Ana içeriğe atla

Eğitim ve Öğretimdeki Sorunlarla Yüzleşelim

Eğitim ve öğretimde kaliteyi yakalamak istiyorsak önce sorunu teşhis etmemiz lazım. Sorunları tespit etmeden başarıyı yakalayamayız. Sorun çok, hepsini yazma imkanım yok. En azından bir kısmına değinmek istiyorum:
1.      Milli eğitimde öğrenci ve veli; öğretmeni, öğretmen idarecisini, idareci ilçe milli eğitimi, ilçe milli eğitim il milli eğitimi, il milli eğitim Bakanlığı; Bakanlık il milli eğitimleri, il milli eğitimler ilçe milli eğitimleri, ilçe milli eğitimler okul müdürlerini, okul müdürleri, öğretmenleri, öğretmenler öğrenci ve velileri beğenmemektedir, sürekli eleştirmektedir. Bunlar birbiriyle irtibatlı, beraber yaşamak zorunda olan düşman kardeşler gibidir. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya kimse kimseyi beğenmiyor, kimse de burnundan kıl aldırmıyor.
2.      Devlet sürekli sistemle oynuyor. Bir sistem oturmadan, ürün almadan yeniden sistem değişikliğine gidiyor. Plansız bir görüntü çizmektedir. "Ben beğenmedim, haydi değiştirelim" sil baştan mantığı hakim.
3.      Okullarda eleme sisteminin olmaması, herkesin tornadan çıkmış gibi bir üst sınıfa devam etmesi.
4.      "Ne verirseniz, ne ederseniz, sonum ne olursa olsun okumak istemiyorum" diyen öğrenciyi okutmak için uğraşması.
5.      Bakanlığın, veli ve öğrenciye herhangi bir sorumluluk yüklememesi, veli ve öğrenci her daim haklıdır mantığıyla hareket etmesi. Sorunu hep öğretmen ve yöneticisinde arıyor olması.
6.      Her türlü sorumluluğun istendiği okul yöneticisinden yetkinin esirgenmesi, okulun lideri kabul edilen kişinin öğretmeninden düşük ücret alması ve dört yıl sonra o okulda kalıp kalamayacağının belli olmaması.
7.      Bakanlığın, okulu yönetmek için inisiyatif alan yöneticisinin arkasında durmaması, en ufak bir hatasında ipini çekmesi.
8.      Bakanlığın personel alımından, yönetici seçimine; öğretmen alımından öğrenci sınav sistemine varıncaya kadar süreklilik arz eden kriterinin olmaması.
9.      Eğitimin uzun soluklu bir maraton olduğu unutularak yapılan her değişikliğin hemen istenilen meyveyi verme aceleciliği.
10.  Bakanlığın farklı kesimlerin öneri, tespit ve eleştirilerine kapalı olması, ben yaptım oldu mantığıyla hareket etmesi, istişareye özen göstermemesi, yapıcı eleştirilere bile tahammül gösterilmemesi.
11.  Okullarda, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarında oturmuş bir kurum kültürünün olmaması.
12.  Giderek azalan torpil, iltimas ve adam kayırmacılığının yeniden hortlatılması. Belli makam ve koltukların belli okul ve zihniyetteki insanlara dağıtılması, farklı düşünen insanlara geçit verilmemesi.
13.  FETÖ olayıyla birlikte FETÖ’cü olsa da, olmasa da insanlara FETÖ’cü yaftasının vurulması, güven ortamının  hiç olmadığı kadar zedelenmesi.
14.  Bakanlığın hangi işi, hangi zaman, ne kadar sürede, kimlerle yapacağım diye bir iş takviminin olmaması, belirlenen takvimi varsa da kendisinin çiğnemesi, zamanlamaya özen göstermemesi. (Okullar açıldıktan sonra servis sorunlarını çözmeye odaklanması, TEOG’un kaldırarak yeni model arayışına girilmesi, 2.il içi ve il dışı öğretmen atamasına imkan vermesi, alan değişikliğini dönem içinde yapması…)
15.  Koyduğu kuralı daha uygulamadan askıya alması (öğretmen rotasyonu gibi)
16.  Her kesimin Bakanlığı olmak yerine belli kesimin düşüncelerine hizmet eder görüntü vermesi.
17.  “Yapacak gücüm ve iradem var, ben her istediğimi yaparım” görüntüsü vererek tevazuu elden bırakması, farklı kesimleri ikna yoluna gitmemesi.
18.  Bakanlığın yönetiminde inisiyatifin oraya görevlendirilen kişide olmaması.
19.  Eğitimde tek tip adam yetiştireceğim görüntüsünün verilmesi, bir okul tipinin ön plana çıkarılması. Bu okul tipinin çok sayıda açılması kaliteyi düşüreceği biline biline açılmaya devam edilmesi.
20.  Merkezin taşraya ve beraber çalıştığı kişilere güvenmemesi, her işe müdahale etmesi, tüm işi merkezden yönetme istek ve arzusu.
21. Devlette toptancı anlayışı hakim kılıyor anlayışının ön plana çıkması, bankamatik memurlarının sayısını çoğaltması. Bunu yaparken de dargın, küskün ve incinmiş insanların sayısını çoğaltması... 21/09/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde