6 Ekim 2017 Cuma

Hutbeler Eskiye Döndü *

İslam'ın ilk yıllarında cuma namazını kıldırma ve hutbe okuma görevi bölgenin en üst amiri tarafından irat edilirdi. Hutbede Müslümanları ilgilendiren siyasi, ekonomik, sosyal, dini vb. konulara değinilirdi. Abbasilerle birlikte hutbe okuma görevi kadılara* devredildi. Hutbelerde sadece dini konulara yer verilir olmuştu.

Abbasilerde hutbelerde başlayan bu dini içerik İslam dünyasında özellikle Türkiye'de bir gelenek olarak hep devam etti. Yıllar yılı etliye-sütlüye karışmadı. Ne şiş yansın ne de kebap dedi. Cumaya gidenlerin çoğu hutbe esnasında uykusunu aldı. Çünkü sadra şifa olmadı, kimsenin derdine derman olmadı. Zaman zaman devletin kutladığı belirli gün ve haftaları konu edindi. Uyumayanlar da "Bu da mı okunur" diyerek dişlerini sıktı ve dudaklarını ısırdı. Ya da hutbe konusu olarak herkesin bildiği, kimseye yeni bilginin verilmediği bir serüven izlendi. Bu durum  Sayın Mehmet Görmez DİB başkanı oluncaya kadar sürdü.

Görmez ile birlikte hutbelere bir heyecan geldi. Dini konulara yer vermekle beraber Türkiye gündemini ve Müslümanları ilgilendiren her konuya değinilmeye  başlandı. Okunan hutbeler hafta boyunca Müslümanların çoğunda bir gündem oluşturdu, gönüllere dokundu, göğüslere su serpti. Hutbe dediğin böyle olur dedirtti. Dinleyenlere mesaj verdi, Müslümanların o konu hakkında nasıl bir duruş sergilemeleri gerektiğini  vurguladı, kafasında tereddüt yaşayanlara yol gösterdi. Bu haftanın hutbesi bittikten sonra haftaya okunacak hutbe beklenir ve camiye daha bir iştiyakla gidilir oldu. Hutbelerdeki bu değişimi eleştiren bir kesim olmakla beraber büyük çoğunluk onay verdi, tasvip gördü.

Görmez'in emekli olmasıyla birlikte hutbelerimiz eski yavan halini aldı, tekrar uyutmaya başladı. Hutbelere ivme getiren Görmez'miş meğer. Buradan  hareketle Görmez'in niçin emekli olduğu veya emekliliğini istemek zorunda kaldığı daha iyi anlaşılıyor. Demek ki az sayıda hutbe içeriklerinden memnun kalmayan kesim sayesinde Görmez'in ipi çekilmiş. Çünkü hutbeler onların ipliğini pazara çıkarmaya namzetti.

Yazık oldu tadı damağımızda kalan, içeriği dolu, Müslüman'a bir duruş ve bakış açısı sunan güzelim hutbelere! Yeni başkanın bu hutbeleri tırpanlama misyonuyla geldiği anlaşılmaktadır. Hiç olmadığı kadar güven kazanan ve güven veren Diyanet'in duruşu bu şekilde kişilere göre değişiklik göstermemeliydi. Artık kişiler değil, kurumların kültürü oluşmalı bu ülkede. At sahibine göre kişnememeli, kişiler kurumlara göre kişnemeli...

*Konu hutbeden açılmışken bir anekdotum aklıma geldi: Öğretmenliğimin ilk yıllarında hitabet dersinde öğrencilere sınavda, “İslam’ın ilk yıllarında en büyük mülki amirin kıldırdığı hutbelerde Müslümanları ilgilendiren ekonomik, sosyal, siyasi vb her konuya değinilirken Abbasiler döneminde hutbe okuma görevinin kadılara(dönemin hakimi) bırakılmasıyla birlikte hutbelerde içerik yönünden nasıl bir değişiklik olmuştur?” şeklinde bir soru sormuştum. Öğrencimiz cevap olarak: “Hocam! Kadınlar hutbe okumaz ki içeriği değişsin” yazmış. Kadı kelimesini kadın şeklinde okuyan öğrencimiz soruyu garip bulmuş olmalı ki cevabı da çok orijinal olmuş. Aradan 24 yıl geçmiş, hala hatırımda. Öğrencimiz bu sorudan puan alamamıştı ama sağ olsun kağıtları okurken beni epey güldürmüştü. 06.10.2017

* 02/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Ekim 2017 Perşembe

Sınavsız Hayat Olmaz

Eğitim ve öğretimle ilgili hepimizin ortak bir sızlanması var, "Çocukları yarış atı gibi sınavlara hazırlıyoruz" şeklinde. Doğrudur, çocukları yarış atı gibi görmemek lazım. Hatta çoğumuz sınav olmamalıdır şeklinde öneri de getiririz. Sınavsız olur mu bu işler? Bir yere birden fazla talep varsa orada sınavın olmaması mümkün değildir.

Hayatın kendisi bir sınavdır. Nasıl ki hayat imtihansız olmuyorsa okullar da sınavsız olmaz. Bu, hayatın bir gerçeğidir. Sınav mutlaka olacak. Değilse seçimi nasıl yapacağız? Önemli olan çocukların yeteneklerini ölçen objektif ve ölçülebilir sınav sistemini ortaya koyabilmektir. Her yönüyle düşünülerek ortaya konan sınav sisteminin getirisi ve götürüsü hesaplamandan kaldırma yoluna gidilmemelidir. Bir sistem kaldırılırken yerine ne konduğu ortaya konmalıdır. Sınav sistemi değiştirilecekse mağduriyetlerin oluşmaması için zamanlamaya dikkat edilmelidir.

Sınavlar olacaktır. Bundan kaçış yoktur. Sorun sınavlardan ziyade sınavlara yüklediğimiz anlamlardadır. Biz büyüklerin sınavlara yüklediği anlamlar sınavları çekilmez kılmaktadır. Velilerdeki bu bakış açısı değişmediği müddetçe dünyanın en iyi sınav sistemini de getirseniz çocuklarımızı yarış atına döndürecektir. Mahallemizdeki okulu, çocuğumuzun gittiği okulu ve öğretmenlerini beğenmedikçe, "Bu okulların verdiği bilgilerle çocuğum akranlarıyla yarışamaz" psikolojisinden kurtulmadıkça getireceğimiz her sistem çocuklarımıza çocukluğunu yaşatmayacaktır. Bu mantıkla biz okullardan bir şey beklemediğimiz için çocuğumuza takviye aldırma yoluna gideceğiz. Soluğu etüt merkezleri, özel ders vb. yerlerde alacağız. Çocuğumuza daha fazla yük yükleyerek onu dünyaya geldiğine pişman edeceğiz. Kendimiz hafta sonu dinlenirken çocuğumuz ilave ders peşinde koşacaktır. Yine çocuğumuzun kabiliyet ve yeteneğine göre meslek seçiminin önünü açmaktan ziyade kendi gönlümüzden geçen mesleği seçmesi için dikte etmek de çocuğumuza yaptığımız kötülüklerden biridir. Bu, sevmediği yemeği yemesi için çocuğumuza baskı yapmak gibidir.

Sınavsız olmaz desek de günümüz sınav sistemi ve zorunlu eğitim yaşının artırılması çocuklarımızın sorumluluk alma çağını ötelemektedir. Aileler tarafından "belki, bir umut' denerek saçlar süpürge edilmekte. Okuma ve ders çalışma dışında çocuğa hiçbir sorumluluk verilmemektedir. Hayatının yirmi yılını ders çalışarak, sınavlara hazırlanarak geçiren çocuğumuzdan 25 yaşından sonra sorumluluğunu üstlenmesini bekliyoruz. Bu durum  okutmanın dışında başka bir alternatif düşünmediğimizdendir. Artık elimizde her şeyi ailesinden ve başkasından bekleyen hazır yiyici ve patlamaya hazır bir bomba var. Çoğu genç, hayata umutla bakamaz noktaya gelmiştir. Bu durumun baş müsebbibi herkesi okutmaya çalışan devlet ve çocuğunun gerçek başarısını görmek istemeyen anne ve babalardadır, çocuklara bol not veren eğitimcilerdedir. Çocuğun başarılı olduğunu gösteren sistemimizdedir. Son kaldırılan sınav sistemi 17 bin birinci çıkartarak başarıyı öteleyen bir sistem idi. Kimse çocuğunun gerçek başarısının ne olduğunu anlayamadı. Bundan dolayı tedbir alma yoluna gitmedi, gidemedi ya da gitmek istemedi.

Sınavlar mutlaka olmalı. Çocuklarımız da sınavlara girmeli. Çocuğumuzun başarılı olup olmayacağı durumu iyi gözlemlemeli, verdiğimiz şansları iyi kullanmazsa çıraklık eğitim veya açık liseye kaydolduktan sonra yeteneğine uygun bir işe yerleştirmeden kaçınmayalım. Böylece yaş iken çocuğumuzu yetiştirme imkanı elde edebilir ve hayatını kurtarabiliriz. Bunun için öğretmenler de öğrenciyi notla değerlendirirken uçuk-kaçık puan vermekten kacınmalıdır. Zira çocuğa faydası olur diyerek verilen yüksek not ve puanlar öğrencinin kendisini, velinin de çocuğunu tanımasını geciktirebilir. 05/10/2017


4 Ekim 2017 Çarşamba

Dualarımız Niçin Kabul Olmuyor?

Müslüman için dua vazgeçilmezdir. Zira “Dua, müminin silahıdır. Bu yüzden duayı hiç eksik etmeyiz. Dua ederiz etmesine de sıkıntımız, duanın kabul olmayışındadır. Ya da duamızın kabul edilmediğine kendimizi inandırmamızdır. Aslında  "Allah kuluna üç şekilde cevap verir; 'Evet' der, istediğini verir; 'Hayır' der, daha iyisini verir; 'Bekle' der ve en iyisini verir..." fakat biz çoğu zaman bunun farkına varamayız.

Gerçekten hiç düşündük mü dualarımız niçin kabul olmuyor? Veya ettiğimiz dualarda bir sorun yok mu? Çoğu zaman emir verir gibi dua ediyoruz. Burada dua ediş şeklimizden ziyade dualarımız kabul edilmiyorsa bunun sebebini yine kendimizde aramamız gerektiğini düşünüyorum. Aslında iş, samimiyette bitiyor. Ne kadar samimi isek o kadarını alıyoruz sanki. İşte size bir hikaye. Hikayeyi okuyunca ne demek istediğim sanırım daha iyi anlaşılmış olur.

Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar.

Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için her gün beddua etmekten öteye geçememiş. İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş.

Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler, ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direk veya indirek olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açmış.

Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi
bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler, “Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği” iddiasını da kabul etmemişler.

Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye günü geldiğinde hakim dosyayı
dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:
"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum," demiş. “Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati...!"


Hikaye sanırım bugünkü durumumuzu anlatıyor. Maalesef ettiğimiz duanın gücüne kendimiz inanmıyoruz, fakat kabul olmasını bekliyoruz. Genelev sahibi ise duanın gücüne inanıyor. Fazla söze ne hacet! 04/10/2017