28 Temmuz 2017 Cuma

Bu Nasıl ‘Had Bildirme’ Böyle? **

Garibimin üzerine anayasa kitapçığı fırlatıldı, partisinden bir grubun ihanetine uğradı, partisi bölündü, hasta diye hastaneye yatırıldı, ülke onun zamanında en büyük ekonomik krizlerden birini gördü, iflas etmiş ekonomiyi düzeltmesi için dışarıdan ekonomi bakanı ithal etti. Yılmadı hasta haliyle mitinglere katıldı. Türkiye asansörlü seçim otobüsleriyle onun sayesinde tanıştı.

Tüm bunlar yetmediği gibi bir de başbakanlığını yaptığı Cumhuriyet hükümeti zamanında başörtülü biri türbanıyla Meclise girip yemin etmeye kalktı. Acı ve ihanetlerin her türlüsünü görmüş biri olarak devlete bir başkaldırı olan bu durum onu can evinden vurdu. Ama yıkılmadı. Hemen o yaşında, hasta haliyle yerinden fırladığı gibi kendisini kürsüde buldu. Elini masaya vurarak "Burası devlete meydan okunacak yer değildir...Bu kadına haddini bildirin" diyerek rejimin bekçisi olduğunu gösterdi. Ardından adına seçilmiş ve milletin vekili denen atanmış güruh ellerini masalara vurarak, slogan atarak, protesto ederek Meclise ne şekilde ve nasıl geleceğini bilmeyen kadına haddini bildirmişlerdi.

Zamanın sabık başbakanın önderliğinde Cumhuriyet'e, laikliğe, kılık-kıyafet yönetmeliğine, Meclisin geleneklerine, teamüllerine aykırı bir şekilde hareket eden bu provokatöre haddi bildirilerek rejim, Cumhuriyet ve laiklik kurtarılmıştı. Önemli olan da bu idi. Ekonomi çökmüş, kaç tane banka batmış, döviz fırlamış, enflasyon çift haneli olmuş, iflas edenler daktilo fırlatmış, gecelik faizler dudak uçuklatır seviyeye çıkmış, hiç önemi yoktu rejimin bekçileri için.

Sonunda kendilerini rejimin bekçisi kabul edenler kazandı ve rejime başkaldıran kadın Meclisten atıldı, vekilliği düşürüldü ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Kadın, anasından doğduğuna doğacağına ve  vekil olduğuna pişman oldu. Bir daha da vekil olmaya cesaret edemedi.

Durum bu iken duydum ki kadın, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmek üzere Malezya'ya büyükelçi olarak görevlendirilmiş. Hem de başörtülü bir şekilde. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu böyle! 'Had bildirme' böyle mi olur? Buna, adamın kemiklerini sızlatma denir. İyi ki daha önce öldü. Yoksa kalpten giderdi doğrusu. Öbür dünyadan gelme imkanı olsa kalkar gelir, kaldığı yerden tek başına mücadelesini verirdi. Sonra nerede kaldı devletteki süreklilik? Ah Türkiye’m nereye gidiyorsun böyle? Birileri geçmişte kelle koltukta bunun mücadelesini versin, ardından gelenler bu işi bir adım öteye götürüp başörtüsünü kamusal alanın dışında da yasaklayacağı yerde adamlar devlete meydana okuyan birini devleti temsil makamı olan bir makamla ödüllendirsinler.

Adam kime güvensin? Umduğu dağlara karlar yağdı maalesef. Öldükten sonra kendisine şefaatçi olacak olan adam hain çıktı, başı dertte. Ülkeyi bıraktığı adamlar ise düşmanının zihniyetine iadeyi itibar yaptı. Olacak şey değil hani.

Hiç utanmıyorsanız bari adamı mezarında rahat bırakın. 28/07/2017

** 29/07/2017 günü kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.


27 Temmuz 2017 Perşembe

Kurum Kartı

Kurum kartım geldi. Dün verildi elime, cüzdanımın arasına koydum. Ne işe yarar, ne yapılır bilmem. Yine de merak ettim bu cebimdeki altın rengine benzeyen kimliği.

Bu kimlik bana verilir de ben bunu yazı konusu edip paylaşmam mı? Sonra cebimde kim görecek? Çatlarım yoksa!

Kurum kartını aldıktan sonra nasıl alınır, ne şekilde alınır bilmem ama inşallah 'Sarı Basın Kartı'nı da almaya sıra gelir.

Sarı basın kartı 5953 Sayılı Basın İş Kanununa göre veriliyormuş. Bu, bağlı ve sorumlu olduğum 657,1739, 5018 vb Kanunların yanında 5953 Sayılı Kanuna da tabi olacağım demektir, şayet aldığım takdirde. Bir yığın avantajı da varmış. Hem kendim hem de meraklıları için değinmek istiyorum burada. (Parantez içi yazılar kendi değerlendirmem)

BASIN KARTININ AVANTAJLARI NELERDİR? (www.karar.com’dan alıntı)
Basın Kartı sahibi olmak bir hayli zor olsa da, bu hakkın kazanılması ardından bazı avantajlara sahip olabilmektedir. Bu avantajları şu şekilde sıralayabiliriz.
Devlet tarafından tanınmış resmi bir gazeteci olmak. (Suç işlersem -ki kuvvetle muhtemeldir-  “Basın özgürlüğüne darbe vuruldu” diyeceğim savunmamda.)
Devlet protokolü ile ilgili haberleri takip edebilme. (Tam benim işim)
Uluslararası haberleri takip edebilme özgürlüğü. (Öncelikle yol-yordam, dil bilmek lazım
Sürekli basın kartı alabilme hakkı. (Oldu olacak bu da olsun, nasıl olacaksa)
Belediye, köy,özel idare vb kuruluşların ulaşım hizmetlerinden bedelsiz faydalanabilme. (65 yaşını doldurmuş olanlar gibi olacağım, in-bin benim işim.)
Kamuya ait müze, stadyum, galeri ve sergilere bedelsiz girebilme. (Bir bedavacı geldi diyecekler görevliler)
Kanunca veya idarece gizliliği şartı konulmayan toplantılara dahil olabilme hakkı. (Her an bulunduğunuz yerde sizi izlemek için bu kamber gelebilir.)
Resmi törenlerde mesleki kolaylılık sağlayan avantajlara sahip olmak. (Ordu Belediye Başkanı beni festivale almasında göreyim.)
Kartın ibrazı durumunda PTT Genel Müdürlüğü işlemlerinde kolaylık. (Evden taşınırsam eşyayı PTT’ye ihale ederim herhalde)
Kartın ibrazı durumunda TCDD hizmetlerinden indirimli faydalanabilmek. (Hızlı trenlerle yolculuk pek de hoş olur)
Emniyet Genel Müdürlüğü’nce düzenlenecek basın trafik kartına sahip olabilme. Bu trafik kartı vasıtasıyla bazı geçiş üstünlüklerine ve park etme ve duraklama ayrıcalıklarına sahip olmak. (Öncelikle adam gibi park etmeyi öğrenmem lazım.)
Silah ruhsatı alımında sağlanacak kolaylıklardan faydalanmak. (Silah talimi gerek bu iş için)
5510 sayılı kanun gereğince hizmet süresi zammından faydalanmak. ( Zamdan geçtim, tesellisi bile yok)
Hizmet damgalı pasaport uygulamasından faydalanmak. (Zor! Daha bir pasaportum bile yok)
BYEGM’nin son çalışmaları ardından ise bazı özel kuruluşlarda da basın kartı indirimleri hakkı elde edilmiştir. (Bu özel kuruluşlar fiyatı yüksek gösterip indirimle normal satış yapmasın.)
27/07/2017


Müfredat değişikliği üzerine *

Son günlerde yeni müfredat taslağı üzerine  tartışmalar eksik değil. Bu da doğaldır. Çünkü bu kadar birbirine yabancı, birbirini düşman gören, değerlerini bilmeyen insanlarla aynı ülkede yaşıyoruz. Kimi Atatürkçülük konularının azaltıldığını, hatta kaldırıldığını, yerine cihat konusunun girdiğini, kimi müfredatın çok iyi olduğunu, kimi yeterli değil ama müspet değişikliklerin olduğunu ifade etmektedir.

Gördüğüm kadarıyla her kesim kendi çerçevesinden bakıyor değişikliğe. Yani ideolojik yaklaşıyor. Halbuki müfredat gibi önemli değişikliklere pedagojik bakmamızda fayda vardır. Hangi konunun hangi sınıf seviyesinde anlatılmasıyla ilgili tartışmaların olmasını isterdim. Ki az da olsa “Şu konu 7.sınıflara alınmış çocukların seviyelerinin üstünde olur, daha anlayamazlar” şeklinde işin mutfağında olanlar kendi aralarında tartışıyor. Müfredatta birlik sağlanır mı? Mümkün değil. Burada mevzubahis olan Türkiye’dir. Biz aynı kazana atılsak kaynamayan insanlarla aynı havayı teneffüs ediyoruz bu ülkede.

Müfredatta şu konu olmamalı şeklindeki tartışma bir defa yanlış. Niçin müfredatta olmasın. Üzerine tartışmaların yapıldığı konu, cihat konusu. Cihat olmamalı deniyor. Tabii adamların kafasında cihat algısı öyle zannediyorum kelle koparmak anlamına geliyor olmalı ki var gücüyle kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Burada cihat kelimesine takılı kalmaktan ziyade cihadın ne şekilde anlatıldığı, işlendiğiyle ilgili içerik üzerinde bir tartışma yapılsa anlarım.

Dinin umdelerinden olan cihat sonra niçin müfredatta yer almasın. Ön yargısız bir şekilde müfredatı inceleyen kimse başta cihat olmak üzere toplumumuzda tartışma konusu olan her konunun sınıf seviyesine göre okullarımızda yer almalı gerektiğini bilir. Akıl da bunu gerektirir. Cihat konusunu müfredata almayarak yok mu kabul edeceğiz? Ya da yok mu oluyor? Biz ayıptır, günahtır, tartışmalıdır, netamelidir vb niyetlerle okul müfredatlarına almadığımız her konu toplumumuzda konuşuluyor. Okullarda öğretilmeyen bu gibi şeyler ehil veya değil başkalarından özellikle merdiven altında öğretiliyor. Sorarım size hangisi daha tehlikeli? Bir konunun okullarda öğretilmesi mi, yoksa aynı konunun merdiven altında öğretilmesi mi daha tehlikeli?

İşin mutfağında olanlar bilir. Müfredatta olmasa bile öğrenci merak ettiği, öğrenmek istediği (cihat, huri, kıyametin alametleri, cin, peri vb) konuları derste bir yolunu bulup öğretmenine soruyor. Konular müfredatta olmadığı için öğretmen kendi bildiği kadarıyla cevaplandırmaktadır. Halbuki müfredatta yeterince yer verilmiş olsa öğretmen kitabi bilgi vermiş olacaktır. Mesela ‘Ahirete iman’ ünitesinde kıyamet sahnesine yer verilmiş. Burada öğrenci parmağını kaldırarak kıyametin alametlerini sormaya başlıyor. Halbuki müfredatta kıyametin alametleri diye bir bölüm yoktur. Var mı-yok mu tartışmasında değilim. Ama ahirete iman ünitesinde mutlaka kıyametin alametleri vardır; şunlardır, veya yoktur; şundan dolayı gibi açıklamalara yer verilmelidir. Bizim müfredatta yer vermediğimiz kıyametin alametleri konusu halk arasında, yazılı ve görsel medyada veya sosyal medyada uzun uzadıya yer bulabilmektedir. Öğrenci dışarıdan öğrendiği bilgileri teyit veya öğretmenini test için gelip soruyor. Çocuğun dışarıdan öğrendiği bu bilgiyi(algıyı) bu güne kadar değiştirebilen öğretmen yoktur. Varsa da elini öperim. Hatta okullarda,  toplumda yanlış bilinen konuların mutlaka müfredatımıza girmesinde fayda vardır. Öğrenci kimi seçerse seçsin ama mutlaka okulda öğrensin bir bilginin ne olduğunu.

Hayatın içinde var olan bir konunun mutlaka müfredatımızda yeri olmalıdır. Okulları hayattan kopuk yetiştirmemek lazım. Okullarda vermekten esirgediğimiz bilgileri çocuk dışarıdan duyunca doğru kabul etmeye başlıyor. Ondan sonra uğraş uğraşabilirsen. Ama nafile! Müfredatı tartışacaksak adam gibi tartışalım. Sadece karşı çıkmış olmak için konuşmuş-yazmış olmayalım! 27/07/2017

* 29/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.