Ana içeriğe atla

Siz olsanız öğrencinin bu cevabına kaç puan verirdiniz?

Yan tarafta gördüğünüz bir yazılı kağıdı. Öğretmenimiz, İslam'ın şartlarını sormuş. Öğrenci ise tüm şıkları doldurarak döktürmüş. Siz olsanız 10 puanlık bu soruya kaç puan verirsiniz?

Sizi bilmem ama ben bu öğrencinin verdiği cevapları tamamen es geçip puan vermemezlik yapmazdım. Tam 10 puan vermesem de en azından beş puan takdir ederdim, doğru olmamasına rağmen.

İslam'ın şartı da bilinmez mi diye öğrenciyi ayıplamayalım. Zira çocuk daha 5.sınıf öğrencisi. İçinden geldiği gibi yazmış. Belli ki öğretmeni hiç dinlememiş, kitabı da açıp okumamış. Sınavda çevresindeki İslam algısını aktarmış. Verdiği cevapların bazısı algı, bazısı da gözlemleri. Zira çocuk; ya tutarsa deyip anlatılanı değil, gördüğünü yazmış.

11 yaşındaki bu çocuk, sınav esnasında bu soruyu görünce İslam adına ne yapılıyor diye düşünmüş olmalı. Aklına Kur’an okumak, süre okumak, Arapça bilmek gelmiş. Niye gelmesin ki kendisi yaz dönemlerinde Kur’an kursuna veya özel bir kurs merkezine gittiğinde hep karşısına cüz okuma, Kur’an okuma, süre ezberleme çıkmış olmalı. Bu okudukları da Arapça olduğuna göre Arapça bilmek gerekir diye bir mantık yürütmüş. Çocuk da haksız değil hani. Daha okumayı yeni sökmeye başlayan çocuğa biz ilk iş olarak süre ezberleme ve Kur’an okutmaya kalkıyoruz. Çocuk olsa olsa süre bilmek demiş. Çünkü hep bunu görmüş. Tıpkı ilkokula başlayan çocuğa daha okula gelir gelmez bilgi yüklemeye kalktığımız gibi bizler de evlerde, kurslarda hep işe cüz öğrekmekle başlıyoruz. Demek ki İslam anlayışımız küçüklerde bu şekilde anlaşılmış. Keşke işe cüz ve Kur’an okuma, süre ezberleme diye başlamasaydık. İleride çocuk istedikten sonra her halükarda Kur’an-ı öğrenir. Hatta hafız da olur. Keşke işin başında biz ona iyi ve güzel olanı, etik ve ahlaki değerleri; doğruluğu, yalan söylememeyi, yerleri kirletmemeyi, paylaşmayı, Allah sevgisini aşılasaydık daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Çocuğun cevap olarak yazdıklarından bir tanesi de ‘Türk olması’ idi. Bu cevabı da tamamen algıya dayandığını söyleyebiliriz. Biz büyükler mezhebi farklı olanları bile kolay kolay Müslüman kabul etmiyoruz. Adam Şafiymiş diyoruz. Daha yurtdışına çıkmamış bu çocuk ‘Türk Müslüman olmalı, Türk’ün dışındakiler Müslüman olamaz, Türk olmak İslam’ın şartıdır diye sığdırmış o küçücük dünyasına.

Sizi bilmem ama çocuk çok masumane bir şekilde yazmış. Din-diyanet öğretme şekil ve metodumuz, çocuğa öyle işlemiş ki Kur’an öğrenmeye ve süre ezberlemeye bu kadar önem veriliyorsa bunlar olsa olsa İslam’ın şartı olur diye düşünmüş. Biz büyükler, çocuğun bu yazdıklarını İslam’ın şartları kabul etmesek de İslam, Müslüman, çocukların dinini ve diyanetini öğrenmesi deyince aklımıza hep Kur’an öğrenmesi geliyor. Hasılı çocuk; olması gerekeni değil, olanı yazmış. Akılda da öğretmenin anlattığı doğru din değil; gördükleri, gözlemledikleri ve yaşadıkları kalmış. Bizi gülümseten veya garip karşılatan bu cevap, küçüklere İslam adına ne anlatmaya, ne öğretmeye başlayalım sorusunu bize sordurmalıdır.

İçinizden bu daha bir çocuk, büyüyünce doğrusunu öğrenir diye düşünebilirsiniz. Bu iş, hiç de öyle değil. Bir meslektaşımdan bu yazılı kağıdını whatsapp vasıtasıyla alınca ilk aklıma gelen başımdan geçen bir anekdot oldu. Onu sizinle paylaşmak isterim.

Bir İHL’de 11.sınıfların yani son sınıfları kelam dersine giriyorum. Yaptığım iki sınavda da 45’in altında alan öğrencileri kurtarma yazılısına aldım. Onlara geçsinler diye kolay kolay 8 tane beylik soru sordum. Kendilerinden, iki soru da kendilerinin sorup cevaplamalarını istedim. Sorduğum sorulardan biri de “Dört büyük kitap kimlere verilmiştir. Kitapların ve peygamberlerin adını yazınız” idi. Bir öğrencimiz yazmış:
Kur’an-ı Kerim Hz Muhammed’e,
Tevrat Hz Ömer’e,
İncil Hz Osman’a,
Zebur Hz Ali’ye

Ne dersiniz bu cevaba? İşin ilginç yanı bu cevapları veren İmam Hatip Lisesinde okuyan son sınıf bir öğrenci. Okulu bitirir bitirmez belki de imam olacak. Anlatmak istediğim 5.sınıf bir öğrencinin verdiği cevapla, 11.sınıf bir öğrencinin İslam veya din bilgisi anlayışı arasında pek fark yok. Tek farkı küçüğün verdiği cevap insanı güldürürken büyüğün verdiği cevap dudak ısırtır.

İçinizden bu cevabı yazan öğrenci geçti mi diye geçebilir. Her ne kadar niyetim öğrencinin geçip geçmemesi olmasa da merakınızı gidereyim. Bu öğrenci, benden sınıf geçememişti.

Sonuç; çocuklara anlattığımız din konularını, metodunu ve zamanlamasını yeniden gözden geçirmemizde fayda var.

Yine bu cevap bize  gösterdi ki klasik sınavların gözünü seveyim. Gördüğünüz gibi nelerle karşılaşıyorsunuz. 24/12/2017 Ramazan YÜCE



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde