31 Ekim 2017 Salı

Kırgınlık ve İncinmişlik

İnsani ilişkiler içerisinde kişiler arasında zaman zaman kırgınlıklar, incinmişlikler, kızgınlıklar ve küskünlükler olabilir. Zaman her şeyin ilacıdır. Üçüncü şahıslar araya girerek kızgın ve küskünleri barıştırır. Bazen de düğün ve cenaze bir sebep olur. Zorunlu konuşmanın ardından gelen birliktelik yeniden eski havayı getirebilir. Ya da hiç karşılaşmazlar,  birbirini yok kabul ederek herkes yoluna gider. İncinmişlik ve kırgınlık  ise böyle değildir. Aralarında küskünlük olmasa da aradaki soğukluk belki de ilânihaye devam edebilir. Çünkü kişilerin kırıldığı ve incindiği kişi uzun süre birlikte iş yaptığı, aynı davaya gönül veren kişilerdir.

Kırgın ve incinmiş kişilerin arasındaki sorunun büyük olması gerekmez. Çok küçük bir ayrıntı bile dostlar arasını buz gibi yapar. Bir arada yaşamaya devam etseler de birbirlerine karşı saygıda kusur etmese de ölü beden gibidirler. Uzaklaşsalar da olmaz, bir araya gelseler de. Yakınken uzaklar birbirlerine, uzakken de yakınlar. Zira hep o anı yaşarlar. Hiç içlerinden çıkmaz. Akla geldi mi uyutmaz da insanı. Çünkü incinmişliğini bir türlü üzerilerinden atamazlar. Hep içinde bir düğüm kalır. Bu düğümün ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. Aynı oda içerisinde yalnızlara oynarlar. Yakınken bile uzaktırlar birbirlerine. Mümkün olduğu kadar göz göze gelmemeye çalışırlar, gözlerini kaçırırlar. Uzaktan birbirlerini izler dururlar.

İncinmişliğe duygular girer, çoğu zaman aklın önüne geçer, alınganlık tavan yapar. Çünkü alınganlık had safhadadır. Birbirine karşı aşırı kırılgan olurlar. Birbirlerine karşı davranışları taraflar arasında hep yanlış anlaşılır. Her şeyi hayra yormazlar. En olumsuz yönüyle düşünürler. Her harekete farklı bir anlam yüklerler. Çünkü kırıldığı dostudur. İnsan dostuna kırılır. 

Dostlar arasında meydana gelen bu kırgınlık ve incinmişlik kapalı kapılar ardında değil de kamuoyunun önünde olursa milyonda bir de olsa birbirini affetmeleri mümkün değildir. Arayı düzeltmek için birileri devreye girse bile dostların eski havayı yakalaması mümkün değildir. Zira buradaki kırgınlık ve incinmişlik, kırılan ayna gibidir. Nasıl ki ayna eski halini alamazsa dostların kırgınlıkları da geçmez. İçlerini yakar durur, bu durum. Her biri dağa küser, dağın durumlarını bilmesini, kendilerine adım atmasını ister.

Kırılganlık ve incinmişliğin tedavisi var mı? Her şeye çare bulan tıbbın bu psikolojiyi tedavi etmesi, onların yarasına merhem olması mümkün değildir. En iyisi, dostların kalbini kırmaktansa kırmamaya çalışmak lazım. Yola birlikte çıkılan dostlar arasında kırgınlıklar olsa da yolda bulduklarınla dostu değiştirmemek gerek. Bunlara gösterilen tolerans, güler yüz gerçek dosttan esirgenmemelidir.

Gönül yıkan değil, gönül yapanlardan olmak dileklerimle. 30/10/2017

30 Ekim 2017 Pazartesi

Ekonomimiz Freni Patlamış Kamyon Gibi


İyice hissedilmeye başladı ki ekonomimiz iyiye gitmiyor. Dövizin ateşi söndürülemezse felaket kapıda demektir. Her şeye gelen ardı ardına zam duracağa benzemiyor. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Altı sıfır attığımız paramız eriyor. Freni patlamış kamyon gibi ekonomimiz.

Birçok icraatlara imzasını atan hükümet, çift haneli enflasyona da dur demişti. Güven gelmişti ekonomimize. İç ve dış etkenlerden pek etkilemiyordu. 2009 küresel kriz bile bizi teğet geçmişti. Orta ve dar gelirli vatandaş rahat bir nefes almıştı. 17-25 Aralıkta bile bu kadar etkilenmemişti piyasa. 2000 öncesi birçok ocağı söndüren, esnafa kepenk kapattıran rutin krizler geride kalmıştı.

Fiyatlar durmuyor, uçuyor neredeyse. Birçok ürüne son 1,5 yıl içinde yüzde yüzün üzerinde zam geldi. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Hükümetlerin genel politikası olan "Memur ve işçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz" politikası 'ezdireceğiz'e dönüştü. Kriz dönemlerinde memurun maaşı verilemeyebilir endişesi yok ama alım gücü azaldığı gibi bundan sonra geçim derdi başlayacak. Kiralar uçuyor, satılık ev ganimet gibi fakat yüzüne bakan yok. İşsizlik had safhada, özellikle üniversite mezunları arasında.

Ekonomi Bakanına göre ekonomimiz yılsonunda yüzde 5'in üzerinde büyüyecekmiş. Vatandaşa yansımayan büyüme ne işe yarar? Böyle giderse vatandaş  ekonomik darboğazın altında boğulacak.

Geldiği andan itibaren ekonomiyi rayına oturtan ve bütçe disiplininden hiç ödün vermeyen hükümet, şimdilerde freni patlamış kamyonu andıran ekonomiye kalıcı çözüm bulmuyor/bulamıyor, ya da önemsemiyor. İşin ciddiyeti görülmez ve tedbir alınmazsa dört dönemdir rakiplerine karşı açık ara önde olan hükümet ekonomik sıkıntının altında boğulur ve iktidarı kaybeder, millet de ağır bedeller öder.

Hükümeti yönetenler ekonomi ile ilgili hamasi duyguları bir tarafa bırakıp önce ekonominin mevcut durumunu masaya yatırmalı, krizin altından nasıl kalkılır sorusuna cevap aramalı. Ekonominin düze çıkmasının yolu acı reçete ise toplumun tüm kesimine yansıtılmalı ve bu, topluma izah edilmeli. Başta kamu kaynakları olmak üzere azami bir tasarrufa gidilmeli. İhracat ve ithalat dengesinin korunması için devletlerle kazan kazan politikası izlenmeli. Üretime ağırlık verilmeli, pazar bulunması için ikili diyalog kapısı hep açık tutulmalı.

Bu iş ciddiye alınmazsa hepimiz altında kalırız. Çünkü nice yıllar zamsız yaşayan bizler rahat yaşamaya ve harcamaya alıştık. Bugünkü nesil yoklukla  büyüyen kuşağa pek benzemez. Yoktan ve kemer sıkmadan anlamaz. 30.10.2017


29 Ekim 2017 Pazar

İşinin Zırcahili Bir Adam

2014 yılında bir ilimizde okul yöneticiliğinden elendikten sonra okulunda öğretmen olarak görevlendirilen bir eski müdür, hiç de uygun olmayan bir zamanda (eğitim ve öğretimin açık olduğu bir dönemde) iki aylık yıllık iznini kullanır. İzni bitmeden bir başka okula öğretmen olarak verilmesi için il milli eğitim müdürlüğüne dilekçe verir. Dilekçesine bir türlü cevap verilmez, herhangi bir yere de ataması yapılmaz.

Atama durumunun akıbetini öğrenmek ve durumunu anlatmak il milli eğitim müdürlüğünde atama işlerine bakan şube müdürü/müdür yardımcısının kapısını çalar. Kendisini tanıtır, ardından bir yere öğretmen olarak verilmesini ister. Yetkili kişi: “Hocam okullarda boş yer yok.” cevabı verir. Sabık müdür: “Hocam falan okulun ... derslerine ücretliler giriyor, nasıl boş yer olmaz” der. Yetkili, “Senin dediğin okul, Anadolu Lisesi mi?  diye sorar.

Sabık müdür kendisiyle ilgilenildiğini ve işinin olacağını düşünerek sevinir ve cevap verir:
-Evet hocam Anadolu Lisesi.
Yetkili: -Hocam sen Anadolu Lisesi Öğretmeni misin?” deyince bu nizami, nezih ve enfes cevap karşısında cehaletinin yüzüne vurulmasından dolayı sabık müdürün nutku tutulur, cevap veremez ve arkasına bakmadan çıkar gider ve içinden "Keşke bir Anadolu Lisesi öğretmeni olsaydım" diye hayıflanır kendi kendine.


Not: 1. Bu olayın geçtiği yıldan çok önce tüm okullar Anadolu Lisesine dönüşmüş, orta yerde düz lise kalmamıştı. Liselerde görev yapan her öğretmen istediği liselere atanabilitor ve çalışabiliyordu. İlde görev yapan bu şube müdürü/müdür yardımcısı kendisini bu şekil nasıl yetiştirdi? Meraklanmamak elde değil. Ya da böylesi bir cahilin idareci veya öğretmen atamada ne işi var? Düşünmeden edemiyor insan. Yıl 2017 olmuş, ilgili yönetici hala ilde müdür yardımcılığına devam ediyor. İşinin zırcahili yani. Hem cahil, hem de aynı işinde. Çalışana da, çalıştırana da helal olsun!
2. 29/10/2014 tarihinde yazılarak sosyal medyada paylaşılan bu yazıya not eklenmiştir.  29/10/2017