9 Ağustos 2017 Çarşamba

Okuyacağımız liseye bakış açımız*

TEOG yerleştirme sonuçları açıklandı. Hedeflediği okulu tutturan öğrenci ve velisi sevinirken menziline varamayanlarda ise üzüntü hakim. Yerleştirme yapıldı yapılmasına ama bundan sonra istediği okulu kazanan veya kazanamayanların çoğu üç nakil döneminde yeniden bir üst okula yerleşmek için başvuruda bulunacak. Kimi umutla bu süreci takip ederken kimi de umutsuz vaka olarak ya çıkarsa diyecek.

Okul okuldur, başarı da başarı. Hangi okul olursa olsun öğrencilerimizi tebrik eder, başarılarının devamını dilerim. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, hiçbir okul başarılı değildir, zira her okul sıra, masa, tahta ve dört duvardan ibarettir. Bu yüzden hiçbir okul kendi başına itibarlı ve makbul değildir. Okulu okul yapan, okula değer katan  içindekilerdir. Öğrenci, öğretmen, yönetim, mahalle, veli vb her bir paydaş okullara bir değer katar. Bunların içinde okula en fazla değer katan öğrencidir. Yeter ki öğrenci okulun iç ve dış paydaşları tarafından güdülenebilsin, motive edilebilsin, paydaşlar birbirine başarıya susamış bir şekilde bakabilsin ve güvenebilsin. Öğrenci kendisine inanacak, veli de çocuğuna. Okul iyi bir rehberlik yapacak, eğitim ve öğretimi ciddiye alacak. Okulla ilgili olanlar oradaki çocuğu kendisinin çocuğu bilecektir, veli de orada çalışanı kendi oğlu-kızı. Böyle bir okulda kısa, orta ve uzun vadede kolektif başarı gelir, başarı da asla tesadüf olmaz.

Veli, “Çocuğum iyi bir okul kazanamadı,” derse; çocuk, “Kazandığım bu okul iyi değil” derse; öğretmen, “Zaten bize çıtası yüksek öğrenci gelmez, bu çocukların dışarıdan takviyeye ihtiyacı var,” derse; müdür, “Bizim öğretmenlerimiz seçme değil, toplama, veliler bilinçsiz” derse; mahalleli, “mahallemizin okulu iyi değil, çocuğumu servisle isim yapmış falan okula vereyim” derse; milli eğitim yetkilileri, “Bizim devlet okullarından bir cacık olmaz, zira 657 gibi bir Kanunumuz var,” derse; Bakanlık, öğretmenlerini bir yük ve problem olarak görürse kimse kusura bakmasın bu kadar olumsuz bakış açısından asla olumlu bir sonuç ortaya çıkmaz. Bugün okulun taban puan yüzdesi düşük olan okullara iç ve dış paydaşların bakış açısı bu şekilde maalesef. Kimi diliyle söylüyor bunu, kimi hal ve hareketleriyle, kimi de duruşuyla. Kimse durumu içine atıp bir şey söylemese bile 14 Ağustos ile 8 Eylül arası yapılacak olan üç nakil başvurusu  bir hoşnutsuzluğu ifade etmektedir. Ya çıkarsa deyip çoğumuz bir üst okula nakil başvurusunda bulunacağız. Bu durum bile daha ergenlik dönemini yaşamakta olan çocuklarımızın üzerinde olumsuz bir etki yapacaktır. “Ben iyi bir okul kazanamadım, bak! Babam, benim için uğraşıyor, demek ki bu kazandığım okul iyi değildir” diyecek ve bu, çocuğun bilinçaltına yerleşecektir. Çocuğumuz küçük olmasına küçük ama bunu anlayacak kadar da zekidir.

Farz edelim ki, çocuğumuz nakiller sonucunda istediğimiz okula yerleşemedi ve düşük profilli olarak gördüğümüz ilk yerleştiği okulda kaldı. Sonuç, çocuğumuz o beğenmediğimiz okulda eğitim ve öğretimine devam edecektir. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu çocuktan başarı gelir mi? Hayır gelir mi? Gelecek vaat eder mi? Hiç kendimizi kandırmayalım. Asla gelmez. Zira biz büyükler, çocukların umutlarını bitiriyoruz daha okul açılmadan. Bir defa bu çocuğun kendine güveni kalmaz. Zira “Bu okul iyi değilse, ben de bu okulda okuyacağıma göre benden bir cacık olmaz,” diyecektir. İstemeyerek ölümüne okula gidecektir. Asla başaracağına inanmayacaktır.

Gelin okullarımıza ve çocuklarımıza kötülük yapmayalım, zira kendimizde, çocuğumuzda oluşturduğumuz doğru-yanlış bu algıyla böyle okullarda kolektif başarı gelmez. Herkes kazandığı okula razı olmalıdır. O okuldan bir şey almaktan ziyade o okula bir şey vermek hedefimiz olmalıdır. Zira okula değer katan, okulu okul yapan içindeki o küçük dimağlardır. Okulun iç ve dış paydaşlarıyla her birimiz önce çocuklarımıza, “Düzenli, tertipli çalışırsan, kendini okula verirsen ve  ben bu işi yapacağım diyorsan mutlaka başarırsın” diye moral verdikten sonra “Ya Allah, ya bismillah” deyip işe başlamak lazımdır. Hangi okul olursa olsun gerçek başarıyı yakalayanlar kendilerine inananlardır. Üzülmeyin, en iyi okul kazandığınız okuldur.

Liseli olmadan veya herhangi bir şeyi yapmadan önce hepimiz aşağıdaki yazıyı okuyalım:
“Yenildiğinizi düşünüyorsanız, yenilmişsiniz;
Cesur olmadığınızı düşünüyorsanız, korkaksınız.
Kazanmak istiyor fakat kazanamayacağınızı düşünüyorsanız, kesinlikle kazanamazsınız.
Kaybedeceğinizi düşünüyorsanız, çoktan kaybetmişsiniz.
Dışarıdaki dünyaya çıktığınızda anlayacaksınız ki…
Başarı istediğiniz takdirde gelir.
Her şey insanın kafasında biter.
Alt edildiğinizi düşünüyorsanız, alt edilmişsinizdir;
Yükselmek için yüksek düşünmelisiniz.
Bir ödülü kazanmadan önce kendinizden emin olmalısınız.
Yaşam savaşını kazanan her zaman, en güçlü ya da en hızlı olan değildir;
Er ya da geç kazanan kişi, kazanacağını düşünendir.” (Arnold Palmer)
09/08/2017

* 14/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


“Düşene bir tekme de sen vuracaksın” devrindeyiz anlaşılan

Günlük hayatın akışı  içerisinde  değişik kişilerle münasebetimiz  olur. Görüştüğümüz kişilerle çoğu zaman ya iş tutar, ya siyasete atılır, ya bir STK'da sırt sırta verir, hizmet ederiz. Çünkü aynı yola başvurmuşuzdur. Bu fikirdaşlık  çoğu zaman dostluk kapısını aralar. Beraber ağlar, beraber gülersiniz. Birlikte taşın altına elinizi koyar, risk alırsınız. İyi günde, kötü günde sırt sırta verir, problemlerin üstesinden gelmeye  çalışırsınız. Birlikte çalışmanıza dostlar  gıpta  ile bakarken rakip veya düşmanlar takoz koymaya, aranızı açmaya çalışır. Biriniz hata veya yanlış yaptığı zaman vurmaya başlarlar.

Birlikte  iş tuttuğunuzun tökezlemesini fırsat bilenler surda bir gedik açmak için her yolu mubah görürken aynı yola başvuranlardan beklenen çalışma arkadaşlarını yem etmemektir. En azından korunup kollanılması gerekir. Dışarıya karşı savunulurken içeride hatanın telafi edilmesi yoluna gidilirdi yakın zamana kadar. Herkes, hatta rakipleri bile takdir ederdi bu durumu.

Son yıllarda ne olduysa hata yapan, yanlış anlaşılan yoldaşlara sahip çıkılmaz oldu. Başkasından fazla biz eleştirmeye başlıyoruz şimdi. Üstelik bunu alenen meydanlarda yapıyoruz.  Söze başlarken "Kim ne derse desin..." şeklinde giriyoruz söze. Koruma ve savunmadan geçtik, herkesle beraber biz de vuruyoruz. Bu, yeni bir bakış açısı anlaşılan: "Kendine dikkat et, hata ve yanlış yaparsan tökezlediğin yerde kalır, milletin gözünden düştüğün  gibi bizim de gönlümüzden düşer, sana sahip çıkmadığımız gibi yollarımızı da ayırır, biz yolumuza, sen yoluna gidersin," demektir bu. Bunun Türkçesi, "Yola çıktıklarımızı yolda bulduklarımızla değiştirmektir."

Son yıllarda sık sık başvurulan bu yöntem, sağlıklı  bir bakış  açısı  olmadığı gibi, iyi bir yol ve yöntem de değildir. Adam ekme ve adam eksiltme rakip ve düşmanları sevindirirken elinden tutmadığımız dost da için için kendini yer, bitirir. Yalnız kaldım diye dertlenir, gönül koyar, incinir. İncinen kişinin sonradan gönlünü alsan da, iyi bir makama getirsen de asla kalbini tamir edemezsin. Zira kırılmıştır. Zira düştüğü zaman yanında dostlarını görmek ister. Bir defa onu rakiplerinin attığı  taş değil; dostlarının, dost bildiklerinin  attığı gül yaralamıştır. Biz böyle  içimizden her sendeleyene “Düşene bir tekme de sen vuracaksın” diyerek yolumuza devam edersek kalabalıklar içerisinde yalnızlığa mahkum oluruz. Unutmayalım ki hiç hata yapmayan hiç iş yapmayandır.

Bir davanın, bir fikrin kökleşmesi, büyümesi, zirveye oynaması, zirvede kalmaya devam etmesi; beraber çıkılan, beraber yürünen dostların yanında olmasıyla kaimdir. Bilelim ki “Hatasız dost arayan dostsuz kalır.” İçindeki bu eksikliği kalabalıklarla gidermeye çalışır. Bu yüzden kolay kolay yalnız kalamazlar. Zira yalnız kalsa vicdanı ile baş başa kalıp vicdanı onu sorgulayacaktır.

Neresi olursa olsun kamu adına iş görenlerin yazdıklarına, konuştuklarına dikkat etmesinde fayda vardır. Beraber iş tuttuğu dostlarına veya camiasına leke getirecek hal ve hareketlerden kaçınmalıdır. Çünkü günümüz öküzün altında buzağı arayanların devridir. Aynı yola baş koyan kişi ihanet etmediği, kötü niyetli olmadığı müddetçe söylediğine veya yazdığına katılmasak da onu kırıp dökmeden usulüne uygun bir şekilde ifade ettikten sonra yola çıktıklarımızı savunmaktır. Vefa da budur. 09/08/2017

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Bir rehberime sahip çıkamadım!..

Değerli dostlar! Size sizin için mutlu bir haberim var. Telefonumdaki yankılanmayı çözmek için servisin tavsiyesi üzerine bilgisayarıma telefonumun yedeğini aldıktan sonra fabrika ayarlarına döndüm. Ardından yedeklemeyi geri yükleyeyim diye bilgisayarın başına oturdum. Gördüğüm kadarıyla rehber yok orta yerde.

Anlayacağınız rehberini kaybedenlerin kervanına ben de katıldım. Demek ki bu iş, “Nasıl kaybederler” demeye gelmiyormuş. Bazı fanilerin başına gelen benim de başıma geldi. Bu vesileyle bende bir üzüntü meydana gelirken sizde bir mutluluk hakim olmalı. Böylece telefonla rahatsız edilmekten kurtuldunuz. Aslında en garantili iş, herhangi bir yere yüklemeye güvenmekten ziyade bir akrabamın yaptığı gibi ‘Telefondaki numaraların hepsini önce bir ajandaya kaydedip ardından telefonu sıfırladıktan sonra yeniden ajandadan tek tek yazmakmış.’ Bu da benim kulağıma küpe olsun.

Şimdi sizden istediğim, numaranızı bana vermek istiyorsanız: (ki tavsiye etmem)

·         Numaram sizde kayıtlı ise telefonuma mesaj veya whatsapp yoluyla adınızı ve soyadınızı yazarak boş da olsa bir mesaj göndermek.
·         Bu paylaşımı görünce umarım ‘beğen’ butonuna basarak beğenme yoluna gitmezsiniz. (Oh olsun şeklinde anlarım.)
·         ‘Muhteşem’ butonuna basarsanız “Bu vesileyle zıt-pırt aramasından kurtulduk” şeklinde anlarım.
·         Hahaha’ kısmını işaretlerseniz benim başıma gelene gülüyor, derim. Hiç tavsiye etmem, “Gülme komşuna gelir başına!”
·         İnanılmaz’ butonuna basarsanız, abartılacak bir şey yok, herkesin başına gelir.
·         Üzgün’ olduğunu göstermeye kalkma! Şunun şurasında ölüm yok. Bir rehberi kaybettim, o kadar…
·         ‘Kızgın’ olduğunu gösterme!. Yüksek makamlarda gözü var, daha rehberine sahip çıkamıyor, şeklinde anlarım.
·         Yorum yazmana gerek yok. “Beter olsun!” şeklinde anlarım. Hele “Google Drive yükleseydin, Gmail’e yedekleseydin vb yol gösterme ne olur. Bu şu anda nasihate, tavsiyeye, yol göstermeye değil, eşekten düşene ihtiyacım var.

Durum bundan ibaret. Yapacağın belli. Düğün-bayram vb vesileyle görüşürüm diyorsan numaranı lütfen gönder. Yok benim için bu fırsat bir fırsattır, kurtuldum diye düşünürsen bil ki aynısını ben de düşünürüm. Hiç olmazsa telefonumdaki adını-sanını unuttuğum, kim olduğunu bilmediğim kişiler temizlenmiş olacak.

Şunun şurasında rehberini kaybetmişsin, yazıyı bu kadar uzatacak ne vardı derseniz biliniz ki ben sizin gibi kelamı kibar değilim. Uzatmak benim işim. Ayrıca, bir karşılaştığımızda “Niye aramıyorsun” dersen mazeretimi bilesin, isterim.

Numaranızı göndermezseniz olur ya bir gün düşer şaşar beni arama yoluna giderseniz sizi “Kimsin” şeklinde karşılayacağım. 

Hiçbir butona basmam, yorum da yazmam, numarayı da göndermem, sizi yok kabul ederim diyorsanız, işte en acısı da budur, bilesiniz.

Tüm bu yazdıklarım sosyal medyaya girip çıkan, göz atanlara. Ya bu aleme girmeyenlere ne diyeyim. Ben onlara nasıl ulaşacağım? Burası muamma şimdi? 07/08/2017