Ana içeriğe atla

"Ölen 250 kişinin katili devlettir" **

İnsanoğlu dilinin altında gizlidir, konuştuğu zaman kendini ele verir. Yeter ki konuşsun, konuşmasına izin verilsin. Yumurtlar da yumurtlar. Ama yumurta yenir mi/yenmez mi tartışılır. Kendisini bir şey sananların yumurtladığı bazen kendisini vezir yapsa da çoğu zaman rezil eder. Bu işi siyaseten yapıyorsa 'Olmaz da neyse' dersin. Ya bunu söyleyen söylediğine inanarak söylüyorsa işte vahim olan da budur. İşin garibi bu hastalığın adı da yoktur, tedavisi de. Kişi doktor da olsa kendisini tedavi edemez. Hani “Terzi kendi söküğünü dikemez” deriz ya, işte öyle bir şey bu.

Bu girizgâhtan sonra sadede gelmek için tarihe bir yolculuk yapalım. Buhari ve Müslim’de rivayet edilen bir hadisi şerife göre mealen, “Ammar bin Yasir, bıyığı yeni terlemiş bir genç iken Hz Muhammed, "Ammar'ı ileride isyancı bir güruh öldürecektir," der. Gel zaman git zaman Sıffın Savaşında Hz Ali ile Muaviye karşı karşıya gelir. Savaş öncesi iki ordu savaşa başlamadan önce bazı sahabiler, Ammar'ı Hz Ali'nin safında görünce Muaviye tarafının isyancı güruh olduğunu anlayarak savaş alanını terk ederler. Nihayet olması istenmeyen bu savaş oluk oluk Müslüman kanının akmasına  sebebiyet verir. Bu savaşta Hz  Ali'nin yanında savaşa  giren Ammar şehit düşer. Savaş biter. Taraflar büyük zayiatlar vererek geri çekilir. 

Muaviye'nin safında savaşa giren Abdullah bin As, savaş  bitimi babası Amr bin As’ın yanına gider. Orada Muaviye de vardır. Abdullah babasına, ‘babacığım, Peygamber, Ammar’ı isyancı bir güruh öldürecek’ demişti. ‘Ammar, Ali’nin safında idi ve öldürüldü. Bu durumda biz isyancı bir güruh olmuyor muyuz?’ diye sorunca babası Amr, ‘Oğlum! Onu esas öldürenler, onu savaş meydanına getirenlerdir’ cevabı verir.”

Bu olayın bir kısmı Sahihayn’de, bir kısmı da siyer kitaplarında anlatılır. Olayın iç yüzünü Allah bilir. Yine biliriz ki, “Ammar’ı öldürenler, onu savaş meydanına getirenlerdir” diyen Amr bin As, çok zeki bir komutandır. Amr bu sözü söylemişse bu söz size hiç tanıdık geliyor mu? Eğer biraz gündemi takip ettiyseniz bu cevap günümüzde 15 Temmuz’da şehit olan 250 kişiyle ilgili bir vekilin, "O ölen 250 vatandaşımızın katili devlettir. Bunu açık açık bir vekil olarak söylüyorum." sözü arasında çok rahat bir bağ kurabilirsiniz. Tıpatıp aynısı. Tercümesi, “250 kişinin katili, onları meydanlara çağırandır” da anlaşılabilir.

İlmin zirvesine varmış vekilin cevabı bana Amr bin As’ın sözünü hatırlattı. Demek ki asırlar geçse de, nesiller değişse de insanın yapısı değişmiyor. İnsan aynı insan. Tiyniyeti de aynı. Ne fazlalığı vardır, ne de eksikliği. Hele mazeret üretmede, kılıf bulmada, suç isnat etmede üstüne yoktur. Laf cambazıdır insanoğlu, özellikle böyleleri. İşin garibi milletin gözünün önünde canlı yayında cereyan eden kanlı darbe teşebbüsünü inkar edip hainleri temize çıkarırcasına devleti suçlamak nasıl bir psikoloji? Nasıl bir kişilik? Nasıl bir ruh hali? Gerçekten vahim bir durum bu.

İşin garibi  ülkenin üzerinden buldozer gibi geçen bir darbeye daha içimizdekileri inandıramamışız. Şehitlerimizi darbeye kalkışanların öldürdüğüne inandıramamışız. Biz nasıl yurt dışındaki insanlara bu ülkede darbe yapıldı diyeceğiz? Adı, sahasında kariyer yapmış ve zirvesine ulaşmış bir ilim adamı olsa da, halkın oylarıyla seçilmiş ve Mecliste bizi temsil eden bir vekil olsa da, Allah kimseye akıl ve izan noksanlığı vermesin, böylelerine basiret ve feraset versin, gözlerindeki perdeleri kaldırmayı, hayata diğer normal insanlar gibi bakabilmeyi nasip etsin. Bu insanlar bu taşıdıkları psikoloji ile gerçekten iyi yaşıyorlar. Ne edersiniz ki lideriyle, vekiliyle biri “darbe kontrollüydü” diyor, diğeri; “iki yüz elli kişiyi devlet öldürdü,” diyor. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.  09/08/2017

** 06/09/2017 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde