26 Ağustos 2017 Cumartesi

Emeklilik Emeklemeye Dönmek Gibidir

İnsanoğlu çalışır çabalarken emekli olmanın hayallerini kurar, ah bir emekli olsam diye. Nihayet emekli olunca çoğu kimse umduğunu bulamaz, emekli olduğuna olacağına pişman olur. Hatta gördüğü çalışana "Aman emekli falan olma" diye de öğüt vermeyi ihmal etmez. Zira eşekten düşen kendisidir. Kimin başına ne geleceğini en iyi o bilir.

Ben emekliliği -tam uymasa da- çocuğun emeklemesine benzetirim. Nasıl ki çocuk elleri ve dizleri üzerine sağa-sola gitmeye, kalkıp yürümeye çalışır. Çoğu zaman da düşer. Düşe kalka yürümeyi ve sonra koşmayı öğrenmeye başlar. Çocuğun bu çağında  onu koruyup kollamak için yanında pervane olan tapu gibi annesi, babası, ağabey veya ablası olur. O emekledikçe etrafındakiler heyecanlanır, yüzleri güler, düşerse kafasını vurmasın diye sağındaki solundaki sert eşyaları kaldırır, o nereye giderse peşi sıra gider.

Emekli olanlar da aynı zamanda yaşlılığa adım atmış olurlar. Yavaş yavaş el, ayak vb organlar teklemeye başlar. Ne ayak kalkar, ne de kol. Yürü veya git gidebilirsen, bir merdivenden in inebilirsen, ya da çık çıkabilirsen. Bu şekilde tekleyen bir araç olsa gider rektifiye yaptırır, aracına binmeye devam edersin. İnsan vücudu böyle değil ki! Yavaş yavaş insana ölümü hatırlatmaya başlar. Zamanında koşarak gittiğin yollar dağ gibi gelmeye başlar. Yediğinden zevk almaz, içtiğinden haz almamaya başlarsın. Yavaş yavaş yalnızlaşırsın. Etrafında kimse kalmaz. Şayet yanında bulunan çoluk ve çocuğun olursa ne zaman ölecek diye gözüne bakmaya başlar. Çünkü düşüp kalktıkça onlar seni yük görür. Eşin-dostun kendi işine gücüne yönelir, onlardan da pek fayda olmaz, yalnızlara oynarsın. Biri gelse de halimi hatırımı sorsa diye bekler durursun. Telefonun çalmaz, evin ziline basılmaz. Ayıp olmasın diye evine gelen veya telefon açan olursa yangından mal kaçırır gibi bir an evvel senden uzaklaşmaya çalışır. Bu kısa ziyaretinde sana bir iyilik yapar, seninle aynı karede olacak şekilde bir fotoğrafını çeker, hemen ilk işi falan kimseyi ziyaret edip hayır duasını aldım diyerek sosyal medyada paylaşır. Ölürsen bir gün o fotoğrafı tekrar paylaşıma koyar, rahmetli iyi idi. Bugün onu en son ziyaretimin seneyi devriyesi diye.

Ya yediğini dökmeye başlarsan, ya yatağa mahkum olur da bir başkasına muhtaç olursan Allah çektirmesin ama çekeceğin var demektir. Bir dövmedikleri kalır, azarlar dururlar seni. Sözleri bile incitir seni. Geçen gün 83 yaşında olan bir aile büyüğümü ziyarete gittim. Oturup hoş-beş ederken gömleğinin önünde çay döküntüsü gibi bir sarılık gördüm. “Islak mendil var mıydı, sanırım gömleğinize çay dökülmüş, çıktığı kadar çıkaralım” dedim. “Sen dur yeğenim dedi. Bürosunda çalışan görevliye seslendi, 35-40 yaşlarındaki kişi nice sonra elinde bir ıslak mendil ile geldi. Önünü gösterdi, buraya bir şey dökülmüş bir bak diye. Görevli, “Çay falan değil, sen buraya yemek dökmüşsün” dedi. İki sildi, doğru dürüst çıkmadan çekip gitti. Orada fisebilillah çalışan bu kişinin ağzından “Yemek dökmüşsün” sözüne takıldım ben bu esnada. Bir suçlama vardı o yaştaki adamın yaptığına. Halbuki “dökülmüş” şeklinde ifade etmek daha şık olurdu. Eleman çıktıktan sonra “Yeğenim, ne yaparsın ki işte biz bu yaşa geldik, yemeği üzerimize dökmeye başladık, gördüğün gibi bir yemeği bile düzgün yiyemiyoruz” dedi. Allah sağlık-sıhhat versin, bundan geri koymasın” dedim, vedalaşıp ayrıldım.

Bu kişi bir yabancı. Ama akraban da bundan farklı olmayacak. Eşin ve çocukların bile gözüne bakar, ne zaman ölecek, ölse de kurtulsak diye. Sen onların bu tavırlarını hissettiğin an zaten yaşarken öldü bil kendini. Artık senin için ölüm bir kurtuluş olmaktan başka bir şey değildir. Öldükten sonra teçhiz, tekfin işlerinde bile görürsün bu aceleciliği. Bir an evvel gömüp kurtulmaktır. Yakınlarından çoğunun üzüntülü görünmesi, gözyaşı dökmesi timsahın gözyaşlarına benzer, sevinç gözyaşlarıdır bilesin.

Allah herkese hayırlı ömürler versin. Kimi kimseye muhtaç etmesin. Emeklemek döneminde büyüklerimize tahammül göstermeyi, onlara daha toleranslı olmayı nasip etsin bize… 26/08/2017

Tatil Yönünden Yeniden Kriz Dönemlerine Döndük

Eski hükümetlerimiz tatil vermekten çok hoşlanırdı, yeter ki milli veya dini bir bayram gelsin de aradaki mesai günlerini de tatil yapalım diye. Çünkü devlet daireleri ne kadar fazla kapanırsa devlet daha az zarar eder, borcu varsa ödemeyi haftanın ilk iş gününe ertelerdi. Piyasada yaprak kıpırdamıyorsa olur ya millet bayramını beş yıldızlı otellerde geçirsin, böylece turizme destek olur düşüncesiyle bu ülke 9 günlük tatilleri çok gördü.

Bu hükümet geldiği andan itibaren bu tür tatil kararlarına sıcak bakmadı, zira bu ülkenin tatile değil, çalışmaya ihtiyacı var diye düşünmüştü. Nihayet bu hükümet de seleflerinin dümenine girdi. Bu sene garip bir şekilde Kurban Bayramı tatilinin öncesini tatil ederek tatil hanemize bir dokuz gün daha eklendi. Bu demektir ki yeniden krizler bizi bekliyor, ekonomimiz iyiye gitmiyor. Acaba birkaç kişiyi, turizm acentelerini memnun edebilir, ekonomiye bir canlılık gelir mi diye tatil kesesinin ağzını açtı.

Bu son tatil kararı beni sevindirmedi, zira zaten yaz tatilindeyim. Tatillere karşı çıkmakla beraber ne zaman bu ülkede bir tatil olsa içim kıpır kıpır eder, sevincime diyecek olmaz. Hangi nefis tatili istemez ki! Sonu acı da olsa insanı memnun ediyor. Resmi tatiller hafta sonuna gelse sermayeden gitmiş gibi üzülürüm.

Nefsim istemekle beraber oldum olası uzun tatillere sıcak bakmadım, özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarını içine alan. Çünkü bu ülkede uzun tatil demek tatile çıkmak, sılayı rahim yapmak demektir. Elbette herkesin eşini-dostunu ziyaret etmeye, kafasını dinlendirmeye hakkı vardır. Ama ne zaman uzun tatil olmuşsa bu ülkede trafik kazalarında anormal bir artış olmuş, yollar kan revana dönmüştür, katliamı aratmaz türden ölü ve yaralı sayısımız artmıştır. Perte çıkan arabaları hesaba katmıyoruz artık.

Temennim bu bayramda kazalarımızda bir artış olmaz, ölü ve yaralı sayımız artmaz, analar ağlamaz. Ümit ediyorum ki bu tür uzun bayramların sonuncusu olur bu bayram tatili. 26/08/2017


Benim sapığım senin sapığını yener

Fırsat buldukça sosyal medyayı takip etmeye, TV'lerdeki farklı kesimlerin bir konu hakkındaki değerlendirmelerini izlemeye, köşe yazılarından konusu itibariyle dikkatimi celp edenleri okumaya, değişik kişilerden whatsappıma gelen mesajlara kim olduğuna bakmadan zaman ayırmaya çalışırım. Hepsini ön yargısız şekilde değerlendirmeye çalışırım. Hepsinde dikkat ettiğim tek husus üsluptur. Muhatabına değer veren, saygı gösteren her kişinin serdettiği fikre katılsam da katılmasam da saygı duyarım. Bir de işinin, bulunduğu yerin, kendisini ait hissettiği grubun, partinin fanatiği olmamasına bakarım. Kendi görüşünü açıklamaktan ziyade karşı tarafı kötüleyen insanların görüşlerine pek itibar etmem. Kişinin öz eleştiri yapmasını, başkasına çuvaldızı batırmadan önce kendisine iğne bağırmasını da değerli görürüm.

Ben kendimi böyle anlatıyorum ama ben bunlara ne kadar uyuyorum, değerlendirmek için bir başkasının beni gözlemleyip test etmesi gerekir. Çünkü ben bu görüşlere şu an sahibim ve şu an sakinim. Pekiyi ben kızıp sinirlendiğim zaman ne kadar bu görüşlerime sadık kalabilirim. Çünkü insanoğlu durum ve pozisyona göre aynı anda değişik refleksler gösterebiliyor. Kaçımız bu durumlardan müstağniyiz? Kaçımız sakinken ve kızgınken aynı tavırları gösterebiliyoruz? Ya o işte bir menfaatimiz varsa onu elimizin tersiyle kaçımız itebiliyoruz?

Hayatta her şey ile mücadele edilebilir ama kişinin sahip olduğu ön yargı ile mücadele etmek, onu ikna etmem mümkün değildir, parçalanmaz denen atam parçalandı ama ön yargı kesinlikle yok olmuyor.

Kişi aslında hayata kendi penceresinden bakabilse, vicdanıyla baş başa kalabilse, hayata ve olaylara başkasının değil, kendi gözlüğüyle bakabilse, kim olduğuna bakmadan karşı tarafı dinleyebilse orta yerde ne ön yargı kalır, ne de sorun. Hayata birilerinin penceresinden bakanlar, bir başkasının şakşakçılığını yapanlar hiç kendileri olamaz. Aslında herkes kendisi olabilse mesele kalmayacak. Kendisi olamayanlar hep saldırı ve savunma refleksi ile yaşarlar. Tek sermayeleri budur. Karşı tarafa saldırırken kendi bağlı olduğu grubun aynı hatalarını görmez, biri gösterse de hemen savunma refleksi devreye girer, savunurken de saldırmayı ihmal etmez. Son zamanlarda FETÖ ile ilgili Diyanetin hazırladığı rapor günümüzde yaşayan hangi grupta yok? Üç aşağı beş yukarı hemen hemen hepsinde var. Ama herkes FETÖ’ye saldırıyor, kendine bakmadan.


Haydi algılayamıyorlar veya göbek bağı ile bağlılar, bu yüzden görmek istemiyorlar diyelim. Hayat kendilerinin, buna diyeceğimiz bir şey yok. Bari, farklı kulvarlarda olan insanları eleştirirken onları sapık diye itham etmeseler. Aslında sapıklıkta kendi içinde bulunduğu grup da aratmaz. Bunun için görecek göz, anlayacak kapasite lazım. Ben eleştiri ve tenkide varım. Herkes yanlış gördüğünü yapıcı bir şekilde eleştirebilsin. Çünkü kimse eleştiriden müstağni değildir. Ayrıca tartışmalardan hakikatler ortaya çıkar, yeter ki istensin. Zira "Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar." 26/08/2017