7 Aralık 2017 Perşembe

Üç Kağıt Ekonomisi

Ekonomiden hiç anlamam. Anladığım tek şey cebimdeki paranın alım gücüdür. Hayat pahalılığı cebime dokunduğu zaman işler iyiye gitmiyor derim. 

Piyasayı arz-talep belirler normal şartlarda. Ama nice zamandır piyasalar arz ve talebe göre şekillenmiyor. Dünyayı şekillendirenler durmadan parayla oynuyor. Orta ve dar gelirlinin emeğinin karşılığı olan parayı cepten nasıl çıkarır, nasıl iç ederiz? Bunun için kriz üzerine kriz çıkarmak suretiyle insanın elinin kiri olan parayla oynuyorlar sürekli. Doymadılar dünyayı sömürmekten. İnsanımızın alın terleterek kazandığı elinin emeği parayı pul etmek için her yolu deniyor küresel güçler. Ellerindeki en büyük silah paradır. Kah kuru indirir, kah yükseltirler. Doymak bilmiyorlar bir türlü. Dinleri, imanları paradır. Bunun için gözlerini kırpmadan öldürürler gerekirse. Her yol mübahtır paraya ulaşmak için.

Bugünkü uygulanan ekonomik sistem ne serbest piyasadır, ne alın terinin karşılığının alındığıdır, ne de arz ve talebe göre oluşur. Üç kağıt ekonomisi diyeceğim bugünkü uygulanmakta olan sisteme ama ne üçü, ne beşi maalesef. Bitmeyen savaşlar da bunun içindir, yapılan terör eylemleri de, çıkarılan krizlerde.

İnsanlığı kalmamış, robotlaşmış insan görünümlü azmanların elinde oyuncak maalesef insanlık denen şey. Para musluğunu ellerinde bulunduran bu tipler, soyunu-sopunu besleyecek paraya sahip. Ama gözleri doymuyor bir türlü. Bunlar ne durdan anlar, ne de laftan. Bir vadi dolusu versen, ikinci vadiyi ister. Tüm dertleri vatandaşın boğazına gireni de almak. Bunları olsa olsa ancak toprak paklar. Fakat bunlar geberince yetiştirdikleri çırakları devreye giriyor. Maalesef hız kesmeden devam ediyor para babalarının dünya hırsı.

Bu dünyanın ne yapıp ne edip para kurundan, özellikle dolar belasından kurtulması gerekiyor. Dünya, ya tek para para birimine geçmeli, ya da dünyanın her bir ülkesinde tedavülde olan karşılıksız basılmış dolardan elini çekmeli. Yok, buna güç yetmez deniyorsa dolar karşısında paramız pul olmaktansa tüm dünya kendi parasını kaldırarak dolarla alışveriş yapmalı.

Milli paraların kaldırılarak dolarla alışveriş yapılması önerime haklı olarak tepki gösterebilirsiniz. Burada bir realiteden bahsediyorum. Çünkü ABD, kurduğu üç kağıt ekonomisiyle paramızla oynayıp duruyor. Zaten bugün TL kullanmakla beraber her türlü fiyat ayarlaması dolara göre yapılmıyor mu? Doların inişinden ve çıkışından etkilenmiyor muyuz? Yok, biz başkasının parasını kabul etmeyiz dersek o zaman üretime dayalı bir ekonomiye hızlıca geçmemiz, sıcak para sirkülasyonu ile yaşamaktan kurtulmamız gerekiyor. Yoksa biz bu sömürgeci, terörist devletin kendisinden ve parasından daha çok çekeceğiz. 07.12.2017 Ramazan Yüce




6 Aralık 2017 Çarşamba

Alın size sorumlu bir veli profili!

Veli toplantısı ve karne haftası dışında okula çocuğunun durumunu öğrenmek için gelen veliyi severim. Zira veli toplantısında çocuğuyla ilgili yeterli bilgi alamaz. Sadece rutin konuşma geçer veliyle, öğretmen arasında. Karne haftası okula gelen velinin derdi çocuğunun durumunu öğrenmekten ziyade çocuğuna not istemektir genelde.

Bugün dersimin boş olduğu bir saatte 8.sınıfta okuyan çocuğunun durumunu öğrenmek için öğretmenleriyle görüşmek üzere gelen bir veliyle muhatap oldum. Daha doğrusu nöbetçi öğrenci, öğretmenler odasına girip "8/... sınıfı öğretmeni var mı içinizde? Bir veli çocuğunun durumunu öğrenmek istiyor" dedi. Kimseden ses çıkmadı ve çocuk geldiği gibi çıktı. Sonradan kulak misafiri oldum bu tek taraflı monolağa. 

Çocuğu hakkında bilgi vereyim diye ardından çıktım, çünkü o sınıfa ve okuldaki tüm 8.sınıfların dersine giriyordum. Veli koridorda bekliyordu. 'Kimin velisisin?" dedim. Çocuğunun adını söyledi. Söyledi ama ismini verdiği çocuk o sınıfta değildi. "Beyefendi! Çocuğunuz, dediğiniz sınıfta değil, 8/...sınıfında" dedim. Veli, 'Öyle mi? Ben 8/...sınıfında sanıyordum" dedi. "Çocuğunuzun dersi bende iyi, bir şikayetim yok, efendi ve sorumlu bir öğrenci" dedim ayrıldım.

Veli, başka öğretmenlerle görüşmek için ayrıldı. Kime ne sordu, çocuğu hakkında öğretmenler ne bilgi verdi bilmiyorum. Velinin benimle işi bitti ama benim onunla işim bitmedi. Çünkü sene içerisinde çocuğunun durumunu sormaya gelen bu sorumlu veli, sevincimi kursağımda bıraktı. Maalesef çocuğunun hangi sınıfta olduğunu bilmeyecek kadar da sorumluydu. Olabilir, en azından çocuğunun hangi okulda okuduğunu ve kaçıncı sınıfta olduğunu biliyordu bari. Çünkü geçmişte çocuğunun kaçıncı sınıf olduğunu bile bilmeyen öyle veliler gördüm ki...bu onlar içerisinde yunmuş yıkanmışı sanki.

Veliyle işim bitmedi hâlâ. Çünkü veli beni geçmişe, yani 2000 öncesinde başıma gelen bir anekdotu hatırlattı yeniden. Yaşlanınca insan anılarla yaşıyor. Çünkü anılar, insanın koltuk deynekleridir.

Adıyaman Kahta'da görev yaparken bir köy ve bir mezranın sayımını yapmak için nüfus sayımında görevlendirilmiştim. Her sonu sıfır veya beş ile biten yıllarda sayım yapıldığına göre 1995 veya 2000 yılı idi. Ama kuvvetle muhtemel 1995 yılı olsa gerek. Önce mezraya vardım, bir eve misafir ettiler beni. Sırayla geldi aile reisleri hane fertlerini yazdırmak için. Onlar söyledi, ben yazdım. Hem kolum yoruldu yazmaktan, hem de namaz vakti geçiyor. "Namaz kılabilir miyim" dedim. 'Elbette' deyip seccadeyi serdiler önüme. Onlar bekledi, ben namazımı kıldım. Namazdan sonra kaldığımız yerden nüfus sayımına başladım tekrar. Bir ara "Hoca da bizdenmiş. Hocam! Doğum kontrolü hakkında ne dersin? Caiz mi" dediler. Devir Demirel'in cumhurbaşkanı, Çiller'in başbakan olduğu ve nüfus planlaması adı altında doğum kontrolü bizzat devlet tarafından özendirilmeye çalışıldığı dönemdi. Dilimin döndüğü kadar bu konudaki görüşümü söyledim. Ardından sırası gelen aileyi yazmaya devam ettim. Zira ben ev ev gezmedim, sırası gelen benim misafir edildiğim eve gelmişti. İlk başka kaç kişisiniz diye soruyordum. Ardından aile reisi ve eşini, sonra da çocuklarını yazıyordum tek tek. Her hane çocuk demekti. Mübarekleri yaz yaz bitmiyordu bir türlü. Yazdıkça ürüyordu desem yanlış olmaz. Baba söylüyor, ben yazıyordum. Çocuğun biri bittikçe, diğeri diyordum. Baktım adamdan ses yok. Haydi söyle, şu kadar çocuk var demiştin, daha var dedim. Adam, 'Biliyorum var da...' dedi. İyi söyle o zaman dedim. 'Söyleyeceğim de unuttum' dedi. Neyi unuttun dedim? 'Çocuğun adını' deyince misafir olduğuma, bana ikram ettikleri yemeğe aldırmadan 'Be kardeşim! İnsan çocuğunun adını unutur mu? Bak az önce bana, doğum kontrolünün caiz olup olmadığını sordunuz. Madem doğurduğunuz çocuğunuzun adını unutacaksınız, o zaman ne diye doğuruyorsunuz?' diye kızdım.

Nedense 22 yıl önce başımdan geçen bu anıyı hatırlattı bana bugün çocuğunun durumunu öğrenmek için okula gelen velim. Benim gevezeliğim bu kadar yeter. Karar ve yorum sizin... 06.12.2017 Ramazan Yüce


Yitik Şehir, Sahiplerini Bekliyor... *

Ne zamanki Osmanlı tarih sahnesinden çekildi, birçok ülke gibi Filistin de işgal edildi. İsrail'in 1948 yılında kurulmasıyla birlikte önce Batı Kudüs, 1967 yılında Arap-İsrail savaşıyla birlikte Doğu Kudüs de elden gitti.

İsrail Kudüs'ü işgal etti etmesine ama en büyük hayali, Kudüs'ü başkent ilan etmekti. 1980 yılında Kudüs'ü başkent olarak ilan etti. Ama dünya bu kararı tanımadı. Kudüs, İsrail'in başkenti olmadı ama İsrail, Kudüs'te her türlü tasarrufu yapmaya devam etti. Çünkü işgali altındaydı. Nihayet hiçbir ABD başkanının tanımaya cesaret edemediği Kudüs'ün başkent olmasını ABD Başkanı Trump resmen tanımış oldu. Niye tanımasın ki iktidara gelişini Yahudi sermayesine borçlu Trump. Seçim çalışması döneminde de “Kudüs’ü başkent olarak tanıyacağını” işledi durdu. Şimdi diyet borcunu ödüyor ne de olsa.

Trump kendisini getiren iradenin istediğini yerine getirecek. Dünya siyasetini gözetmeyen, huzur ve barışa katkısı olmayacak bu kararı almasından dolayı Trump'a ne kadar kızsak yeridir. Trump'a kızdığımız kadar kendimize, bizi yönetenlere de kızalım. Özellikle Batı ve ABD'nin isteklerini, emir ve direktiflerini yerine getirmekten başka bir işe yaramayan İslam ülkelerinin sözde bağımsız devlet başkanlarına kızalım. Hepsi koltuğuna yapışmış, pislediği koltuktan kalkmıyor bir türlü. Çünkü hiçbiri hakkıyla gelmedi. ABD ve Batı’nın menfaatlerini ‘daha iyi yerine getiririm’ diyerekten getirildiler o koltuğa.

Halkı Müslüman olan ülkelerin halkı; “Filistin elden gidiyor, Kudüs işgal edildi, Kudüs siyonizmin başkenti olacak” korku ve endişesini içtenlikle taşısa da yönetenlerinin böyle bir derdi yok. Onlar için varsa yoksa koltuklarıdır. Bunun için gerekirse Filistin’de ve dünyanın herhangi bir yerinde mülteci olarak yaşayan bir tek Filistinli kalmasa kılları kıpırdamaz, tüh bile demezler. Hatta kendilerini o koltuğa getiren irade “Filistinliler’i bizzat siz öldüreceksiniz” dese gözlerini kırpmadan kıtır kıtır tüm Filistinliler’i yok ederler. Hatta hiçbir Filistinli kalmasa “Oh be! Filistin belasından kurtulduk” diyerek derin bir oh bile çekerler. Çünkü Filistin, önlerindeki en büyük kamburdur onlar için.

Kudüs, dünyanın terörist devleti olarak tescilli İsrail tarafından başkent olarak kullanılsa da, kullanılmasa da ağlayan, sızlayan, ölen, öldürülen, kanı akacak olan yine Filistin’de yaşayan Filistinliler olacaktır. Uyku durak bilmeden, huzur yüzü görmeden İsrail işgali altında yaşayan Müslümanlar belki yeni bir intifada başlatacak, protestolar yapacak; İsrail’in tankına, tüfeğine karşı tek silahları olan taşlara sarılacaklar. Zaten başka da ellerinden bir şey gelmeyecek. Zira ne yapabilirlerdi ki? Dünya Müslümanları da başta Cuma çıkışlarında basın bildirisi yapacak, yürüyüş düzenleyecek, İsrail ve ABD bayrağını yakacak, kahrol ABD ve İsrail diyecek ve  İsrail’i tel’in edecekler. Ne kadar çırpınılsa da maalesef halkın da yapabileceği bir şey yok. En azından gördükleri kötülüğü elleriyle düzeltemeseler de bu kararı kabul etmediklerini dilleriyle eyleme dökecekler. İmanın en zayıf noktası olsa da kalplerindeki buğz ve kin  hiç yok olmayacak.

Halkı Müslüman olan devletlerin yetkilileri bir araya gelip İsrail’i kınayacak. Belki de İsrail’e bu cesareti veren ABD’yi ağızlarına bile alamayacaklar. Çünkü cesaret ister ABD’yi kınamak. Zira köleler efendisini kınayamazlar. Her zaman olduğu gibi yine Türkiye’nin sesi çıkacak. Türkiye tek başına dünya kamuoyunu harekete geçirmeye çalışacak. Bunu ancak Türkiye yapar. Zaten bunu yaptığı için başından bela eksik olmuyor. Bugün Türkiye’nin başına gelenler İsrail’e ‘one minute’ denmesinin bir sonucudur. Çünkü ABD dahil, hiçbir ülke İsrail aleyhine bir karar alamaz. Bırakın karar almayı, onlara ‘one second’ (bir saniye) bile diyemezler.

İsrail -en büyük hayali olan- Kudüs’ü resmen başkent olarak kullanmaya başladıktan sonra çoluk-çocuk ve kadın demeden Filistinliler’i öldürmeye devam edecek, ardından ağlama duvarına gidecekler, güreşte yendikleri rablerinin huzuruna çıkıp ‘Ya Yehova! Seni yendik ama bir türlü Filistinliler’i yenemedik, öldür, öldür bitmiyor, bizim bu çilemiz ne zaman bitecek, bugün fazla öldüremedik ama yarın daha fazlasını öldüreceğime söz veriyorum’ diyerek ağlamaya devam edecekler.

İsrail öldürmeye devam etsin, bizim kutsal bildiğimiz mahremimize kirli ayaklarıyla girsin, biz de yeni bir Hz Ömer, yeni bir Selahattin Eyyubi beklemeye devam edelim, tıpkı mehdi bekler gibi. Hepimiz birer Ömer ve Selahattin olmadıkça daha çok bekleriz.

Rabbim Müslümanlar’a bir feraset bahşeder, bir basiret verir inşallah! Temennim odur ki, Kudüs’ü resmen başkent olarak kullanacak olan İsrail’in bu aşkı, sonunu getirir. Kaçacak yer arar. Çünkü zulümle hiçbir devlet âbâd olmaz, hele terör devleti asla. Bakarsınız yeni bir Buhtunnasır ortaya çıkar.

Hasılı, Kudüs bizim yitik şehirlerimizdendir. Bugün elimizde olmasa da gönlümüzde yeri olmaya devam edecek ve er veya geç İslam’ın şanlı bayrağı orada dalgalanacaktır. 06/12/2017 Ramazan YÜCE

* 09/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.