Ana içeriğe atla

Amacımız adam kazanmaksa bu gittiğimiz yol, yol değildir

Camilerimizi bilirsiniz. Hocalarımızın bir kısmı vaaz verirken gelenlerin faydasına bir şey söylemekten ziyade -istisnaları var elbet- hep gelmeyenlere kızarlar, hep onlara mesaj verirler. İşin garibi gelmeyen bunları duymaz, gelenler ise bunun bizimle ne alakası var dese de  içten içe  "Ben iyiyim" diyerek hoşuna gider. Bazısı da hızını alamaz, cami cemaatine kızar. Hele bir de cuma ve bayram namazı ise, caminin hınca hınç dolduğunu görünce "Diğer namazlara gelmiyorsunuz" diyerek içeridekilere verir veriştirir. Bu tip vaazların pek faydası olmadığına sanırım hepimiz hem fikiriz. Zaten vaaz verilirken camilerimiz genelde bir elin parmağı kadar bir cemaate hitap eder. 

Sosyal medyadaki, televizyonlardaki, dijital ortamlardaki yazılıp-çizilenleri, mesajları ve konuşmaları da camilerdeki cemaate vaaz vermeye benzetiyorum. Ağzı olan konuşuyor, hele biraz mürekkep yalaşmışsa biri; arkasında da biraz takipçileri, sempatizanları varsa çıktığı kendisine yakın veya kendisinin kanalında mangalda kül bırakmıyor hiç, veriyor veriştiriyor. Alıyor eline çuvaldızı hep başkasına batırıyor. Takipçileri onu izledikçe, onu tasvip ettikçe, alkışladıkça galeyana geliyor, durmadan başkasını eleştiriyor. Keşke eleştiri ile kalsa...Kendisinin takip ettiği yolun en doğru yol olduğunu, başkasının sapıklık içerisinde yüzdüğünü anlatıyor da anlatıyor. Kimi başkasının yaşadığı dine uydurulmuş, kendisinin yaşadığı dine ise indirilmiş din diyor, kimi kendisinin ehli sünnet yolunu takip ettiğini, başkasının ehli bidat olduğunu söylüyor, kimi kendisini reyci, diğerlerini nakilci olarak görüyor, kimi yek diğerini küfürle itham ediyor. Herkes elindeki mühürle başkasını mühürlemekten, damgalamaktan fırsat bulup da kendisini anlatma yoluna gitmiyor. Amaçlarını anlayabilen varsa bir şey söylesin bu konuda. Sanırım bunların amacı arkasından sürüklediği insanları yanında tutmaktır diye düşünüyorum. 

Kim yaparsa yapsın, dini irşat görevi yapan bu kişilerin ne gittiği yol yoldur, ne de takip ettikleri metot nebevi bir yöntemdir. İnsanları kırarak dökerek onları küfürle, sapıklıkla itham ederek hiç kimse bulunduğu yeri terk etmez zaten. Peygamberin hayatında bugün bizim takip ettiğimiz yolun esamesi okunuyor mu gerçekten? Ömrü adam kazanmakla geçmiş bir peygamberin takipçilerine bu saldırgan tutum ve davranış yakışıyor mu? Bugüne kadar birilerine hakaret ederek kim safını değiştirmiş? Bildiğim kadarıyla yok. O zaman neyin peşindeyiz? Amacımız nedir? Amacımızın yeni adam kazanmak olmadığı aşikar değil mi? Televizyon kürsüsüne çıkıp öbürlerine meydan okumanın faydası olur mu hiç? Uzaktan atıştır bunun adı. Eğer gerçekten bir şeyi dert ediniyorsanız adam gibi muhatabınızdan randevu alıp bu meseleyi özelde enine ve boyuna konuşmaktır doğru olan. Medeni cesaret dedikleri, kişinin kendisine güven dedikleri böyle bir şeydir. Bugün  ekranlarda din adına bir şey söyleyenlerin camilerdeki vaaz usulünden hiçbir farkı yok. Siyasiler zaten bu işi yıllar yılı salı grup toplantılarında, miting meydanlarında yapıyorlar. Bugüne kadar bu konuşmalarından dolayı hiçbir siyasi rakibini kazanamamıştır. Siyasileri anlarım, niyetleri seçmenine mesaj vermek, onları yanında tutmak, tarafsız olanları kazanmaktır. Onların kavgası iktidar mücadelesidir. Din adına bir şeyler söyleyenlere ne oluyor ki birbirini cehenneme göndermekten zevk alıyorlar. 

Hasılı, din adına bir şeyler söyleyenler sadece doğru bildiği dini anlatsınlar, birbirlerine çamur atmasınlar. Unutmayalım ki kendimiz doğru yoldaysak başkalarının sapıklığı bize zarar vermez. Bunu hepiniz benden iyi bilirsiniz. Zira bunu ben değil Maide süresi 105.ayet söylüyor: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” Ayeti gördünüz sanırım. Siz doğru yolun  yolcuları! Sadece kendinizi anlatın, bırakın başkasını kendi sapıklığı üzerine. Amacınız onları yola getirmekse bilin ki bu hakaretamiz duruşunuzla bir  Allah’ın kulunu yanınıza çekemezsiniz. Yok amacım, kendi grubumu yanımda tutmak diyorsanız, eğer yolunuz hak yolu ise, yani sizde bir yara yoksa sinek gelip sizin yaranıza konmaz. Yaranız mı var ki bu kadar saldırıyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsanız milletin kafasını bari karıştırmayın, en azından susun be mübarekler!  03/07/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde