar başarıya doydu. Bakanlık da yaptığı merkezi sınavla bundan geri kalmadı. Sınav sistemini kolaylaştırdıkça kolaylaştırdı.17 bin birinci çıkararak başarısını taçlandırdı. 

Hasılı; bu bakış açısıyla öğrenci, öğretmen, veli ve üst yetkililer denizi bitirdiği gibi kumu da bitirdi. Sistem tıkandı. Sonunda Bakanlık, kendi sınav sistemini lağvetti. Öğretmenin verdiği puanları da es geçti. Şimdi ne not isteyen var, ne de notu hesaba katan. Öğretmen kendi notuyla kala kaldı. Kimsenin onun verdiği notta gözü yok artık. Tabir yerindeyse kendisi gibi notu da etkisiz eleman oldu. Aslında bu durumda olması gereken, okullarda sınavların da kaldırılması. Böylece öğretmen ne soru hazırlar, ne fotokopi çeker, ne sınav yapar, ne kağıt okumaya çalışır, ne de kağıt israfı olur. Ekonomiye katkısı da olur bu yöntemin. Öğretmen dersini anlatır, geri kalan zamanda öğrencinin etüt merkezinde yanlış yaptığı soruları çözer. Böylece öğrenci konuyu daha iyi kavramış olur. Bazı derslerinde öğrencileri test çözmesi için serbest bırakarak etüt yaptırır. Öğrenci de etüt merkezinin şu kadar soru çözeceksin ödevini derste çözmüş olur.  Öğretmenin okullardaki misyonu etüt hocalığı olur. Böylece hayatın hiçbir alanında işe yaramayan notlar da böylece kalkmış olur. Yine bu sistemde devlet karne çıkarmak zorunda kalmaz, okullar karne çıkaracağım daha telaşına kapılmaz. Nasılsa okullarda kalma da yok. Ana sınıfından başlayan çocuk hiç kalmadan Prof olabiliyor bu ülkede.

Bu sistem işlemez mi? Pekâlâ işler. Yeter ki çözüm merkezli düşünelim biraz. Hala eski alışkanlığı olarak öğretmen, öğrenciyi notla değerlendirmeye kalkarsa öğrenci ve veli, "Notunun değeri kadar konuş öğretmenim" diyerek eğitim ve öğretim görmeye devam eder. 23.12.2017 Ramazan Yüce