Ana içeriğe atla

Bizde devlet hep babadır *

Dinimizde, ahlakımızda, örf ve adetlerimizde 'öf bile denmeyecek' kişilerdendir baba. Bir anne gibi bir evin vazgeçilmezlerindendir. İzniniz olursa hepinizin bildiği baba kavramı üzerinde biraz durmak istiyorum.

Bizde baba, anneye göre daha sert mizaçlıdır, çocuklarına karşı sevgisini pek göstermez, sevgisini içine gömer, uzaktan sever, uyurken sever. Başkasının özellikle kendi babasının yanında çocuğunu kucağına almamış ya da alamamıştır, ismiyle çağırmamıştır. Çocuğunun okuması ya da bir meslek sahibi olması için elinden gelen gayreti gösterir. Arada sorun olduğu zaman çocukla baba arasında anne aracıdır, bir köprü gibidir. Çünkü anne babaya göre daha merhametlidir. Çocuk babasına yapamadığı nazlanmayı annesine yapar. Babasının verdiği harçlık yetmezse annesi el altından takviye yapar. Çocuğun babasına açılamadığı bir konu varsa anne devreye girer. Anne, çoğu zaman çocuğunun yaptığı olumsuzluklar varsa kendi başına çözmeye çalışır. Çocuk hala yola gelmiyorsa anne "Bu sefer seni babana söyleyeceğim bak" diye tehdit eder. Çocuk hala oyun ve oynaşta, durumuna çeki düzen vermezse artık bıçak kemiğe dayanır. Anne durumu babasına açar. Bu duruma baba ne kadar kızsa da durumu çözmek, konuyu görüşmek, çocuğuna kızmak ya da cezalandırmak için yemek sonrasını, çocuğu uyuyorsa uyanmasını, evde misafir varsa misafirin gitmesini bekler. Çünkü çocuğunun aç ve susuz kalmasını, misafirin yanında rencide olmasını istemez. Kızsa da, dövse de kendinden bir parçadır. Atsa atılmaz, satsa satılmaz. Çocuğunu yola getirmek için her yolu dener, tehditler savurur, gerekirse harçlığını azaltır, zevk aldığı şeylere sınırlama getirmeye çalışır. Harçlık vermeyeceğim dese de el altından hanımına verir, al şunu çocuğa ver, benim verdiğimden haberi olmasın diye sıkı sıkıya tembih eder. Çünkü ne kadar eleştirse de evladıdır. Ona bakacak, karnını doyuracak. Evlendirmem dese de evlilik çağı gelince tıpış tıpış düğününü yapar. Geri planda duruyor, ilgilenmiyor görünse de bir baba olarak gönüllü veya gönülsüz yapması gerekenleri yapar. Huyu ve suyundan dolayı çocuğunu hep eleştirse de bir başkası çocuğunu eleştirmeye kalkarsa hemen savunmaya geçer. Çünkü kendi canıdır ne de olsa. Yani ne kadar kötü olursa olsun, çocuğu ne kadar ele avuca sığmazsa sığmasın, bundan bir adam olmaz dese de çocuğunun yemesini, içmesini kesmez. Nefret ediyor gibi görünse de içi merhamet doludur. Nihayet çocuğu istediği gibi biri olmasa iyi bir babalık yapamadım, çocuğumu yetiştiremedim diye kendini suçlar.

Anlatmaya çalıştığım baba bizde böyledir. Yine bizim kültürümüzde devlete de baba denmiştir. Nasıl ki bir baba çocuğuna karşı kol kanat geriyorsa devletten de aynı şey beklenmiştir. Bir anne veya baba, çocuğuna bakmamışsa, bakamıyorsa, dışarıya atmışsa, hemen devlet şefkat elini uzatmıştır. Onları Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesine alarak onlara öz evlat muamelesi yapmıştır. Onları okutarak iş-güç sahibi olmasını istemiş ve işe alımlarda onlara öncelik vermiştir.  Yine bu toplumda suçu önlemeye çalışır, suça karışan olursa onları cezalandırmak için cezaevine koyar, orada onlara bakmaya devam eder. Ne kadar cezalandırırsa cezalandırsın asla onun yemesini, içmesini kesmez. Ne de olsa devlettir. Hapiste iken suçluları eğitmeye çalışır, çıktıktan sonra onları topluma kazandırmaya çalışır. Çünkü ne kadar kötü olursa olsun kendi vatandaşıdır. Aç bıraksa aç köpek fırın deler misali yine başına bela olacaktır. Suça karışan biri olursa vatandaşın onu linç etmesini önlemek için güvenlik güçleriyle gerekli tedbiri alır. Hasılı, devlet bizde baba gibidir. Bu yüzden bu ülkenin 40 yılına şu ya da bu şekilde mal olmuş bir Demirel’e millet baba demiştir.

Bu milletin bir baba olarak gördüğü devletten evlatlarına sahip çıkması beklenir, onların suça düşmemesi için gerekli tedbiri almasını, eğer suça karışmışsa “Şeriatın kestiği parmak acımaz” misali suçluya cezasını vermesini ister. Gerçek bir baba nasıl ki evladını yanında tutmak için her yolu deniyorsa, hoşuna gitmiyorsa da “Ne yaparsın, evlat” diyorsa, “Ben evladımı istediğim gibi yetiştiremedim” diye öz eleştiri yapıyorsa tüm bunları yaparken çocuğunun yeme ve içmesini kesmiyorsa, az veya çok onun karnını doyurmaya devam ediyorsa devletten de beklediğimiz çocuklarını açlık-susuzluk ve işsizlikle imtihan etmemesidir. Çünkü atasözümüzü tekrarlayalım: “Aç köpek fırın deler.” Suçlusun, suça karıştın denerek dışarı bırakılanlar devlete daha düşman olabileceği gibi bir başkasının oyuncağı da olup yeni suçlara yeltenebilirler veya itilebilir. İnsanlara toptancı davranmayalım, işlediği suça göre ceza verelim. Gerekirse işini değiştirelim ama ekmeğini kesmeyelim. "Ne halin varsa gör, sen istedin" diyerek kapı dışarı etmek baba olan devlete yakışmaz. 

Allah devletimize zeval vermesin, kem gözlerden sakındırsın. Evlatlarımızı da suça karışmaktan beri eylesin. Birliğimizi, dirliğimize halel gelmesin.

Not: Yazıda baba-çocuk ilişkisinden bahsedilmiştir. Evlat ne kadar büyürse büyüsün; ister baba olsun, babasının gözünde yine çocuktur. 03/07/2017 

* 7/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde