Ana içeriğe atla

Yitik Şehir, Sahiplerini Bekliyor... *

Ne zamanki Osmanlı tarih sahnesinden çekildi, birçok ülke gibi Filistin de işgal edildi. İsrail'in 1948 yılında kurulmasıyla birlikte önce Batı Kudüs, 1967 yılında Arap-İsrail savaşıyla birlikte Doğu Kudüs de elden gitti.

İsrail Kudüs'ü işgal etti etmesine ama en büyük hayali, Kudüs'ü başkent ilan etmekti. 1980 yılında Kudüs'ü başkent olarak ilan etti. Ama dünya bu kararı tanımadı. Kudüs, İsrail'in başkenti olmadı ama İsrail, Kudüs'te her türlü tasarrufu yapmaya devam etti. Çünkü işgali altındaydı. Nihayet hiçbir ABD başkanının tanımaya cesaret edemediği Kudüs'ün başkent olmasını ABD Başkanı Trump resmen tanımış oldu. Niye tanımasın ki iktidara gelişini Yahudi sermayesine borçlu Trump. Seçim çalışması döneminde de “Kudüs’ü başkent olarak tanıyacağını” işledi durdu. Şimdi diyet borcunu ödüyor ne de olsa.

Trump kendisini getiren iradenin istediğini yerine getirecek. Dünya siyasetini gözetmeyen, huzur ve barışa katkısı olmayacak bu kararı almasından dolayı Trump'a ne kadar kızsak yeridir. Trump'a kızdığımız kadar kendimize, bizi yönetenlere de kızalım. Özellikle Batı ve ABD'nin isteklerini, emir ve direktiflerini yerine getirmekten başka bir işe yaramayan İslam ülkelerinin sözde bağımsız devlet başkanlarına kızalım. Hepsi koltuğuna yapışmış, pislediği koltuktan kalkmıyor bir türlü. Çünkü hiçbiri hakkıyla gelmedi. ABD ve Batı’nın menfaatlerini ‘daha iyi yerine getiririm’ diyerekten getirildiler o koltuğa.

Halkı Müslüman olan ülkelerin halkı; “Filistin elden gidiyor, Kudüs işgal edildi, Kudüs siyonizmin başkenti olacak” korku ve endişesini içtenlikle taşısa da yönetenlerinin böyle bir derdi yok. Onlar için varsa yoksa koltuklarıdır. Bunun için gerekirse Filistin’de ve dünyanın herhangi bir yerinde mülteci olarak yaşayan bir tek Filistinli kalmasa kılları kıpırdamaz, tüh bile demezler. Hatta kendilerini o koltuğa getiren irade “Filistinliler’i bizzat siz öldüreceksiniz” dese gözlerini kırpmadan kıtır kıtır tüm Filistinliler’i yok ederler. Hatta hiçbir Filistinli kalmasa “Oh be! Filistin belasından kurtulduk” diyerek derin bir oh bile çekerler. Çünkü Filistin, önlerindeki en büyük kamburdur onlar için.

Kudüs, dünyanın terörist devleti olarak tescilli İsrail tarafından başkent olarak kullanılsa da, kullanılmasa da ağlayan, sızlayan, ölen, öldürülen, kanı akacak olan yine Filistin’de yaşayan Filistinliler olacaktır. Uyku durak bilmeden, huzur yüzü görmeden İsrail işgali altında yaşayan Müslümanlar belki yeni bir intifada başlatacak, protestolar yapacak; İsrail’in tankına, tüfeğine karşı tek silahları olan taşlara sarılacaklar. Zaten başka da ellerinden bir şey gelmeyecek. Zira ne yapabilirlerdi ki? Dünya Müslümanları da başta Cuma çıkışlarında basın bildirisi yapacak, yürüyüş düzenleyecek, İsrail ve ABD bayrağını yakacak, kahrol ABD ve İsrail diyecek ve  İsrail’i tel’in edecekler. Ne kadar çırpınılsa da maalesef halkın da yapabileceği bir şey yok. En azından gördükleri kötülüğü elleriyle düzeltemeseler de bu kararı kabul etmediklerini dilleriyle eyleme dökecekler. İmanın en zayıf noktası olsa da kalplerindeki buğz ve kin  hiç yok olmayacak.

Halkı Müslüman olan devletlerin yetkilileri bir araya gelip İsrail’i kınayacak. Belki de İsrail’e bu cesareti veren ABD’yi ağızlarına bile alamayacaklar. Çünkü cesaret ister ABD’yi kınamak. Zira köleler efendisini kınayamazlar. Her zaman olduğu gibi yine Türkiye’nin sesi çıkacak. Türkiye tek başına dünya kamuoyunu harekete geçirmeye çalışacak. Bunu ancak Türkiye yapar. Zaten bunu yaptığı için başından bela eksik olmuyor. Bugün Türkiye’nin başına gelenler İsrail’e ‘one minute’ denmesinin bir sonucudur. Çünkü ABD dahil, hiçbir ülke İsrail aleyhine bir karar alamaz. Bırakın karar almayı, onlara ‘one second’ (bir saniye) bile diyemezler.

İsrail -en büyük hayali olan- Kudüs’ü resmen başkent olarak kullanmaya başladıktan sonra çoluk-çocuk ve kadın demeden Filistinliler’i öldürmeye devam edecek, ardından ağlama duvarına gidecekler, güreşte yendikleri rablerinin huzuruna çıkıp ‘Ya Yehova! Seni yendik ama bir türlü Filistinliler’i yenemedik, öldür, öldür bitmiyor, bizim bu çilemiz ne zaman bitecek, bugün fazla öldüremedik ama yarın daha fazlasını öldüreceğime söz veriyorum’ diyerek ağlamaya devam edecekler.

İsrail öldürmeye devam etsin, bizim kutsal bildiğimiz mahremimize kirli ayaklarıyla girsin, biz de yeni bir Hz Ömer, yeni bir Selahattin Eyyubi beklemeye devam edelim, tıpkı mehdi bekler gibi. Hepimiz birer Ömer ve Selahattin olmadıkça daha çok bekleriz.

Rabbim Müslümanlar’a bir feraset bahşeder, bir basiret verir inşallah! Temennim odur ki, Kudüs’ü resmen başkent olarak kullanacak olan İsrail’in bu aşkı, sonunu getirir. Kaçacak yer arar. Çünkü zulümle hiçbir devlet âbâd olmaz, hele terör devleti asla. Bakarsınız yeni bir Buhtunnasır ortaya çıkar.

Hasılı, Kudüs bizim yitik şehirlerimizdendir. Bugün elimizde olmasa da gönlümüzde yeri olmaya devam edecek ve er veya geç İslam’ın şanlı bayrağı orada dalgalanacaktır. 06/12/2017 Ramazan YÜCE

* 09/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde