Ana içeriğe atla

Okuyacağımız liseye bakış açımız*

TEOG yerleştirme sonuçları açıklandı. Hedeflediği okulu tutturan öğrenci ve velisi sevinirken menziline varamayanlarda ise üzüntü hakim. Yerleştirme yapıldı yapılmasına ama bundan sonra istediği okulu kazanan veya kazanamayanların çoğu üç nakil döneminde yeniden bir üst okula yerleşmek için başvuruda bulunacak. Kimi umutla bu süreci takip ederken kimi de umutsuz vaka olarak ya çıkarsa diyecek.

Okul okuldur, başarı da başarı. Hangi okul olursa olsun öğrencilerimizi tebrik eder, başarılarının devamını dilerim. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, hiçbir okul başarılı değildir, zira her okul sıra, masa, tahta ve dört duvardan ibarettir. Bu yüzden hiçbir okul kendi başına itibarlı ve makbul değildir. Okulu okul yapan, okula değer katan  içindekilerdir. Öğrenci, öğretmen, yönetim, mahalle, veli vb her bir paydaş okullara bir değer katar. Bunların içinde okula en fazla değer katan öğrencidir. Yeter ki öğrenci okulun iç ve dış paydaşları tarafından güdülenebilsin, motive edilebilsin, paydaşlar birbirine başarıya susamış bir şekilde bakabilsin ve güvenebilsin. Öğrenci kendisine inanacak, veli de çocuğuna. Okul iyi bir rehberlik yapacak, eğitim ve öğretimi ciddiye alacak. Okulla ilgili olanlar oradaki çocuğu kendisinin çocuğu bilecektir, veli de orada çalışanı kendi oğlu-kızı. Böyle bir okulda kısa, orta ve uzun vadede kolektif başarı gelir, başarı da asla tesadüf olmaz.

Veli, “Çocuğum iyi bir okul kazanamadı,” derse; çocuk, “Kazandığım bu okul iyi değil” derse; öğretmen, “Zaten bize çıtası yüksek öğrenci gelmez, bu çocukların dışarıdan takviyeye ihtiyacı var,” derse; müdür, “Bizim öğretmenlerimiz seçme değil, toplama, veliler bilinçsiz” derse; mahalleli, “mahallemizin okulu iyi değil, çocuğumu servisle isim yapmış falan okula vereyim” derse; milli eğitim yetkilileri, “Bizim devlet okullarından bir cacık olmaz, zira 657 gibi bir Kanunumuz var,” derse; Bakanlık, öğretmenlerini bir yük ve problem olarak görürse kimse kusura bakmasın bu kadar olumsuz bakış açısından asla olumlu bir sonuç ortaya çıkmaz. Bugün okulun taban puan yüzdesi düşük olan okullara iç ve dış paydaşların bakış açısı bu şekilde maalesef. Kimi diliyle söylüyor bunu, kimi hal ve hareketleriyle, kimi de duruşuyla. Kimse durumu içine atıp bir şey söylemese bile 14 Ağustos ile 8 Eylül arası yapılacak olan üç nakil başvurusu  bir hoşnutsuzluğu ifade etmektedir. Ya çıkarsa deyip çoğumuz bir üst okula nakil başvurusunda bulunacağız. Bu durum bile daha ergenlik dönemini yaşamakta olan çocuklarımızın üzerinde olumsuz bir etki yapacaktır. “Ben iyi bir okul kazanamadım, bak! Babam, benim için uğraşıyor, demek ki bu kazandığım okul iyi değildir” diyecek ve bu, çocuğun bilinçaltına yerleşecektir. Çocuğumuz küçük olmasına küçük ama bunu anlayacak kadar da zekidir.

Farz edelim ki, çocuğumuz nakiller sonucunda istediğimiz okula yerleşemedi ve düşük profilli olarak gördüğümüz ilk yerleştiği okulda kaldı. Sonuç, çocuğumuz o beğenmediğimiz okulda eğitim ve öğretimine devam edecektir. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu çocuktan başarı gelir mi? Hayır gelir mi? Gelecek vaat eder mi? Hiç kendimizi kandırmayalım. Asla gelmez. Zira biz büyükler, çocukların umutlarını bitiriyoruz daha okul açılmadan. Bir defa bu çocuğun kendine güveni kalmaz. Zira “Bu okul iyi değilse, ben de bu okulda okuyacağıma göre benden bir cacık olmaz,” diyecektir. İstemeyerek ölümüne okula gidecektir. Asla başaracağına inanmayacaktır.

Gelin okullarımıza ve çocuklarımıza kötülük yapmayalım, zira kendimizde, çocuğumuzda oluşturduğumuz doğru-yanlış bu algıyla böyle okullarda kolektif başarı gelmez. Herkes kazandığı okula razı olmalıdır. O okuldan bir şey almaktan ziyade o okula bir şey vermek hedefimiz olmalıdır. Zira okula değer katan, okulu okul yapan içindeki o küçük dimağlardır. Okulun iç ve dış paydaşlarıyla her birimiz önce çocuklarımıza, “Düzenli, tertipli çalışırsan, kendini okula verirsen ve  ben bu işi yapacağım diyorsan mutlaka başarırsın” diye moral verdikten sonra “Ya Allah, ya bismillah” deyip işe başlamak lazımdır. Hangi okul olursa olsun gerçek başarıyı yakalayanlar kendilerine inananlardır. Üzülmeyin, en iyi okul kazandığınız okuldur.

Liseli olmadan veya herhangi bir şeyi yapmadan önce hepimiz aşağıdaki yazıyı okuyalım:
“Yenildiğinizi düşünüyorsanız, yenilmişsiniz;
Cesur olmadığınızı düşünüyorsanız, korkaksınız.
Kazanmak istiyor fakat kazanamayacağınızı düşünüyorsanız, kesinlikle kazanamazsınız.
Kaybedeceğinizi düşünüyorsanız, çoktan kaybetmişsiniz.
Dışarıdaki dünyaya çıktığınızda anlayacaksınız ki…
Başarı istediğiniz takdirde gelir.
Her şey insanın kafasında biter.
Alt edildiğinizi düşünüyorsanız, alt edilmişsinizdir;
Yükselmek için yüksek düşünmelisiniz.
Bir ödülü kazanmadan önce kendinizden emin olmalısınız.
Yaşam savaşını kazanan her zaman, en güçlü ya da en hızlı olan değildir;
Er ya da geç kazanan kişi, kazanacağını düşünendir.” (Arnold Palmer)
09/08/2017

* 14/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde