21 Eylül 2017 Perşembe

Siyasette İzlenecek Yol

Ülkede bir sorun mu vardır, orada siyaseti görmek mümkündür. Siyasetin görevidir ülke sorunlarına çözüm bulmak. Zaten siyaset de bunun içindir.

Siyaset olaylara ve sorunlara geniş açıdan bakar. Bundan dolayı her kesim ve her meslek insandan faydalanma yoluna gider. Bir olayı çözmek isterken sonu ne olur? Kim, ne kadar etkilenir hesabı yapar. Yapacağı icraatta radikal karar alacaksa tarafları ikna etme yoluna gider. Fazla konuşmaz, icraat yapar. İş bölümü ve görev taksimi yapılır. İstişareye önem verilir. Çok özel bir durum olmadığı müddetçe birbirlerinin çalışma alanlarına müdahale etmez. Paylaşımcı ve şeffaf olur. Kendisine şüpheyle yaklaşan kesimi kazanmaya çalışır. Toplumun hemen hemen her kesimine güven vermeyi benimser. Şaibeli insanları yanından uzaklaştırır, gerekirse cezasını kendisi verir. Kurum ve kuruluşlar arasında bir eş güdüm ve uyum olur. Farklı kesimleri ürkütmemeye çalışır. Kimseyi kırmadan, dökmeden, ötekileştirmeden ülkede barış ve huzur ortamı için çabalar. Konuşmayı değil, hizmeti ön planda tutar. Çatışmayı ve kavgayı değil; uzlaşmayı, asgari müştereklerde buluşmayı dener. Vizyon ve misyona dikkat eder. Eleştirisini ortamında yapar.

Ülkenin genel siyaseti dışında meydanlarda kurum ve kişilere ayar verilmez. Verilecekse de hakimi, savcısı harekete geçirilir. Bazı kişi ve kurumlara cevap verilecekse görevlendirdiği ilgili kişinin yapması beklenir. Bir kişi her işe karışmaz. Sabır ve saygıyı elden bırakmaz. Ekibini emir eri gibi görmez, onlara fazlasıyla değer verir.

Ülke kaynaklarını yerinde ve zamanında kullanır, tasarrufu ön planda tutar, ekonomiyi canlandırmak için çaba sarf eder.

Halkın sevgisini, oy verenlerin sempatisini kötüye kullanmaz. Az konuşur, çok icraat yapar. Zamanı geldiği zaman çoluğu ve çocuğuyla kaçamak yapar, yorgunluğunu atar. Yapacak çok iş var diyerek dinlenmeyi, soluklanmayı bırakmaz. Zira dinlenmek kişinin kendisini dinlemesi, vicdanıyla baş başa kalması demektir. Sürekli çalışan vücut yorgun düşer, vücut kaldıramayınca kişi hırçınlaşır. Sonra gelene ayar vermeye çalışır, gidene ayar vermeye çalışır.

Ülkeyi uluslar arası arenada güzel bir şekilde temsil etmeye çabalarlar. İlişkilerde diplomatik dil gözetilir. Kazan kazan politikası izlenir. Devletler ne dost kabul edilir, ne de düşman. Devletler meydanlarda eleştirilmez, krizler masalarda çözülür. Ser verilir, sır verilmez. Aklına estiği gibi davranılmaz. Benimsenmeyen ilişkilerde öncelik endişeler dile getirilir. Güzel görülen tavırların üzerine hemen atlanılmaz. Sevgi ve yergi tepkisi aynı anda verilmez. Dünya nereye gidiyor nabzı ölçülür. Atacağı taşın kimleri ürküteceği, nelere mal olacağı hesaba katılır. Düşmanın silahıyla silahlanılır. Ayaklar yere basılarak hareket edilir, duygusallığa yer verilmez. Devletlerin iç politikasına karışılmaz. Köre kör denmez. Kılı kırk yararcasına, tere yağdan kıl çekercesine bir siyaset izler. Devletler arasındaki güç dengesini izler, yoğurdu üfleyerek yer. Her şeye karışmaz. Zamanlamaya dikkat eder. Uzlaşma imkanı olan konuları ön planda tutar, çatışma konularını daha sonraya bırakır. 21/09/2017


Eğitim ve Öğretimdeki Sorunlarla Yüzleşelim

Eğitim ve öğretimde kaliteyi yakalamak istiyorsak önce sorunu teşhis etmemiz lazım. Sorunları tespit etmeden başarıyı yakalayamayız. Sorun çok, hepsini yazma imkanım yok. En azından bir kısmına değinmek istiyorum:
1.      Milli eğitimde öğrenci ve veli; öğretmeni, öğretmen idarecisini, idareci ilçe milli eğitimi, ilçe milli eğitim il milli eğitimi, il milli eğitim Bakanlığı; Bakanlık il milli eğitimleri, il milli eğitimler ilçe milli eğitimleri, ilçe milli eğitimler okul müdürlerini, okul müdürleri, öğretmenleri, öğretmenler öğrenci ve velileri beğenmemektedir, sürekli eleştirmektedir. Bunlar birbiriyle irtibatlı, beraber yaşamak zorunda olan düşman kardeşler gibidir. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya kimse kimseyi beğenmiyor, kimse de burnundan kıl aldırmıyor.
2.      Devlet sürekli sistemle oynuyor. Bir sistem oturmadan, ürün almadan yeniden sistem değişikliğine gidiyor. Plansız bir görüntü çizmektedir. "Ben beğenmedim, haydi değiştirelim" sil baştan mantığı hakim.
3.      Okullarda eleme sisteminin olmaması, herkesin tornadan çıkmış gibi bir üst sınıfa devam etmesi.
4.      "Ne verirseniz, ne ederseniz, sonum ne olursa olsun okumak istemiyorum" diyen öğrenciyi okutmak için uğraşması.
5.      Bakanlığın, veli ve öğrenciye herhangi bir sorumluluk yüklememesi, veli ve öğrenci her daim haklıdır mantığıyla hareket etmesi. Sorunu hep öğretmen ve yöneticisinde arıyor olması.
6.      Her türlü sorumluluğun istendiği okul yöneticisinden yetkinin esirgenmesi, okulun lideri kabul edilen kişinin öğretmeninden düşük ücret alması ve dört yıl sonra o okulda kalıp kalamayacağının belli olmaması.
7.      Bakanlığın, okulu yönetmek için inisiyatif alan yöneticisinin arkasında durmaması, en ufak bir hatasında ipini çekmesi.
8.      Bakanlığın personel alımından, yönetici seçimine; öğretmen alımından öğrenci sınav sistemine varıncaya kadar süreklilik arz eden kriterinin olmaması.
9.      Eğitimin uzun soluklu bir maraton olduğu unutularak yapılan her değişikliğin hemen istenilen meyveyi verme aceleciliği.
10.  Bakanlığın farklı kesimlerin öneri, tespit ve eleştirilerine kapalı olması, ben yaptım oldu mantığıyla hareket etmesi, istişareye özen göstermemesi, yapıcı eleştirilere bile tahammül gösterilmemesi.
11.  Okullarda, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarında oturmuş bir kurum kültürünün olmaması.
12.  Giderek azalan torpil, iltimas ve adam kayırmacılığının yeniden hortlatılması. Belli makam ve koltukların belli okul ve zihniyetteki insanlara dağıtılması, farklı düşünen insanlara geçit verilmemesi.
13.  FETÖ olayıyla birlikte FETÖ’cü olsa da, olmasa da insanlara FETÖ’cü yaftasının vurulması, güven ortamının  hiç olmadığı kadar zedelenmesi.
14.  Bakanlığın hangi işi, hangi zaman, ne kadar sürede, kimlerle yapacağım diye bir iş takviminin olmaması, belirlenen takvimi varsa da kendisinin çiğnemesi, zamanlamaya özen göstermemesi. (Okullar açıldıktan sonra servis sorunlarını çözmeye odaklanması, TEOG’un kaldırarak yeni model arayışına girilmesi, 2.il içi ve il dışı öğretmen atamasına imkan vermesi, alan değişikliğini dönem içinde yapması…)
15.  Koyduğu kuralı daha uygulamadan askıya alması (öğretmen rotasyonu gibi)
16.  Her kesimin Bakanlığı olmak yerine belli kesimin düşüncelerine hizmet eder görüntü vermesi.
17.  “Yapacak gücüm ve iradem var, ben her istediğimi yaparım” görüntüsü vererek tevazuu elden bırakması, farklı kesimleri ikna yoluna gitmemesi.
18.  Bakanlığın yönetiminde inisiyatifin oraya görevlendirilen kişide olmaması.
19.  Eğitimde tek tip adam yetiştireceğim görüntüsünün verilmesi, bir okul tipinin ön plana çıkarılması. Bu okul tipinin çok sayıda açılması kaliteyi düşüreceği biline biline açılmaya devam edilmesi.
20.  Merkezin taşraya ve beraber çalıştığı kişilere güvenmemesi, her işe müdahale etmesi, tüm işi merkezden yönetme istek ve arzusu.
21. Devlette toptancı anlayışı hakim kılıyor anlayışının ön plana çıkması, bankamatik memurlarının sayısını çoğaltması. Bunu yaparken de dargın, küskün ve incinmiş insanların sayısını çoğaltması... 21/09/2017

Sopa mı, Yoksa Sınav mı? Seç-Beğen!

Kur’an Kursunda okurken hocamızın üzerinde “Beş yaşında, aklı başında” yazılı bir sopası vardı. Dersini vermeyen/veremeyen, yaramazlık yapan, konuşan herkes nasibini alırdı. Esnafın siftahı gibi nasip gelirdi ayağımıza. Amma Ali’ye, amma Veli’ye. Sopanın nereye geleceğini hocamız ayarlardı. Bazen kollara, bazen el avuçlarına, bazen de sırta vururdu. Yeter ki acıyan yeri tespit edebilmiş olsun. Bazen de sırasında konuşana bu sopayı fırlatırdı. Kafaya mı gelir, göze mi gelir, yanlış adama mı isabet eder. Bu, hocamızın o andaki eforuna bağlıydı. Bazen de önünde okuyan kimseleri bu sopayla iteklerdi. Hiç yapamazsa bir eline aldığı sopayı diğer kendi eline vururdu.

Üç öğün yemek gibi güne gün dayan yiyen bir arkadaşımız iyice dayaktan ürkmüştü. Sürekli yerinde oturan hocamız bazen ayak değiştirmek istese arkadaşımız sopa geliyor diye geriye doğru kendini çekerdi. Onun bu halini gören hocamız iyice galeyana gelir, gülmeye başlar. Kendin kaşındın, dayağa hazırsın dercesine elindeki sopayı arkadaşın omzuna dayar, vida çevirir gibi sağa-sola çevirirdi. Dayaktan iyice bezen bu arkadaşa bir başka arkadaş, “Daha az acısın istiyorsan gömleğin altına, özellikle kollarına post giy gel” diyerek akıl vermiş. Derde derman olur diye arkadaşımız ertesi günü hocanın sıklıkla vurduğu yerlere post koyup gelmiş. Dersini okurken teklemesiyle birlikte mermi atar gibi hocanın sopası kollarına inmeye başladı. Arkadaş anam dese de fazla acıtmadığını hissetti hocamız. Üstelik vurdukça çıkan şak sesi daha bir farklıydı. “Ne var gömleğin altında” diye sordu. Arkadaş söylemek istemese de sonunda “Post giydim” dedi. Demese zaten hali haraptı. Bir daha giymemesini tembihledi ona. Zira dayağın mantığına tersti bu. Acıtacaktı ki dersine daha iyi çalışacak ve adam olacak, hocanın vurduğu yerde gül bitecekti. Üstelik ölüsüyle, dirisiyle “Eti senin, kemiği benim” diye teslim edilmişti o zamanlar.

Bir hafta sonu birkaç arkadaşla bir araya gelerek hepimizin korkulu rüyası ve başımızın belası, aklımızı götüren bu “Beş yaşında, aklı başında” olan sopadan kurtulmak için ne yapabiliriz istişaresi yaptık. Zira en büyük düşmanımız o idi. O yok olursa dayaktan kurtulacaktı okuyan öğrenciler. Çünkü hocamız eliyle vurmazdı. Sonra sopa varken niçin elini vurarak acıtacaktı.

Bir pazar günü nöbetçi olan arkadaştan anahtarı alarak kursa girdik, masanın üzerindeki sopayı alıp imha ettik. Kırıp yaktık mı, bir başka yere mi attık, onu hatırlamıyorum. İçimizde bir korku ve endişe olmasına rağmen bir sevindik, bir sevindik, bir sevindik. Sevincimize diyecek yoktu. Zira en büyük düşmanımız olan sopadan kurtulmuş ve kursta okuyan arkadaşlara da bir insaniyet görevimizi yapmıştık.

Pazartesi günü kursa gecikmeli bir şekilde geldim. Baktım sınıfta erkekler yok, sadece kızlar var. Hocanın bakışı ve duruşu kızgın mı kızgın. Selam verip yanına vardım. “Arkadaşların yan tarafta, yanlarına git; sopayı, kim ne yapmış, ağızlarını bir yokla” dedi bana. Hanginiz kırdı sopayı dedim her birine. Gariplerin konuşacak takadı yoktu. Hepsi başı öne eğik bir şekilde bilmiyorum, haberim yok dedi. İçlerinde suç ortaklarım da vardı. Kimse “Sen yaptın bu işi” demedi. Hocaya gelerek kimse bir şey bilmiyor dedim. “Çağır gelsinler” dedi. Ben de yan tarafta ayakta bekleyen arkadaşlarımı sınıfa getirdim.

Az sonra içimizden gözüne kestirdiği bir arkadaşı yanına çağırdı, “Git bir ağaç bul, ağaca çık, oradan bir değnek kes gel” dedi ona. O arkadaş koşarak gitti, bir ağaçtan yeni bir sopa getirdi. Bizim kabus geri geldi böylece. 8-10 saatlik sopasız bir hayattan sonra sınıfımız yeni bir sopaya kavuştu tekrar.
Sonunda anladık ki bizim düşmanımız sopa değilmiş, o sadece dayağın aracıymış. Sorun o günün “Bu işler sopasız olmaz, dövmezsen adam olmazlar, yoksa dışarıda köpek taşlarlar. Dövelim ki ileride adam olsunlar, bize hayır dua etsinler, arkamızdan bir Fatiha okusunlar ve okudukça keşke hocamız iki daha fazla vursaydı desinler” anlayışıymış. Hasılı o sopa gitti, bir başka sopa geldi. Üstelik yeni sopa eski sopaya göre yeni kesildiği için yaş idi. Biz yine kaldığımız yerden dayak yemeye devam ettik. Kuru sopaya göre daha fazla acıtmaya başladı. Dayakta da bir istikrar abidesiydik desem abartmış olmam.

İyi de bayram değil, seyran değil, bu anının ne alakası var şimdi? Yoksa yaşlandın da yeni bilgi gelmiyor, kovanın içinde kalanlarla mı yetiniyorsun diyebilirsiniz. Konu gündemle ilgili olduğu için anlattım. Öğrenciliğimizde dayak yemek bizim korkulu rüyamızdı. Şimdilerde pek dayak yok, hatta hiç yok. Fakat çocuklarımız adam olsun, okusun, iyi yerlere gelsin diye yarış atı gibi sınavdan sınava giriyor. Çocuklar, çocukluğunu yaşayamıyor, haydi bu sınavı kaldıralım diyorlar. Kaldırdıkları zaman öğrenciler tıpkı bizim gibi bir seviniyorlar, bir seviniyorlar. Ardından ismi değişmiş, yeni bir sınav karşılarına çıkmış. Hasılı bu neslin de bizden fazla bir farkı yok. Biz o gün okumasaydık köpek taşlayacaktık. Kimse de bu köpeğe niye vuruyorsun demezdi. Şimdiki çocuklar okuyamazsa işin garibi köpek de taşlayamazlar. Çünkü hayvanseverler anasından doğduğuna pişman ederler adamı.

Hasılı 2017-2018 öğretim yılına TEOG kalktı, kalkacak derken Bakanın açıklamasıyla TEOG kaldırıldı. Endişeli bekleyiş sürerken bir taraftan da sınavdan kurtulduk, stresi bile adamı öldürüyordu zaten dedi herkes. Bir taraftan da mutlu oldu, mutluluk hala devam ediyor. Ama kimsenin içi rahat değil. Bakalım heybeden ne çıkacak beklentisi var. Zira turpun büyüğü daha çıkmadı heybeden. Endişe, merak, mutluluk ve sevinç hali tavan yapmış durumda şimdi. Herkes bu sınavın yerine hangi sınav gelecek beklentisi içerisinde. Yerine konan da birkaç yılda nefret edilen bir sınav olur, yerine alfabenin başka harflerinden oluşan yeni bir sınav gelir.

Biz boşu boşuna sınavlara düşman olmayalım, sisteme düşman olsak daha iyi olur. Ya da sınavsız olmaz diyorsak kendimizi derslere vererek en iyisi olmaya çalışalım. Başka da kurtuluş ve kaçış yok zaten. Bizim çocukluğumuzda sırtımızdan dayak, günümüz çocuklarının da sırtında sınav yükü eksik olmayacak. Sonuç aynı kapıya çıkıyor. Rabbim encamımızı hayreylesin…21/09/2017