28 Kasım 2017 Salı

Kovboy İş Başında -2- *

Daha önce 'Kovboy İş Başında' diye bir yazı kaleme almış, ABD'nin ABD yapımı filmlerde başrolü oynayan sığır çobanlarının filmdeki rolüne dikkat çekmiştim. Kovboy filmlerinin şimdi cazibesi kalmasa da, artık başrollerde bir sığır çobanı olmasa da günümüz ABD yönetiminin; kovboyların rolünü üstlendiğini, üstelik ABD dışına çıkarak haddini bilmeyen devletlere had bildirdiğini, racon kestiğini işlemeye çalışmıştım. Bugün de bunun üzerine birkaç kelam edelim istiyorum.

ABD, içimizdeki beslemeleri sayesinde bizi hizaya getirmeyi denedi önce. Baktı ki besledikleri işi, ağız ve yüzlerine bulaştırdı. Kendisi bizzat taşın altına elini koydu. Çünkü batıyor kendisi. Bir kurtuluş yolu arıyor. Yine dünyanın lideri kalabilmek, ekonomik yönden krizden kurtulmak için hırsızlıksa hırsızlık, katillikse katillik, cinayetse cinayet, katliamsa katliam, yargılamaksa yargılamak, terörse terör, savaşsa savaş... her yolu deniyor. Kâh devletlerin parasına el koyuyor, kâh bir ülkeyi terör suçlusu ilan ediyor, kâh bir devlete ekonomik ambargo uyguluyor, kâh kriz çıkarıyor, kâh bir ülkenin prenslerini sorgulayıp servetlerine el koyuyor... Neler yapıyor neler! Kendi yunmuş yıkanmış ak kaşık. Dünyayı adam edeceğim, dünyayı düzene koyacağım diye uğraşıyor. Böyle iyilik meleği kendi başına olur inşallah!

Şimdi sırada emrine girmeyen, söz dinlemeyen, masada ben de olacağım, inisiyatif alacağım uğraşı veren Türkiye'yi ekonomik yönden çökertmeye çalışıyor. Buzdolabına koyduğu Rıza Sarraf olayını yeniden gündemine aldı. Önce Rıza Sarraf'ı ve Halkbank Genel Müdür yardımcısını bir vesileyle ABD'ye bir el vasıtasıyla getirterek tutukladı. Yargılama başladı. Sanık olan Rıza Sarraf'ı tanık yaptı. Şimdi bizim Halkbank müdür yardımcısını yargılıyor jüri karşısında. Burada bir de gelişme var, hakkını yemeyelim. Kovboy filmlerinde yargılama işini hem hakim, hem, polis, hem de savcı rolünü üstlenen bir tek şerif yapardı. 

Bu işleri yapan ABD olunca '...her şeyi yapar' sözü tam oturur. Zira kendisine ne haltlar karıştırıyorsun diyen yok. Çünkü güçlü olmak haklı olmak demektir bugünkü düzende. Zaten üst daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda. Son yüzyılımıza damga vuran, tarihe kara leke olarak not düşülecek olan bu asrın firavununun sonu inşallah tarihteki Nemrut'un, Firavunun sonunu aratmayacaktır. Rabbim, ben ölmeden gösterir bu zalimin düşüşünü inşallah! 

ABD'ye kızalım kızmaya. Ama kendimize daha fazla kızalım. Kiminle iş yaptığımızı bir sorgulayalım. Bu Rıza Sarraf denilen adam ne güven verdi de bununla iş yapıldı? Niçin bizi yarı yolda bırakmayacak, gerekirse bu uğurda kellesini verecek, Nuh deyip peygamber demeyecek, ser verip sır vermeyecek adam gibi bir adam seçilmedi de bukalemun gibi güce tapan, hapishane ortamını görünce cinnet geçiren, bizi satan bir adam seçildi? Bizim yetkililer insan sarrafı değil mi yoksa? Bu konuda da mı yanıldılar? Devlet dediğimiz aygıt böyle mi yönetilir? Sizin devlet yönetiminiz yolda bulduğunuz her sakallıyla devlet sırrı olan işleri yapmak şeklinde mi? Adam gibi arasaydınız bu ülkede kellesini verecek, ABD hapishanelerinde çürüyüp gidecek nice Rızalar bulabilirdiniz. Bence bu olayın sonu ne olursa olsun, yeniden bir ekonomik krizle karşılaşırsak karşılaşalım, biz buna göğüs gereriz. Ama yetkililer de kendilerini bir hesaba çekmeliler, biz nerede hata ve yanlış yaptık diye. Ben söyleyeyim siz daha kendinizi hesaba çekmeden. Zira dost acı söyler ama yüze söyler. Siz düşmanınızın adamlarıyla iş yapmışsınız. Sadece bu bile sizin ne kadar acemi ve saf olduğunuzu gösterir. Demek ki her sakallıya amca denmeyecekmiş.

Bence oturun, kendinizi hesaba çekin, karanlığa kızıp bağırmayı bırakın. Bu işi niçin, ne maksatla yaptığınızı bu halka anlatın. Unutmayın ki bu halk öz eleştiri yapan kim olursa aman verir ve kredisini devam ettirir. 28.11.2017 Ramazan YÜCE

* 04/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dilencinin Böylesi ve Sadaka Taşları *

Bu ülke; cami önünde dileneni, esnaf esnaf dolaşıp para isteyeni, çarşı-pazar dolaşıp "Affedersiniz, dilenci değilim, memleketime gidemedim, yol param yok, dolmuşa binecek param kalmadı, kömür alamadım..." diyerek dilencilik yapanın her türlüsünü gördü de benim bugün gördüğümü kimse görmedi sanırım. Ya da ben hiç tevafuk etmedim.

Bugün wc ihtiyacımı gidermek için belediyenin hizmeti olan 'ücretsiz wc'ye girdim. Hoşumuza giden adına hizmet denen bu bedava tuvalet tasarrufunu da anlamış değilim. Çünkü çay kaşığıyla verilen bu hizmetin bedelinin kepçeyle su faturalarına yansıtıldığını düşünüyorum. Çünkü bedava hizmetin bedeli ağır olur. Al-gör gününü der gibi. Yol yakınken belediye bu bedava hizmetinden vazgeçsin. Hatta her tuvaletine bir görevli koyarak normal bir bedel alsın. Amme adına yapacağı her hizmetten makul bir ücret alsın. Yoksa bu bedava hizmet su abonelerine çok pahalıya mal olacak. Ali'nin yararlandığı bedava wc hizmetinin ceremesini başka Veliler çekmesin.

Wc'deyken lavabo kısmında bir konuşmaya kulağımı kabarttım. Tuvalete girerken avucunun içinde bir 5 lira ve bozuk bir liraların olduğu gencin biri para istiyordu giren çıkandan. "Sigara alacağım, bir liram eksik, dilenci değilim" şeklinde. Konuşmasına bakılırsa Konyalı değildi. Hatta Türkiyeli hiç değil. Çünkü aksanı farklıydı. Lavaboda konuştuğu kişi bir polisti. "Ayıp değil mi, bu yaşında ne para istersin, git çalış" diyor. O da; "Tamam polissin. Senden bir şey istemiyorum. İstediğim sadece bir lira. Sigara alacağım, dilenci değilim" dedi. Polisin nerelisin sorusuna verdiği cevabı anlayamadım.  Çünkü bir o, bir o konuştu önce. Sonra ses ikileşti. Birbirine kızıyorlardı seslice. Az sonra ses kesildi. Bu arada ben de wc'den çıktım. Merdivenlerden çıkarken para isteyen genç 15 yaşlarındaki bir çocuğa teşekkür ediyordu. Anlaşılan bir lirası eksik sigara parasını çocuk tamamlamıştı. Çocuğu bile cömert bu ülkenin gördüğünüz gibi.

Gencimiz bugünlük içeceği sigarasının parasını bu şekilde toplamıştı. Yarın ne yapacak, veya hangi yolları deneyecek bilmiyorum. Çünkü bu, bir defa alınıp içildikten sonra bırakılan bir meret değil, sürekli ister. Sigara parasını isteyerek karşılayan, bütün yolları tükettikten sonra belki hırsızlığa bile başlar yakında. 

Karşılaştığım bu olay garibime gitmedi değil. Genç bu topluma yabancı ki sigara parası dileniyor. Bu şekil dilenmeye bu millet çok sıcak bakmaz. Halden anlayan sigara içen bile kolay kolay para vermez. Çünkü kendi içer içmeye. Gerekirse sigara ikram eder, gerekirse sigara ister. Ama sigara parası vermez. Hele tanımadığına asla. 

Günümüzde yaşına-başına, gücüne-kuvvetine bakmadan dilenen dilenene. Ne çarşı, ne pazar, ne yol, ne mağaza, ne cami, ne de ev deniyor. Gün geçtikçe eksilmiyor, artıyor dilenen sayısı. Dilenciden geçilmiyor insan kalabalığının olduğu her yer. Öyle zannediyorum İslam ülkelerinin sorunu ilk başta bu sorun. Bu sorun nasıl halledilecek? Bunun üzerine kafa yormak lazım. 

Yan tarafta gördüğünüz resmin adı, sadaka taşıdır. Kökeni Selçuklu dönemine kadar gider. Osmanlı döneminde yaygın bir yardım şeklidir. Kayıtlarda Osmanlı dönemine ait sadece İstanbul'da 160 yerde sadaka taşının olduğu belirtilir. Genellikle cami bahçelerinde olan bu taşın amacı, fakir ve ihtiyaç sahibi kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak için zengin kişilerin bıraktıkları para vb. şeylerin bırakıldığı yerlerdir. Bu sadaka taşına kimin para koyduğu da belli değil, kimin buradan para aldığı da. Bu sadaka taşıyla fakirin rencide olmaması düşünülmüştür. Sağ elin verdiğini sol el görmemedir bunun adı. Düşünülmüş, proje haline getirilmiş ve uygulanmış eşsiz ve benzersiz bir sosyal projedir bu. Dilenmeyi tam yok edemese de azalttığını, fakirin onurunu koruduğunu düşünüyorum. Düşünüp uygulayandan Allah razı olsun.

Öyle zannediyorum bu harika projeyi günümüzde yeniden canlandırmanın tam zamanı. En azından dilencilik için peşimize takılanlara parayı nereden bulabileceğini söyleriz. Sadaka taşlarındaki parayı hemen boşaltan dilenci bir müddet sonra 'Ben ihtiyacım kadarını alayım, nasılsa sürekli konuyor, benden başka ihtiyacı olanlar da var' diyecektir. İlk başlarda aksaklıklar veya kötüye kullanma olsa da bir müddet sonra rayına oturacağını düşünüyorum.

Proje proje diye gece gündüz rüya görenler, ne yapsak diye toplantı üstüne toplantı düzenleyen etkili ve yetkili kişiler! Buyurun size geçmişte başarıyla uygulanmış bir proje. Haydi başlatın böyle bir projeyi! Ön ayak olun bu toplumsal yaramızı yok edecek veya en aza indirgeyecek sadaka taşlarına yeniden. Unutmayalım ki bir işe sebep olan, onu yapmış gibidir. Haydi göreyim sizi! 28.11.2017 Ramazan YÜCE 

* 06/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Siyah Önlükten Beyaz Önlüğe

İlkokul 5'i siyah önlükle bitirdim. Bizden önce kaç nesil bu şekilde okula gitti geldi, ben mezun olduktan sonra ne kadar devam etti bilmiyorum. Çünkü sonradan mavi önlüğe geçildi. Şimdilerde pek mavi giyen de kalmadı. Zira her okulun kendine has okul kıyafeti var. Okul değiştirdikçe veli, çocuğunun kıyafetini yenilemek zorunda.

Niyetim okul kıyafetinin şeceresini yazmak değil. Niçin başka renk değil de siyahtı Türkiye'nin okullarındaki renk? Yetkili irade bir mesaj mı vermek istiyordu? Bu ülkenin halkı cahil olduğu gibi onların çocukları da bilgisizdir, tıpkı bu önlük gibi mi demek istedi, bize bu siyah önlüğü dayatırken? Biz sizi bu şekilde alıp okutacağız, beyninizi aydınlatacağız mı niyetleri vardı?

Renk renktir, hepsi gökkuşağının renkleridir. Birinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Tıpkı insanların ırk ve renk bakımından yekdiğerine üstün olmadığı gibi. Ama özünde olmasa da biz renklere farklı anlamlar vermişiz. Olumsuzlukları genelde siyaha yani 'kara'ya yüklemişiz. Çiller döneminde ekonomik kriz, çarşamba günü olduğu için o güne 'Kara Çarşamba' denmişti. Kışın sert geçtiği, karın bastırdığı, hayatı olumsuz etkilediği kışlara basın, 'Kara kış bastırdı' diye başlık atar. Yine son günlerde basın ve sosyal medyada gündem oluşturan bir gün var: 'black friday' yani kara cuma. Ekonomik durgunluğu aşmak, tüketiciyi alışverişe yöneltmek amacıyla ABD tarafından her yıl 'Şükran Günü'nün ardından gelen cumaya bu ad verilmiştir. Bir şey ABD tarafından başlatılır da dünya bigâne kalır mı bu duruma? Hemen hemen her ülkeden birçok firma katıldı, adına 'kara cuma' verilen bu alışveriş çılgınlığına. Herkes katılır da Türkiye katılmaz mı bu kampanyaya? Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) içimizdeki temsilcileri, mağazalarının vitrinlerine 'black friday' yazarak bu indirim kampanyasına katıldı. Kambersiz düğün olmazdı tabii. Beş milyon doların üzerinde harcama yapılmış bu günde. Çılgın bir rakam bu. 

Yüzde 80'lere varan indirimler sayesinde insanların birbirini çiğnercesine mağazalara akın ettiği, mağazaların boşaldığı, alıcı ve satıcının kazandığı, ekonomiye canlılık getiren bu güne niye 'kara cuma' dendi? Anlamak zor. Aslında böyle bir güne kara cuma denmekten ziyade 'bereketli gün' denmeliydi. Sonra niçin cuma seçildi? Burası da muamma... ABD menşeli mağazalar böyle bir günde köşe olurken bizde dini duyarlılığı olanlar hop oturup hop kalktı, 'Bizim cumamız kara değil, hayırlı' diye. Biz adına kara cuma denen bu güne kıza duralım. ABD'liler köşeyi. Bilinçaltlarında bizim bayramımız olan cumayı tiye almak varsa da, anlamak isterlerse eğer bizim cumamızın karası bile onları ihya ediyor. Ama çoğu şeyi anlamasam da bildiğim bir şey var, ABD osursa dünya üzerine pisliyor maalesef.

Niyetim ABD'nin başlattığı 'black friday' değildi. Ama nedense benim ilkokulda giydiğim kara önlük beni 'kara cuma'ya götürdü. Sahi bize küçükken niçin kara önlük giydirmişlerdi? Bizimkilerin kafasında da ABD'lilerin bakış açısı var mıydı, yoksa tesadüf mü? Ya da siyah kir götürür, çabuk kirlenmez, uzun süre giyilir. Zira çamaşır makinesi yok, ya da makinede yıkamak yaygın değil diye mi düşündüler? Veya "Sen şu anda çocuksun; günaha, suça belenmedin; büyüyünce suça karışıp günaha gark olacaksın. İleride böyle kapkara olacaksın. Şimdiden alış" mı demek istediler. Ya da ellerinde bol miktarda siyah renk kumaş vardı da bu şekilde eritmek mi istediler? Niyetlerini maalesef bilmiyoruz. Sonradan maviye dönülmesini de anlamış değilim.

Bu yazıya konu olan; aslında okulun bize hediye ettiği, derslere girerken giymemizi istediği 'beyaz önlük'tü. Çabuk kirlense de insanın içini açan, görüntüyü güzelleştiren bir renktir beyaz. Yarım asrı devirdiğim, ihtiyarlığa adım attığım; günaha, kire belendiğim bir yaşta can simidi gibi yetişti bu beyaz önlük. Bize beyaz önlük giydirmeyi düşünenler iyi niyetli. Bundan zerre kadar şüphem yok. Ama bu yazımda kara-beyaz renkleri konu edindim. Her renge de bir anlam yükledim ya, bu beyaz renge de mutlaka bir anlam yüklemem lazım. Yüklemezsem çatlayıp ölürüm zira. Sanki bu beyaz renkli önlükle bana, "Bir ayağın çukurda artık. Suça ve günaha karıştın. Neredeyse içinin kötülüğü dışa vuracak. Bari beyaz önlüğü giy de kirini gizlesin biraz." demek istemiş olabilirler. Bu yorumum garibinize gitmiş olabilir. Doğaldır bu. Zaten her tasarrufumuz garip değil mi bu dünyada! 

Masum ve günahsız olduğum bir çağda kara önlük, günaha belendiğim çağda ise beyaz önlük. Değerlendirmem hâlâ garibinize gidiyorsa buyurun küçüklüğümde kara önlük, büyüdüğümüzde de beyaz önlük giydirmenin sebebi ne olabilir? Bir de sizden dinleyelim. 28.11.2017 Ramazan YÜCE