7 Aralık 2017 Perşembe

"Deliyim Deli! Var mı Diyeceğiniz?"

Dünyanın son yüzyılında meydana gelen her olayda ABD söz sahibi ve oyun kurucu. Her türlü savaşın, pisliğin içinde bu ülke var. Silah onda, güç onda, en büyük ordu onda, para onda, uydu devletler arkasında.

Beklemediği bu güç onu sevincik delisi yaptı. Tıpkı gök görmediğin yaptığı gibi. Kendisini dünyanın hakimi sanıyor. Bu yüzden nerede bir halt işlenecek; o, orada. Her türlü rezaleti işlerken maşalar kullanıyor hep. Yaptığı savaşları kendi ülkesi dışında yapıyor. Kendisinin burnu kanamıyor. 

Oyun kurucu hep. Oyun kurarken hiçbir zaman tek ata oynamaz. Birden fazla atı piyasaya sürer. Her ata yem verir. Hangi at galip gelirse onunla çalışır. Kolay kolay kaybetmez. Kaybetti denilen yerde bile kazanır. 

Dağ kanunu en büyük yol haritasıdır. Başarıya giden her yol mübahtır onun için. Gerekirse terörist ile çalışır.  Kah başka ülkelerde kendisi adına çalışacak grupları besler, kah faizi yükseltir, kah indirir. Piyasaya sürdüğü karşılıksız para ile dünya ekonomisine yön verir. Kendi parası karşısında geri kalmış ve gelişmekte olan devletlerin parasının değerini düşürür. Kah değerlendirir. Hep kriz çıkarır ki burnunu sürteceği ülkenin ekonomisinin parasıyla oynar. Silah satar durmadan. Haddini bildireceği  ülkeye ambargo uygular, uymayanı yargılar ve cezalandırır. Bankalar arası para trafiğini kontrol eder. Daha olmadı teröre yardım ediyor diye bir ülkeyi işgal eder, gırtlağını sıkar, parasına el koyar. Ayakbağı olan, politikasını benimsemeyen, ardında saf tutmayan, kendisine diklenen ülkeye her türlü yaptırımı reva görür.

Akıttığı kanı, yaptığı ve yaptırdığı terörist eylemleri yeterli görmezse, işgal etmek istediği ülke için yeterli bir delil, kamuoyunu ikna edecek bir gerekçe bulamazsa ülkesindeki İkiz Kuleleri havaya uçurur. Ardından girmek istediği ülkeyi işgal eder.

Hep kazanmaya alıştı, kimse de sesini çıkarmıyor ya, burnunun dikine gider. Kaybedeceğini anladığı zaman iyice hırçınlaşır, saldırır. Asla kaybetmeye tahammül edemez. Varlığını Yahudi sermayesine borçludur. Bu yüzden Musevi lobisinin emrinden çıkmaz. Onların başkentini bile ilan eder.

Hasılı delidir, ne yapsa yeridir, sonradan görmedir, sığır yetiştiriciliğinden gelmedir aslı. Dünya sessiz kaldıkça "Ben ne yaparsam odur" diyor. Bu deliliğine rağmen güce boyun eğen bu dünya oldukça azgınlığı devam edecektir. "Bu delice hareketlerime rağmen hala elimi sallasam ellisi geliyorsa, ben her şeyi yaparım" diyor. 

Ayakta kalmasının başka da çaresi yok. Çünkü borç batağında. Çırpındıkça batıyor, battıkça hırçınlaşıyor ve yalnızlaşıyor. Beklenen sonunu gördükçe korkusundan işemeye başladı. Hep de cami duvarına işiyor, İslam'ın mahremine pisliyor. Sonradan görüp de arsızlaşan ne oldum delilerinin sonu hep hüsrandır. Bırakın biraz daha azsın, saldırsın sağa-sola, tıpkı deli danalar gibi. Tünel göründü. Bu asrın insanları bu müstemlekenin feci yıkılışına şehadet edecek, yakındır. Çünkü Güneş balçıkla sıvanmaz. 

ABD, yaptıkları tuğyanın bedelini ağır ödeyecek. Ama ABD'nin zulmüne sessiz kalıp sesini çıkarmayan dünya daha ağır bedeller ödeyecek; bu dünyada olmasa, öbür dünyada. 07.12.2017

Üç Kağıt Ekonomisi

Ekonomiden hiç anlamam. Anladığım tek şey cebimdeki paranın alım gücüdür. Hayat pahalılığı cebime dokunduğu zaman işler iyiye gitmiyor derim. 

Piyasayı arz-talep belirler normal şartlarda. Ama nice zamandır piyasalar arz ve talebe göre şekillenmiyor. Dünyayı şekillendirenler durmadan parayla oynuyor. Orta ve dar gelirlinin emeğinin karşılığı olan parayı cepten nasıl çıkarır, nasıl iç ederiz? Bunun için kriz üzerine kriz çıkarmak suretiyle insanın elinin kiri olan parayla oynuyorlar sürekli. Doymadılar dünyayı sömürmekten. İnsanımızın alın terleterek kazandığı elinin emeği parayı pul etmek için her yolu deniyor küresel güçler. Ellerindeki en büyük silah paradır. Kah kuru indirir, kah yükseltirler. Doymak bilmiyorlar bir türlü. Dinleri, imanları paradır. Bunun için gözlerini kırpmadan öldürürler gerekirse. Her yol mübahtır paraya ulaşmak için.

Bugünkü uygulanan ekonomik sistem ne serbest piyasadır, ne alın terinin karşılığının alındığıdır, ne de arz ve talebe göre oluşur. Üç kağıt ekonomisi diyeceğim bugünkü uygulanmakta olan sisteme ama ne üçü, ne beşi maalesef. Bitmeyen savaşlar da bunun içindir, yapılan terör eylemleri de, çıkarılan krizlerde.

İnsanlığı kalmamış, robotlaşmış insan görünümlü azmanların elinde oyuncak maalesef insanlık denen şey. Para musluğunu ellerinde bulunduran bu tipler, soyunu-sopunu besleyecek paraya sahip. Ama gözleri doymuyor bir türlü. Bunlar ne durdan anlar, ne de laftan. Bir vadi dolusu versen, ikinci vadiyi ister. Tüm dertleri vatandaşın boğazına gireni de almak. Bunları olsa olsa ancak toprak paklar. Fakat bunlar geberince yetiştirdikleri çırakları devreye giriyor. Maalesef hız kesmeden devam ediyor para babalarının dünya hırsı.

Bu dünyanın ne yapıp ne edip para kurundan, özellikle dolar belasından kurtulması gerekiyor. Dünya, ya tek para para birimine geçmeli, ya da dünyanın her bir ülkesinde tedavülde olan karşılıksız basılmış dolardan elini çekmeli. Yok, buna güç yetmez deniyorsa dolar karşısında paramız pul olmaktansa tüm dünya kendi parasını kaldırarak dolarla alışveriş yapmalı.

Milli paraların kaldırılarak dolarla alışveriş yapılması önerime haklı olarak tepki gösterebilirsiniz. Burada bir realiteden bahsediyorum. Çünkü ABD, kurduğu üç kağıt ekonomisiyle paramızla oynayıp duruyor. Zaten bugün TL kullanmakla beraber her türlü fiyat ayarlaması dolara göre yapılmıyor mu? Doların inişinden ve çıkışından etkilenmiyor muyuz? Yok, biz başkasının parasını kabul etmeyiz dersek o zaman üretime dayalı bir ekonomiye hızlıca geçmemiz, sıcak para sirkülasyonu ile yaşamaktan kurtulmamız gerekiyor. Yoksa biz bu sömürgeci, terörist devletin kendisinden ve parasından daha çok çekeceğiz. 07.12.2017 Ramazan Yüce




6 Aralık 2017 Çarşamba

Alın size sorumlu bir veli profili!

Veli toplantısı ve karne haftası dışında okula çocuğunun durumunu öğrenmek için gelen veliyi severim. Zira veli toplantısında çocuğuyla ilgili yeterli bilgi alamaz. Sadece rutin konuşma geçer veliyle, öğretmen arasında. Karne haftası okula gelen velinin derdi çocuğunun durumunu öğrenmekten ziyade çocuğuna not istemektir genelde.

Bugün dersimin boş olduğu bir saatte 8.sınıfta okuyan çocuğunun durumunu öğrenmek için öğretmenleriyle görüşmek üzere gelen bir veliyle muhatap oldum. Daha doğrusu nöbetçi öğrenci, öğretmenler odasına girip "8/... sınıfı öğretmeni var mı içinizde? Bir veli çocuğunun durumunu öğrenmek istiyor" dedi. Kimseden ses çıkmadı ve çocuk geldiği gibi çıktı. Sonradan kulak misafiri oldum bu tek taraflı monolağa. 

Çocuğu hakkında bilgi vereyim diye ardından çıktım, çünkü o sınıfa ve okuldaki tüm 8.sınıfların dersine giriyordum. Veli koridorda bekliyordu. 'Kimin velisisin?" dedim. Çocuğunun adını söyledi. Söyledi ama ismini verdiği çocuk o sınıfta değildi. "Beyefendi! Çocuğunuz, dediğiniz sınıfta değil, 8/...sınıfında" dedim. Veli, 'Öyle mi? Ben 8/...sınıfında sanıyordum" dedi. "Çocuğunuzun dersi bende iyi, bir şikayetim yok, efendi ve sorumlu bir öğrenci" dedim ayrıldım.

Veli, başka öğretmenlerle görüşmek için ayrıldı. Kime ne sordu, çocuğu hakkında öğretmenler ne bilgi verdi bilmiyorum. Velinin benimle işi bitti ama benim onunla işim bitmedi. Çünkü sene içerisinde çocuğunun durumunu sormaya gelen bu sorumlu veli, sevincimi kursağımda bıraktı. Maalesef çocuğunun hangi sınıfta olduğunu bilmeyecek kadar da sorumluydu. Olabilir, en azından çocuğunun hangi okulda okuduğunu ve kaçıncı sınıfta olduğunu biliyordu bari. Çünkü geçmişte çocuğunun kaçıncı sınıf olduğunu bile bilmeyen öyle veliler gördüm ki...bu onlar içerisinde yunmuş yıkanmışı sanki.

Veliyle işim bitmedi hâlâ. Çünkü veli beni geçmişe, yani 2000 öncesinde başıma gelen bir anekdotu hatırlattı yeniden. Yaşlanınca insan anılarla yaşıyor. Çünkü anılar, insanın koltuk deynekleridir.

Adıyaman Kahta'da görev yaparken bir köy ve bir mezranın sayımını yapmak için nüfus sayımında görevlendirilmiştim. Her sonu sıfır veya beş ile biten yıllarda sayım yapıldığına göre 1995 veya 2000 yılı idi. Ama kuvvetle muhtemel 1995 yılı olsa gerek. Önce mezraya vardım, bir eve misafir ettiler beni. Sırayla geldi aile reisleri hane fertlerini yazdırmak için. Onlar söyledi, ben yazdım. Hem kolum yoruldu yazmaktan, hem de namaz vakti geçiyor. "Namaz kılabilir miyim" dedim. 'Elbette' deyip seccadeyi serdiler önüme. Onlar bekledi, ben namazımı kıldım. Namazdan sonra kaldığımız yerden nüfus sayımına başladım tekrar. Bir ara "Hoca da bizdenmiş. Hocam! Doğum kontrolü hakkında ne dersin? Caiz mi" dediler. Devir Demirel'in cumhurbaşkanı, Çiller'in başbakan olduğu ve nüfus planlaması adı altında doğum kontrolü bizzat devlet tarafından özendirilmeye çalışıldığı dönemdi. Dilimin döndüğü kadar bu konudaki görüşümü söyledim. Ardından sırası gelen aileyi yazmaya devam ettim. Zira ben ev ev gezmedim, sırası gelen benim misafir edildiğim eve gelmişti. İlk başka kaç kişisiniz diye soruyordum. Ardından aile reisi ve eşini, sonra da çocuklarını yazıyordum tek tek. Her hane çocuk demekti. Mübarekleri yaz yaz bitmiyordu bir türlü. Yazdıkça ürüyordu desem yanlış olmaz. Baba söylüyor, ben yazıyordum. Çocuğun biri bittikçe, diğeri diyordum. Baktım adamdan ses yok. Haydi söyle, şu kadar çocuk var demiştin, daha var dedim. Adam, 'Biliyorum var da...' dedi. İyi söyle o zaman dedim. 'Söyleyeceğim de unuttum' dedi. Neyi unuttun dedim? 'Çocuğun adını' deyince misafir olduğuma, bana ikram ettikleri yemeğe aldırmadan 'Be kardeşim! İnsan çocuğunun adını unutur mu? Bak az önce bana, doğum kontrolünün caiz olup olmadığını sordunuz. Madem doğurduğunuz çocuğunuzun adını unutacaksınız, o zaman ne diye doğuruyorsunuz?' diye kızdım.

Nedense 22 yıl önce başımdan geçen bu anıyı hatırlattı bana bugün çocuğunun durumunu öğrenmek için okula gelen velim. Benim gevezeliğim bu kadar yeter. Karar ve yorum sizin... 06.12.2017 Ramazan Yüce