9 Ekim 2017 Pazartesi

İyi Yapmıyorsun Türkiye! *

Sen ne zaman ABD'nin suyunu bulandırmaktan vazgeçeceksin Türkiye! Boyuna-postuna bakmadan benim gibi dünya kabadayısının elçilikteki çalışanını tutukluyorsun? Bu biraz had bilmezlik değil mi? Benden FETÖ elebaşısını istemeye cüret ediyorsun. ABD dediğin ülke yani ben, bugüne kadar nice ülkelere had bildirdim. Ben  istediğimi yapmakta serbestim.

Sen de kendi içinde etliye-sütlüye karışmadan yaşayabilirsin. Ama iş; dış işleri oldu mu, ABD'nin menfaati oldu mu nasıl hareket edeceğini, ne söyleyeceğini, ne şekilde karar alacağını, nerede duracağını, kiminle birlikte olacağını düşüneceksin bir defa. Aslında düşünmene de gerek yok. Senin yapman gereken sana verilen rolü oynamaktır. Ağan yani ben, ne diyorsam eyvallah demektir. Anladığım kadarıyla unuttun sanırım. Sen ki koca bir cihan devleti iken seni parçalamaya karar verdiğimizde ve seni küçücük bir toprak parçasına hapsettiğimizde ne yapacağın, kiminle birlikte hareket edeceğin anlatıldı sana. 

Sanırım balık hafızalısın. Seni sana biraz anlatayım istersen. Bir defa sen bağımsız bir ülke değilsin. Kendi başına buyruk hareket edemezsin, öyle dünya liderliğine falan soyunamazsın. Senin tüm gücün sana verilen rol kadardır. Çünkü seni parçalarken yüzünü, kişiliğini, benliğini Batı’ya ve ABD’ye dönük olmak şartıyla sağ bırakıldın. Bugün nefes alıyorsan buna borçlusun. Öyle yönünü istediğin tarafa döndüremezsin. Bir defa oyunu ben kurarım, sen de oynarsın. Senin görevin bana hizmettir. Birinci vazifen beni memnun etmektir. Çizmeyi aşma. Yoksa sana haddini bildiririm. Sen olaylar karşısında inisiyatif alamazsın. Sadece ben kime kızarsam ona kızacaksın, kimi döversem onu dövmeye koşacaksın. Hani sizin Meclisinizde bir oylama yapılırken partilerin grup başkan vekili parmağını kaldırırsa kaldırılır, kaldırmazsa kaldırmazsın kuralı var. İşte vekilin gözü  grup başkan vekilinin parmağındadır. Konuyu anlasa da anlamasa da, içine sinse de sinmese de görevi sadece parmak kaldırmaktır. İşte senin de görevin  budur. Bizim peşimizi takip etmek.

Ben senin ülkende ABD üssünü, pardon NATO üssünü kurarım, Çekiç güç senin ülkende konuşlanacaksa gereğini yaparsın, Kore’yle savaş yapacağımda bir nefer olarak savaşa gidersin, gerektiğinde ölürsün. AB’ye girmek için yıllar yılı kapıda bekleyeceksin. Gerektiğinde senin askerinin başına çuval geçiririm, gerektiğinde senin korumalarına dava açarım. Senin ülkende olan bir olaydan dolayı senin vatandaşlarını tutuklarım, bir bakanına dava açarım, yakalandığı yerde tutuklanması kararı veririm. Ama sen benim elçilikteki bir kıymetli çalışanımı asla tutuklama yoluna gidemezsin. Bana meydanlarda bağıramazsın. Benim paralı köpeklerim senin ülkende istediği gibi cirit atacak, bilgi toplayacak, ajanlık yapacak. Sen sadece bunların önünü açacak kanun, kural koyarsın. Tutuklamak ha! Bu ne had bilmezlik böyle! Benim ajanım senin ülkende huzuru kalp ile çalışamayacak mı? Yok, eğer çalışamayacaksa ben ülkende yapılanlardan nasıl haberdar olacağım? Dünyayı nasıl yöneteceğim? Ben senin altını oysam da asla gıkın çıkmayacak. Sen böyle değildin, ne oldu sana? Hele Suriye’de yapmak istediklerini asla tasvip etmiyorum. Sen kim, inisiyatif almaya kalkmak kim! Sen bir zamanlar uysal bir koyundun, istediğim tarafa çekerdim. Hiç de itiraz etmezdin. Yaramazlığın bu kadarına da pes doğrusu!

Senin vatandaşlarını ülkeme katmamak üzere koyduğum vize yasağı kulağına küpe olsun. Eğer kendine çekidüzen vermezsen, eskisi gibi iyi çocuk olmazsan bil ki bunun arkası gelecek. Daha “Dünya beşten büyüktür” sözünü de unutmadım. 1 Mart tezkeresinde yaptığınız daha aklımdan hiç çıkmadı. Bunları senden aheste aheste çıkaracağım. Senin kafanı ezmeliyim ki dünyaya ibret olsun. Yoksa arkandan yarın birileri de bana posta koymaya kalkar. Hani sizin bir atasözünüz var, “Yılanın başını küçükken ezeceksin” diye. Sen bir yılansın. Seni ezmeliyim ki herkes sinsin, korksun benden. Benim yaptığım da bu işte. Eğer dünyada bana destek çıkan olur diye düşünüyorsan aldanırsın, onlar sadece koltuklarının derdindedir. Bu da benim işimi kolaylaştırıyor. Sen kendine yan! Olmaz mı? 10/10/2017

* 11/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



8 Ekim 2017 Pazar

Derdimiz/Dersimiz Yardımcı Kaynak

2017-2018 öğretim yılı üç haftasını geride bıraktı, bizim kitap arayışımız bitmedi hâlâ. Kitap derken ders kitabından bahsetmiyorum. Ders öğretmeninin istediği yardımcı kitabı bulamadım bir türlü. Çocuk bir taraftan ben bir taraftan ara ki bulabilesin. Hangisine gitsen kalmadı cevabı alıyorsun. Bizim ayaklarımıza kara sular inedursun, hocamız keyiften dört köşe olmalı.

Niçin sevinmesin ki? Kim satabilir bu kadar soru bankasını? Daha okulun başındayken hocamız köşeyi döndü. Çünkü kendi hazırladığı kitabı bastırıp yayınevi vasıtasıyla öğrencilerine aldırıyor. Pardon hizmet ediyor. Bu olaya siz nasıl bakarsınız bilmem. Belki de size çok makul geliyordur. Nedense benim kıskançlığım tuttu. Bir insan kitap yazıp bastırabilir, emek sarf ettiği kitaptan para da kazanabilir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun kişinin kendi yazdığı kitabı öğrencilerine pazarlamasıdır. Hangi bir öğrenci almaz bu yardımcı kaynağı? Canı isterse almasın. İlerleyen vakitlerde dersi kendi kitabından işleyecek veya oradan ödev verecek. Öğrenci bu kitabı alacak ki kendisine yol, su, çeşme olarak geri dönsün.

Devlet, bir taraftan ders kitabını bedava versin, verdiğim kitap yeterli desin, diğer taraftan yardımcı kitap aldırmayın diye ardı arkasına yazı göndersin; evler, sıralar, kırtasiyeciler yardımcı kaynakla tıka basa dolu. Pazarlamacılar okulları mesken tutmuş, biri geliyor, diğeri gidiyor. Üçüncü hafta bitmiş vatandaş hala yardımcı kitap peşinde. Veli istemese öğretmen istiyor, öğretmen istemese öğrenci ve veli niçin yardımcı kaynak aldırmıyorsun, çocuklarımız emsallerinden geri kalıyor, bak falan okulun falan branş öğretmeni aldırmış diyor. Güya eğitim ve öğretim ücretsiz bu ülkede. İşin içine girince kazın ayağı hiç öyle değil. Yardımcı kaynak, okul kıyafeti, servis vb harcamalar epey bir yekûn tutuyor bu ülkede. "Babam sağ olsun!"

Eğitim ve öğretimimizde sorun çok. Bunlardan biri de yardımcı kaynak aldırılması. Haydi diyelim işin raconu bu, aldırılacak. Hepsinden geçtim. Bir öğretmen kendi kitabını nasıl aldırır öğrencilerine. İstersen kitabı Türkiye’de aranan, bir numaralı kitap olsun. Hiç etik değil bence. Haydi etikliğinden de geçtim. Adam kitabını pazarlayıp paraya para demeyecek. Bari kitapçıları dolaşsa da, bulunmayan kitabı için yayınevini bir arasa da yeteri kadar kitabını bastırıp göndertse. Hiç olmazsa veli de fellik fellik şu kitapçıda vardır, yok bunda vardır diyerek dolaşıp durmaz. Ya da madem bu iş oldu olacak, yayınevi direk kitabını öğretmenimize gönderse de öğretmen bir ders saatini ayırıp ders esnasında kitabını satsa. Aslında hiç fena olmaz. Bu durum öğretmenin işine geldiği gibi velinin de işine gelir. Bu yöntemle öğretmen aracıları aradan çıkartıp daha fazla para kazanmış olur, veli de kitap arama derdinden kurtulmuş olur. Zaten veliden çıkacak bu para. Ha Ali’den almış, ha Veli’den ne fark eder?

İçinizden bu hiç etik değil diyebilirsiniz. Kusura bakmayın, şimdi etiği düşünme zamanı değil. Hem yeni mi aklınıza geldi etik olup olmadığı? Öğretmenin itibarıymış, laf yani! Paranın olduğu yerde itibarın lafı mı olur? Bırakın insanlar su akarken testisini doldurmaya devam etsin. Bu ülkede bir metrelik mezar yeri kazanmak pahalı mı pahalı. Bakanlık da benim vatandaşım işini bilir deyip kafasını kuma gömmeye devam etsin. Sen kendine yan Ramazan! Bunca yıl bir kitap bastırıp öğrencilerine tavsiye etmedin, iş yapan insanı kıskanıyorsun. Zaten meyve veren ağaç taşlanır. Çatla emi! Çalış, senin de olsun. 08/10/2017

Bir Hareket Zıddıyla Kaimdir **

Bir hareket doğar, büyür, gelişir ve ölür. Her hareketin varlık nedeni zıddıdır. Zıddı olduğu müddetçe hareket yaşamaya devam eder. Tıpkı siyah ile beyaz gibidir. Hareketin heyecanını, enerjisini ve sinerjisini kaybetmemesi için harekete soğuk bakanlar, hareketi eleştirenler, hareketle mücadele edenler mutlaka olmalıdır. Eğer bir hareket, muhalif her sesi kısmaya kalkarsa bu tavır o hareketin hayrına değildir. Niçin mi?

Muhalifin olmadığı yerde hareket yerinde saymaya devam eder, heyecanını kaybeder, zaafa düşmeye başlar. Bu durum hareketin yozlaşmasına, savrulmasına sebebiyet verir.

Bir harekete öncü olanlar, onun liderliğini yapanlar, harekete gönül verenler heyecanlarını kaybetmek istemiyorlar, hareketlerinin gelişmesini istiyorlarsa hareketin içinden veya dışından harekete gelebilecek eleştirilere tahammül göstermeleri, toleranslı davranmayı, onları dinlemeyi bilmeliler. Eleştiride haklılık payı varsa kendilerini düzeltmeleri, yersiz bir eleştiri ise nazik ve kibar bir üslupla cevap vermeyi prensip olarak benimsemelidir. Çünkü eleştiri, özellikle yapıcı eleştiri kişiyi mükemmelleştireceği gibi hareketi de geleceğe taşır.

İçeriden ve dışarıdan gelen eleştirilere kulak tıkanırsa, eleştiren her kişi düşman, hain ilan edilirse, kapının önüne konursa, dışlanırsa hareket duraklamanın ardından gerilemeye başlar, küskün ve dargınlar artar, ardından yıkılır gider. Yıkılmasa da marjinalleşir.

Hareket muhalefete gözdağı vererek korku imparatorluğu kurmaya kalkarsa bu sefer hareket kendi içiyle, kendi adamıyla uğraşmaya başlar. Beraber yola çıktıklarını bir bir eker, yolda bulduklarıyla yoluna devam eder. Yolda buldukları da hareketten nemalandığı müddetçe kendisine eşlik eder. Sıkıntı, darlık ve tehlike anında gemiyi de ilk önce onlar terk eder. Hiç de acımaz. Tekme vurulacaksa ilk tekmeyi de onlar atar. Harekete acıyanlar, hareketi terk etmeyenler hareketten dışlansa da, uzak dursa da gemiyi kolay kolay terk etmez. Üzüntüleri, bir çuval incirin berbat edilmesine, hareketin bu noktaya gelmesinedir.

Hareket icraatı bırakıp kendi yaptığı hizmetleri temcit pilavı gibi anlatmaya kalkarsa bu, kendini tekrarlıyor, ileriye gidemeyen ve yerinden kalkamayan bir aracın patinaj yapmasına benzer. Yalnızlıktan dem vurur. Yerinden sıçrayıp kalkamayınca bu sefer can havliyle yanında olanlara kızmaya başlar. Kızdıkça etrafından insanları kaçırır. Kızgınlığı akıl ve ferasetinin önüne geçer, basireti kapanır. Yaptığı hatayı telafi edemez. Çünkü etrafını yoldan bulduğu yağdanlıklar doldurmuştur. Az ilerisini göremez.

Bir hareketin sürekli olması, dağılmaması, zirvede kalması veya zirveye ortak olması kişilere bağlı olmamalıdır, hareket kurumsallaşma yoluna gitmelidir, kendi içinde öz eleştiri kültürünü yerleştirmelidir. İnsana ve ülkeye hizmetle birlikte gönüllere girmenin yollarını bulmalıdır. İstişareye önem vermelidir. Her eleştireni düşman bellememelidir. “Dost acı söyler, yüze söyler” atasözünü kulağına küpe etmelidir.  Harekette yorgunluk varsa bayrağı yeni yüzler almalıdır; eskileri kırmadan, dökmeden yanında tutmanın mücadelesini vermelidir.

Hareketin su alması istenmiyorsa önce var olan eksikliğin tespit edilmesi, ardından tedaviye yönelinmesi gerekir. Bunun için de “Kol kırılır, yen içinde kalır” prensibi esas alınmalıdır. İçeriden yapılacak istişarelerle hastalığa çözüm aranmalıdır. Eğer hareket içeriden değil de meydanlardan dizayn etmeye kalkılırsa işte vahim olan da budur. Bu, sıfırdan başlanan hareketin zirveden sonra yeniden sıfıra doğru yol alması demektir. İnsanları, dostları yanına çeken tatlı bir üslup benimsemelidir. Tıpkı Musa ve Harun’u Firavun’a gören Rabbin, “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” buyurduğu gibi. İlahlık taslayan, halkına her türlü zulmü reva gören bir zalime bile tatlı dil tavsiye ediliyorsa kendi insanımıza ne şekilde konuşulup, ne şekilde davranılacağını varın siz düşünün.

Unutmayalım ki zirveye çıkmak zordur, ama zirvede kalmak bir o kadar daha zordur. 08/10/2017

**16/10/2017 tarihinde kahta soz'de yayımlanmıştır.