3 Temmuz 2017 Pazartesi

Amacımız adam kazanmaksa bu gittiğimiz yol, yol değildir

Camilerimizi bilirsiniz. Hocalarımızın bir kısmı vaaz verirken gelenlerin faydasına bir şey söylemekten ziyade -istisnaları var elbet- hep gelmeyenlere kızarlar, hep onlara mesaj verirler. İşin garibi gelmeyen bunları duymaz, gelenler ise bunun bizimle ne alakası var dese de  içten içe  "Ben iyiyim" diyerek hoşuna gider. Bazısı da hızını alamaz, cami cemaatine kızar. Hele bir de cuma ve bayram namazı ise, caminin hınca hınç dolduğunu görünce "Diğer namazlara gelmiyorsunuz" diyerek içeridekilere verir veriştirir. Bu tip vaazların pek faydası olmadığına sanırım hepimiz hem fikiriz. Zaten vaaz verilirken camilerimiz genelde bir elin parmağı kadar bir cemaate hitap eder. 

Sosyal medyadaki, televizyonlardaki, dijital ortamlardaki yazılıp-çizilenleri, mesajları ve konuşmaları da camilerdeki cemaate vaaz vermeye benzetiyorum. Ağzı olan konuşuyor, hele biraz mürekkep yalaşmışsa biri; arkasında da biraz takipçileri, sempatizanları varsa çıktığı kendisine yakın veya kendisinin kanalında mangalda kül bırakmıyor hiç, veriyor veriştiriyor. Alıyor eline çuvaldızı hep başkasına batırıyor. Takipçileri onu izledikçe, onu tasvip ettikçe, alkışladıkça galeyana geliyor, durmadan başkasını eleştiriyor. Keşke eleştiri ile kalsa...Kendisinin takip ettiği yolun en doğru yol olduğunu, başkasının sapıklık içerisinde yüzdüğünü anlatıyor da anlatıyor. Kimi başkasının yaşadığı dine uydurulmuş, kendisinin yaşadığı dine ise indirilmiş din diyor, kimi kendisinin ehli sünnet yolunu takip ettiğini, başkasının ehli bidat olduğunu söylüyor, kimi kendisini reyci, diğerlerini nakilci olarak görüyor, kimi yek diğerini küfürle itham ediyor. Herkes elindeki mühürle başkasını mühürlemekten, damgalamaktan fırsat bulup da kendisini anlatma yoluna gitmiyor. Amaçlarını anlayabilen varsa bir şey söylesin bu konuda. Sanırım bunların amacı arkasından sürüklediği insanları yanında tutmaktır diye düşünüyorum. 

Kim yaparsa yapsın, dini irşat görevi yapan bu kişilerin ne gittiği yol yoldur, ne de takip ettikleri metot nebevi bir yöntemdir. İnsanları kırarak dökerek onları küfürle, sapıklıkla itham ederek hiç kimse bulunduğu yeri terk etmez zaten. Peygamberin hayatında bugün bizim takip ettiğimiz yolun esamesi okunuyor mu gerçekten? Ömrü adam kazanmakla geçmiş bir peygamberin takipçilerine bu saldırgan tutum ve davranış yakışıyor mu? Bugüne kadar birilerine hakaret ederek kim safını değiştirmiş? Bildiğim kadarıyla yok. O zaman neyin peşindeyiz? Amacımız nedir? Amacımızın yeni adam kazanmak olmadığı aşikar değil mi? Televizyon kürsüsüne çıkıp öbürlerine meydan okumanın faydası olur mu hiç? Uzaktan atıştır bunun adı. Eğer gerçekten bir şeyi dert ediniyorsanız adam gibi muhatabınızdan randevu alıp bu meseleyi özelde enine ve boyuna konuşmaktır doğru olan. Medeni cesaret dedikleri, kişinin kendisine güven dedikleri böyle bir şeydir. Bugün  ekranlarda din adına bir şey söyleyenlerin camilerdeki vaaz usulünden hiçbir farkı yok. Siyasiler zaten bu işi yıllar yılı salı grup toplantılarında, miting meydanlarında yapıyorlar. Bugüne kadar bu konuşmalarından dolayı hiçbir siyasi rakibini kazanamamıştır. Siyasileri anlarım, niyetleri seçmenine mesaj vermek, onları yanında tutmak, tarafsız olanları kazanmaktır. Onların kavgası iktidar mücadelesidir. Din adına bir şeyler söyleyenlere ne oluyor ki birbirini cehenneme göndermekten zevk alıyorlar. 

Hasılı, din adına bir şeyler söyleyenler sadece doğru bildiği dini anlatsınlar, birbirlerine çamur atmasınlar. Unutmayalım ki kendimiz doğru yoldaysak başkalarının sapıklığı bize zarar vermez. Bunu hepiniz benden iyi bilirsiniz. Zira bunu ben değil Maide süresi 105.ayet söylüyor: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” Ayeti gördünüz sanırım. Siz doğru yolun  yolcuları! Sadece kendinizi anlatın, bırakın başkasını kendi sapıklığı üzerine. Amacınız onları yola getirmekse bilin ki bu hakaretamiz duruşunuzla bir  Allah’ın kulunu yanınıza çekemezsiniz. Yok amacım, kendi grubumu yanımda tutmak diyorsanız, eğer yolunuz hak yolu ise, yani sizde bir yara yoksa sinek gelip sizin yaranıza konmaz. Yaranız mı var ki bu kadar saldırıyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsanız milletin kafasını bari karıştırmayın, en azından susun be mübarekler!  03/07/2017

Düşman çatlatan aşk sahneleri

Bir tanıdığımız vardı, oturur kalkar hep eşinden; eşinin kendisini ne kadar sevdiğini, kendisine iş yaptırmadığını, mutfağa girdirmediği, eşinin her istediğini aldığını, sözünden çıkmadığını, bir dediğini iki etmediğini, çalışmak istediğini ama kıskandığından dolayı eşinin izin vermediğini, veli toplantısına  gidip çocuğunun öğretmeniyle görüşmesine bile gönlünün razı olmadığını, kendisine kıyamadığını, zira kendini 8 yıl istediğini... anlatır dururdu. Kendisi de giyim-kuşam ve makyajına dikkat eder, vitrinlik gibi apartmanın önünde arzı endam ederdi. Kolay kolay kimseyi beğenmez, kendisine de laf kondurmazdı. Kim bir şey söyleyecek olsa avukat gibi konuşmasıyla ve yüksek ses tonuyla herkesi bastırırdı. Alış veriş hastası ve marka tutkunu bir görüntüsü vardı. Eşi kimseyle pek hasbihal etmese de eşinin kendisi üzerinde titrediğini, eşinin kendisine sırılsıklam aşık olduğunu ve bu yüzden kendisini sekiz yıl beklediğini  bilirdi, hanımının anlatımından dolayı.

Bir gün postacının getirdiği ihbarname ile haberdar olduk. Bizim aşıklar ayrılmaya karar vermişler. Daha doğrusu kocası eşinden ayrılmak için boşanma davası açmış. Ondanmış meğer eskisi gibi dışarıya çıkmamaları, kimseye selam vermemeleri...Hasılı koca evi terk etti, kadın ise boşanmamak için uğraşıp didiniyor...Dillere destan olan aşk ise maalesef bu şekilde sona erdi.  

Tüm bu bildiklerimi eşimden dolayı biliyorum. Yazıyı okumaya başlayan bu adam meslek mi değiştirdi demesin. Niyetim paparazzilik falan değil, böyle şeyleri yapmak istesem de zaten beceremem. Beni bunu yazmaya iten sebep bu günlerde sosyal medyada görmeye başladığım aşk sahneleridir. Alakası var mı bilmiyorum ama sanal alemde evlilerin veya evlenecek olanların paylaştığı resimler nedense bana mahallemdeki birbirine sırılsıklam aşık olduklarını zannettiğim çifti aklıma getirdi. Sanaldan gördüğüm bu paylaşımlar yine bana Leyla ile Mecnun’un, Kerem ile Aslı’nınki de aşk mıymış dedirdir cinsten. El ele tutuşmalar, yanak yanağa gelmeler, göz göze bakışlar, adına şiir yazmalar, alınan hediyelerin paylaşımı, ‘Aşkım seni seviyorum’ sözleri… efendim bunlar söylemekle baş olmaz. Eğer biraz sosyal medyayı takip ediyorsanız mutlaka görürsünüz böyle aşk sahnelerini. Ne kadar samimiler, ne kadar aşıklar birbirine bilmiyorum ama görüntü düşman çatlatır cinsten. Umarım bu görüntüler hem  gerçek olur, hem de evlilikleri her daim sonuna kadar sürer. İnşallah mahallemdeki dillere destan gibi görünen evli çiftin aşkı gibi olmaz bunların sonları. Çünkü evlilikler ailenin temelidir. Mutlu ailelerle mutlu nesiller yetişir, parçalanmış aile çocukları mutsuz mu mutsuz. Allah hiçbir evli çifti ayırmasın, dinin hoş karşılamadığı boşanmayı nasip etmesin, insanlar toplumun çekirdeği olan yuvalarını bozmasın. Umarım aşkları ilanihaye devam eder.

Kimsenin aşkında falan gözüm yok bilesiniz. Ama benim bildiğim aşk özeldir, özelde kalır. Cümle aleme ilanı aşk yapmak hoş bir görüntü değildir. Aşk sosyal medyada, sanal alemde, cümle alemin önünde yaşanmaz. Aşk, bir başkası gördüğü zaman yüzün kızarmasıdır. Aşk özelde yaşanır, evde yaşanır. Aşk hayatı paylaşmaktır, birbirini olduğu gibi kabul etmedir, belli bir süre gönül eğlendirme hiç değildir, samimiyettir. Yelkenleri indirmedir, hayatı toz-pembe olarak görmemektir.

Ne olur gençler! Aşkınız özeliniz olsun, mutlu bir ailenin temelini oluştursun. Üçüncü kişiye çektirerek paylaştığınız fotoğraflar, olduğunuzdan farklı durmanın fotoğraflarıdır. Aşkın fotoğrafı olmaz. Olsa olsa sahte bir duruştur.  Tekrar ediyorum aşkınızı özelinizde yaşayın. Öyle yaşayın ki görüntünüz değil, örnek yaşantınız düşman çatlatsın!.. 03/07/2017

Bizde devlet hep babadır *

Dinimizde, ahlakımızda, örf ve adetlerimizde 'öf bile denmeyecek' kişilerdendir baba. Bir anne gibi bir evin vazgeçilmezlerindendir. İzniniz olursa hepinizin bildiği baba kavramı üzerinde biraz durmak istiyorum.

Bizde baba, anneye göre daha sert mizaçlıdır, çocuklarına karşı sevgisini pek göstermez, sevgisini içine gömer, uzaktan sever, uyurken sever. Başkasının özellikle kendi babasının yanında çocuğunu kucağına almamış ya da alamamıştır, ismiyle çağırmamıştır. Çocuğunun okuması ya da bir meslek sahibi olması için elinden gelen gayreti gösterir. Arada sorun olduğu zaman çocukla baba arasında anne aracıdır, bir köprü gibidir. Çünkü anne babaya göre daha merhametlidir. Çocuk babasına yapamadığı nazlanmayı annesine yapar. Babasının verdiği harçlık yetmezse annesi el altından takviye yapar. Çocuğun babasına açılamadığı bir konu varsa anne devreye girer. Anne, çoğu zaman çocuğunun yaptığı olumsuzluklar varsa kendi başına çözmeye çalışır. Çocuk hala yola gelmiyorsa anne "Bu sefer seni babana söyleyeceğim bak" diye tehdit eder. Çocuk hala oyun ve oynaşta, durumuna çeki düzen vermezse artık bıçak kemiğe dayanır. Anne durumu babasına açar. Bu duruma baba ne kadar kızsa da durumu çözmek, konuyu görüşmek, çocuğuna kızmak ya da cezalandırmak için yemek sonrasını, çocuğu uyuyorsa uyanmasını, evde misafir varsa misafirin gitmesini bekler. Çünkü çocuğunun aç ve susuz kalmasını, misafirin yanında rencide olmasını istemez. Kızsa da, dövse de kendinden bir parçadır. Atsa atılmaz, satsa satılmaz. Çocuğunu yola getirmek için her yolu dener, tehditler savurur, gerekirse harçlığını azaltır, zevk aldığı şeylere sınırlama getirmeye çalışır. Harçlık vermeyeceğim dese de el altından hanımına verir, al şunu çocuğa ver, benim verdiğimden haberi olmasın diye sıkı sıkıya tembih eder. Çünkü ne kadar eleştirse de evladıdır. Ona bakacak, karnını doyuracak. Evlendirmem dese de evlilik çağı gelince tıpış tıpış düğününü yapar. Geri planda duruyor, ilgilenmiyor görünse de bir baba olarak gönüllü veya gönülsüz yapması gerekenleri yapar. Huyu ve suyundan dolayı çocuğunu hep eleştirse de bir başkası çocuğunu eleştirmeye kalkarsa hemen savunmaya geçer. Çünkü kendi canıdır ne de olsa. Yani ne kadar kötü olursa olsun, çocuğu ne kadar ele avuca sığmazsa sığmasın, bundan bir adam olmaz dese de çocuğunun yemesini, içmesini kesmez. Nefret ediyor gibi görünse de içi merhamet doludur. Nihayet çocuğu istediği gibi biri olmasa iyi bir babalık yapamadım, çocuğumu yetiştiremedim diye kendini suçlar.

Anlatmaya çalıştığım baba bizde böyledir. Yine bizim kültürümüzde devlete de baba denmiştir. Nasıl ki bir baba çocuğuna karşı kol kanat geriyorsa devletten de aynı şey beklenmiştir. Bir anne veya baba, çocuğuna bakmamışsa, bakamıyorsa, dışarıya atmışsa, hemen devlet şefkat elini uzatmıştır. Onları Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesine alarak onlara öz evlat muamelesi yapmıştır. Onları okutarak iş-güç sahibi olmasını istemiş ve işe alımlarda onlara öncelik vermiştir.  Yine bu toplumda suçu önlemeye çalışır, suça karışan olursa onları cezalandırmak için cezaevine koyar, orada onlara bakmaya devam eder. Ne kadar cezalandırırsa cezalandırsın asla onun yemesini, içmesini kesmez. Ne de olsa devlettir. Hapiste iken suçluları eğitmeye çalışır, çıktıktan sonra onları topluma kazandırmaya çalışır. Çünkü ne kadar kötü olursa olsun kendi vatandaşıdır. Aç bıraksa aç köpek fırın deler misali yine başına bela olacaktır. Suça karışan biri olursa vatandaşın onu linç etmesini önlemek için güvenlik güçleriyle gerekli tedbiri alır. Hasılı, devlet bizde baba gibidir. Bu yüzden bu ülkenin 40 yılına şu ya da bu şekilde mal olmuş bir Demirel’e millet baba demiştir.

Bu milletin bir baba olarak gördüğü devletten evlatlarına sahip çıkması beklenir, onların suça düşmemesi için gerekli tedbiri almasını, eğer suça karışmışsa “Şeriatın kestiği parmak acımaz” misali suçluya cezasını vermesini ister. Gerçek bir baba nasıl ki evladını yanında tutmak için her yolu deniyorsa, hoşuna gitmiyorsa da “Ne yaparsın, evlat” diyorsa, “Ben evladımı istediğim gibi yetiştiremedim” diye öz eleştiri yapıyorsa tüm bunları yaparken çocuğunun yeme ve içmesini kesmiyorsa, az veya çok onun karnını doyurmaya devam ediyorsa devletten de beklediğimiz çocuklarını açlık-susuzluk ve işsizlikle imtihan etmemesidir. Çünkü atasözümüzü tekrarlayalım: “Aç köpek fırın deler.” Suçlusun, suça karıştın denerek dışarı bırakılanlar devlete daha düşman olabileceği gibi bir başkasının oyuncağı da olup yeni suçlara yeltenebilirler veya itilebilir. İnsanlara toptancı davranmayalım, işlediği suça göre ceza verelim. Gerekirse işini değiştirelim ama ekmeğini kesmeyelim. "Ne halin varsa gör, sen istedin" diyerek kapı dışarı etmek baba olan devlete yakışmaz. 

Allah devletimize zeval vermesin, kem gözlerden sakındırsın. Evlatlarımızı da suça karışmaktan beri eylesin. Birliğimizi, dirliğimize halel gelmesin.

Not: Yazıda baba-çocuk ilişkisinden bahsedilmiştir. Evlat ne kadar büyürse büyüsün; ister baba olsun, babasının gözünde yine çocuktur. 03/07/2017 

* 7/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.