Ana içeriğe atla

Bir yerde eksikliğimiz var ama nerede?

İslam dini mükemmel bir dindir. Bazı emir ve yasakları eksik gibi görünse de bunlar İslam'ın eksikliğinden ziyade bizim anlayamadığımızdan ya da anlamak istemediğimizdendir. Mükemmel olduğu için de zaten son din olmuştur. Bu son dinle beraber Allah'ın dini de tamamlanmıştır.

İslam dinine giriş yapanlar karşılarında mükemmel bir din ile karşılaşırlar. İslam ne kadar mükemmelse de ona inanan Müslümanların çoğu mükemmel değil maalesef. Normal şartlarda kendisi mükemmel olan bir şeye tabi olan da mükemmel olmalı değil midir? Değiliz maalesef. Bir tezatlık var. İslam'ı gönüllere ve zihinlere kazıyacak iyi bir rehber ve kılavuz değiliz. İslam'ın kendisini bizi menzile götürecek iyi ve mükemmel bir araca/ata benzetirsek bu aracı kullanan sürücülerde iş yok demektir. Zira at sahibine göre kişner. İyi bir şoför, iyi bir kaptan değiliz maalesef. Kötü kullanıcının elinde kıymetli bir değer yerlerde sürünüyor denir ya, teşbihte hata olmasın, işte öyle bir şey.

İslam, tüm umdeleriyle birlikte ele alınarak yaşandığı takdirde bir değer ifade eder. Bir kısmını önemli görür, yapar ve yaşar, bir kısmını da görmezden gelip kulak ardı edersek veya biz İslam'a değil de İslam'ı kendimize benzetmeye çalışırsak sanırım bu yaşadığımız İslam bizi yükseltip yücelteceği yerde yerlerde süründürür. Ki olan da budur. Müslümanların ve İslam dünyasının hali pürmelali ortada. Bir araç tüm aksesuarıyla birlikte bir mükemmellik ifade eder. Araçtaki bir eksiklikle yola çıkmak bizi yarı yolda bırakabilir. Zira araçtaki her şeyin yeri ve zamanı geldiğinde önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Biz İslam dininin emir ve yasaklarının bazılarını ön plana çıkarıyor, bazılarını "olmasa da olur, yapsak iyi olur ama yapamıyoruz" diyerek geri plana itiyoruz. Seçe seçe İslam'ı sürekli yapıla gelen birkaç ibadete indirgiyoruz. Baştan söyleyeyim vereceğim örnekler İslam'ın temel umdeleridir. Asla küçümsenmeyi gerektirmez. Zaten niyetim de bu değil, ki haddim de değil. Mesela bugün sadece namaz ve oruca indirgedik İslam'ı. Varsa namaz, yoksa namaz. Kişileri değerlendirirken ve araştırırken bile namazı bir ölçü olarak ele alıyoruz, "namazında, niyazında" diyerek. O kadar namazdan konuşuyoruz ki gören, "İslam sadece namazdan ibaret" sanır. Bunu da düzgün bir şekilde yapamıyoruz maalesef. Zira o kadar camimiz sadece Cuma ve bayram namazlarında doluyor. Yıllık orucumuzu tutuyor, durumumuz iyi ise hacca gidip geliyor, ara ara umreye gidiyor, cimrilik sınırı olan zekatımızı da veriyoruz. Başka ne var yaptığımız? Bir defa kıldığımız namaz ve oruç nefsimizi terbiye etmek, hayatımıza dinamizm katmak, kötülüklerden uzaklaştırmak gibi ibadetlerdir. Hac ve zekat sosyal yönünü gösterir. Diğer geriye kalan umdelerin de  konuşarak muhabbetini yapıyoruz.

İslam çalışmayı, üretmeyi, insana ve insanlığa hizmeti emreder; biz üretme yerine hep tüketiyoruz. İslam, ahlakı olmazsa olmaz kabul eder; biz meyve vermeyen ağaç gibiyiz. Dedikodu, gıybet, iftiranın alasını yapıyoruz. İslam, temizlik imanın yarısı, der; biz kendimize temiz olmak şartıyla doğayı, çevreyi her yeri kirletiyoruz. İslam saygıyı, hoşgörüyü, zorlamamayı emreder; biz gücü ele geçirdiğimiz zaman yapmadık baskı bırakmıyoruz. Ne yazık ki bizim için bir nimet olan İslam’ın kıymetini bilmiyoruz, elimizdeki hazineyi kullanamıyoruz. Elindeki değeri kullanmayı bilmeyene ne denir? Beceriksiz. Evet ta kendisi…

Hasılı İslam öyle bir din ki her yönüyle yaşandığı takdirde mükemmeldir. Müslümanlar bugünkü hali pürmelalimizi dert ediniyorsa önce Müslüman olma konusunda ona ‘teslim’ olarak samimiyetimizi göstermeliyiz. ‘Ya Rabbi, amenna!” demeliyiz. Kal ehli olmayı bırakıp hal ehli olmalıyız. İslam’ın umdelerinden işimize geleni seçip diğerlerini arka plana atmamalıyız. Bir tarafına ağırlık verip diğerlerini es geçersek günümüzde olduğu gibi bizi yerlerde süründürür.

Nefsimizin Müslüman’ı değil, İslam’ın Müslüman’ı olmamız lazım vesselam! 10/08/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde