4 Haziran 2017 Pazar

Kabe'nin örtüsü niçin siyahtır?

Baştan söyleyeyim Kabe'nin örtüsünün niçin siyah olduğunu bilmiyorum. Siyaha boyayanların ve bu konuyu bilen uzmanlarının mutlaka makul bir izahı vardır. Rengin siyah olmasına herhangi bir diyeceğim ve eleştirim yok. Zira güzel de görünüyor siyah olması. Gözümüz de alıştı bu renge. Rengin niçin siyah olduğunu ele almaya çalışacağım izninizle. Yapacağım açıklamanın hiç ilmi bir gerekçesi yok. Indî bir analiz olacaktır. Çok makul da görmeyebilirsiniz. Hatta eleştirebilirsiniz.

Kültürümüzde İslam'ın rengi denince akla hemen yeşil renk gelir. Aslında İslam'da haki renk yeşil değildir, mavidir. Zaten camilerimizde yapılan tezyinata bakılırsa orada çoğunlukla mavi rengi görebiliriz. O halde Kabe'nin örtüsü niçin siyaha boyanmıştır? Acaba günahlarımızı orada döküp geldiğimizden midir? Zira hadiste peygamberimiz, "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir," buyurur. Yine bir başka hadisi şerifte mealen, "Usulüne uygun hac eden kimse anasından doğmuş gibi tertemiz olur," buyrulmaktadır. Acaba hayatının herhangi bir safhasında günaha gark olmuş insanoğlu hac veya umreye gidince bilerek veya bilmeyerek yaptıklarından dolayı Kabe'nin etrafında tövbe edip orada bol bol dua edince kendisi temizlenip kirini orada yani Kabe'de bırakıp da mı geliyor. Bırakılan günahlardan dolayı mı Kabe siyahlaşmaktadır?

Kabe'nin örtüsünü siyaha boyayanlar insanın bu günahkar yönünü düşünerek yapmış olabilirler mi? Beyaza boyasalar nasıl ki beyaz kir götürmez hemen görünürse bundan dolayı beyaz düşünülmemiş olabilir. Mavi ve yeşil renk de açık renk sayılır. Siyah renk ise kir götürür. Bundan dolayı belli olmasın diye siyaha boyanmış olabilir.

Biliyorum bu analizimi garip gördünüz ve bıyık altından gülümsediniz. Dedim ya  benimki sadece bir görüş. İsteyen katılır, isteyen katılmaz. Allah usulüne uygun hac ve umre yapanlardan eylesin. 04/06/2017

Bir teknik direktörün futbolcu olarak sahaya gönderildiğini gördünüz mü hiç?

Futbol seyir zevki veren bir oyundur. Çoğumuz mahalle aralarında oynamışızdır. Son yüzyılda profesyonelleşti iyice. Artık parayla oynanıyor, parayla seyrediliyor. Futbolcuların transfer ücretleri kimileri için bir servet mesabesinde.

Futbola merakı olanlar küçük yaştan itibaren futbol kulüplerinin alt yapılarında başlarlar futbola. Kendisini ispatladıkça lisans almak suretiyle küçük takımdan büyük takımlara doğru transfer olurlar. Transfer olduğu takımla 2+1, 3+1, 4+1 şeklinde sözleşme imzalarlar. Her bir futbolcunun da sahanın içinde oynadığı mevkisi vardır. Kulüpler futbolcu transferi yaparken takımında hangi alana ihtiyaç varsa öncelikli olarak o mevkiye futbolcu alır. Başka mevkide oynaması söz konusu olmaz. Çok az futbolcu birkaç mevkide birden oynayabiliyor. Takımıyla sözleşmesi biten ya yeniden sözleşme imzalar ya da bir başka takıma transfer olur.

Genelde futbolcular 30-35 yaşlarına kadar takımları adına ter dökerler. Takımına bir katma değer veren futbolcu için takımı bir vefa olsun diye onun adına jübile yapar. Jübilesini yapan emektar futbolcular antrenör, teknik direktör olmak için belgelerini de alır. Kimi kulüp çalıştırmaya başlar, kimi boş bekler, kimi televizyonlarda  maç sonrası  futbol kritiği yapar, kimi gazetelerde futbol ile ilgili köşe yazarlığı yapar, kimi de bir başka alanda iş yeri açar, geri kalan ömrünü bu şekilde tamamlar...Teknik direktörlük yapanlar kulüplerle tıpkı futbolcu iken olduğu gibi birkaç yıllık sözleşme yaparlar, takımında başarılı olduğu müddetçe sözleşmesi uzatılır, başarılı olamazsa ya süresi bitince ya da daha önceden sözleşmesi ya tek taraflı ya da karşılıklı feshedilir. 

Futbolu bıraktıktan sonra hangi ister teknik heyet olarak çalışsın, ister kendi iş yerini açmış olsun, çalıştığı alanda ister başarılı ister başarısız olsun asla futbol oynamaya geri dönmez/döndürülmez. Bu durum hem futbolda hem de diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ister  müdür, ister şef, ister müdür yardımcısı olarak çalışsın değişmez. Mesela malmüdürlüğünde göreve başlayan bir memur, yeterince çalıştıktan sonra görevde yükselmeye girer, başarılı olursa şef olarak atanır, o mevkide de belli bir süre çalıştıktan sonra müdür yardımcılığı, ardından müdürlük sınavına girer. Her statüsü değiştikçe görev yeri de değişir. Türkiye'de bunun tek istisnası var: okul müdür ve müdür yardımcılığı. Okullarda görev yapan okul müdürü ve yardımcısı bir bakmışsın tekrar öğretmenliğe döndürülür. Daha öğretmenlikte yeterince çalışmadan bir bakmışsın birileri hemen müdür olur, ya da yardımcı olur.

Teknik heyet olarak görev yapan bir antrenörün yeniden futbolculuğa döndürülmesi asla verim getirmez. Zaten bunun da hiç uygulaması yoktur. Düşünün ki yıllar yılı okullarda yöneticilik yapan birisinin tekrar öğretmenliğe döndürüldüğünü. Bu kimsenin yeterince öğretmenlik yapabilmesi, öğretmenlikte başarılı olabilmesi çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Hangi akla hizmetle bu yapılıyorsa doğru yapılmıyor. Öncelikle bunun kabul edilmesi gerekiyor.

Anlatmak istediğim her kurumun iç işleyişinde bir düzen ve ahenk vardır. Oturmuş gelenekleri vardır. Maalesef okullarda bu konuda yerleşmiş bir düzen yoktur. Bütün işler deneme yanılma yöntemiyle halledilmeye çalışılmaktadır. Aslında okullarda yapılması gereken tıpkı futbolculara uygulanan sistem olmalıdır. Bir öğretmen yeterince çalıştıktan sonra öncelikle müdür yardımcılığı sınavına girer, burada yeterince çalıştıktan sonra okul müdürü olmak için yine açılan sınava girer, okul müdürlüğünde başarılı oldukça görevine devam eder. Buradan şube müdürü veya ilçe milli eğitim müdürü olur, bu şekilde emekliliği hak eder. Yöneticilik görevini üstlenen öğretmen görevini ihmal ederse, görevini savsaklarsa, idarenin direktifi çerçevesinde hareket etmezse nasıl ki futbolcu iyi oynamadığı takdirde ceza alabiliyorsa okulda yöneticilik yapan da ceza alabilmelidir. Ama düşünülmemesi gereken tek şey o kimseyi yeniden öğretmenliğe döndürmek olmamalıdır. Biz yaptık oldu denirse söylenecek bir şey yok. Maalesef okulların durumu ortada. Lütfen okullara idareci atama konusunda değişmez kriterler konmalıdır. Yoksa ceremesini hep okullar çekecek. Harcanan insan kaynağıdır. Mutlaka her insandan azami ölçüde faydalanma yoluna gidilmelidir. Yoksa insan onuru zedelenirse ne kendine hayreder, ne de okullara. Olan küçük dimağlara olur. 04/06/2017

3 Haziran 2017 Cumartesi

Seni kerhaneci seni!

AVM, hastaneler, park ve bahçelerde çocukların oyun isteğini karşılamak için kamu kurum ve kuruluşları, ilgili özel firmalar oyun alanları oluştururlar. Amaç, anne ve baba bir taraftan işini yaparken  yanlarında gelen çocuklarının sıkılmasını önlemek ve onları avutmaktır. Bu kervana Diyanet İşleri Başkanlığı da katıldı. Başlattığı yeni projeyle camilerin çocuksuz kalmamasını hedeflemekte. Bunun için camilerde çocuklar için oyun alanları oluşturmak istiyor. Diyanetin bu projesi Samsun'da altı camide uygulamaya konuldu bile. Böylece aileler çocuklarıyla beraber camiye gelebiliyor, ebeveyn namazını kılarken çocuklar da caminin manevi iklimini teneffüs ederek hem oyun ihtiyacını giderip sıkılmıyor, hem de camiye ısınmış oluyor.

Baştan söyleyeyim, çok güzel bir proje. Yıllardır savunduğum bir fikir. Özellikle çocukların Kur'an öğrenmek için yaz dönemlerinde camiye geldiğinde cami müştemilatında bu şekil oyun yerleri yapılması gerektiğini dillendiriyordum. Niyetim camilerin çocuklarımız için cazibe merkezi haline getirilmesiydi. Diyanet bu uygulamayı sadece yaz dönemleri için değil teravih namazları için yürürlüğe koydu bile. Kimin aklına geldi de böyle bir projeyi sundu bilmiyorum. Her kimin aklı ise başta ona  ve o akla geçit verip uygulamaya koyan Diyanet İşleri Başkanına teşekkürü bir borç bilir ve takdirlerimi sunuyorum. Sayın GÖRMEZ, başkan olarak seçildiğinde yeterince tanımadığım biri idi. Görüntüsü ile klasik din adamı imajı edinmiş, başkan seçilmesinin isabetli olmadığını ifade etmiştim. Başkanlığa seçildiği andan itibaren hakkındaki kanaatimin yanlış olduğunu her geçen gün hissettirdi bana. Kendisiyle gurur duymaya başladım. Ufku geniş bir insan. Ne yapmak istediğini biliyor. Birçok alanda dinin daha iyi anlaşılması için çaba sarf ettiğini gözlemlemekteyim. Sayın BARDAKOĞLU döneminden itibaren başlayan Diyanete olan güven ve itimadım GÖRMEZ ile birlikte  daha da arttı. Allah sayılarını artırsın.

Camilerde uygulanmaya konan oyun alanları, yaptığımız hareketlerle camilerden uzaklaştırdığımız ve camiye soğuk bakan çocukları yeniden camiye kazandırma ve eskinin olumsuz imajını yok etmesi bakımından önemli. Zira geçmişte camiye bir heves gelen çocuklardan olgun yaştaki insanların sergilediği davranışı bekledik hep birlikte. Bunun için gülen çocuğa karıştık, koşan çocuğu durdurduk, durmadan azarladık. Sonucunda da camilerimiz sadece ihtiyarlarımızın ibadet yeri haline geldi. Bunun baş sorumlusu da maalesef çocuk psikolojisini bilmeyen bizleriz. Çocuk sesi duyulmayan camilerde yeniden çocuk sesi duymak ve ileride yeni cemaat kazandırma amaçlı bu projenin geleceğimiz adına olumlu ses getireceğine inanıyorum. Toplumun kahir ekseriyetinin de bu projeye sıcak baktığını düşünüyorum. Bu projenin Peygamber zamanında çok yönlü işlev görev cami anlayışını yeniden dirilteceğine inanıyorum. Zira Peygamber zamanında Mescidi Nebevi sosyal, kültürel vb amaçlı kullanılmıştır. Nedense sonraları camileri sadece namaz vakti açıp kapatılan ibadet yeri olarak görmeye başladık. Yine bize göre camilerde dünya kelamı konuşulmaz, şu yapılmaz, bu yapılmaz diyerek yasak üzerine yasak koyduk. Dini de anlaşılmaz ve yaşanmaz kılan bu koyduğumuz kurallardı zaten. 

Camiye taze cemaat kazandırmayı amaçlayan bu proje toplumda olumlu ses getirirken soyadıyla ünlü bir zatın kendi cemaatine ait bir TV kanalında “Yapılan bu uygulamanın camileri kerhaneye çevireceğini” iddia eden güya eleştirisi toplumda "ne alaka" dedirtti. Teşbihe bak, hizaya gel. Maalesef bu örneklemeyi yapan kişi bir ilahiyatçı ve mensubu olduğu cemaati adına böyle bir konuşma yapıyor. Cami-oyun ve kerhane. Kimin aklına gelirdi böyle bir teşbih. Edebiyatımızda yeri olmayan bu teşbih çeşidi, bundan sonra kötü teşbih olarak yerini alacak. Alakası olmayan bu tip  örneklemeye bizde "Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” denir. Ünlü olmanın yaşı yok. Birden meşhur oldu adam. Öyle soyadına ünlü adı vermekle bir insan ünlü olamıyor. Yıllardır bir türlü kendini gösteremeyen hocamız verdiği örnekle Türkiye gündemine oturdu. Bu açıdan şanslı. Artık herkes onu bundan sonra kerhaneci hoca diye bilecek. İçimden yaşlı insanların küçük çocuklar için söylediği “Seni kerhaneci seni!” deyimi geldi. Yaptığıyla alakalı bir terim değil ama onun alakasına ben de bu şekilde bir tabirle katkıda bulunayım istedim.

Sayın ilahiyatçı, kerhane sözcüğüyle ne alaka dedirtti dedirtmesine. Fakat niçin bir başka kelime değil de kerhane kelimesini seçti. Bilinçli bir seçim mi bu kelime? Yoksa bilinçaltını ele veren gayri ihtiyari bir hezeyanı mı? Bir ilahiyatçı olarak utandım desem abartmış olmam. Bu kişiye ilahiyatçı demekten ziyade mantık yönünden Aristo mantığına sahip biri olarak görmeli ve bu kişiyi yine Freud'un talebesi saymalı. Ama her şeyde bir hayır var demek lazım. Devletten ve sayın GÖRMEZ’den bu vesileyle hayırlı bir proje daha beliyorum. FETÖ kötü örneği  bize gösterdi ki din, bizim yumuşak karnımız. Bize damardan girmek isteyenler hep din kanalından bize şırınga enjekte ediyor. FETÖ’den sokulduk, tedbir alalım derim. Yeni bir cemaat paranoya ve hezeyanı ile karşı karşıya gelmemek için cemaatlere mutlaka bir neşter vurmak gerekiyor. Öyle her önüne gelenin söz söyleyeceği bir alan olmamalı din alanı. Her diplomalı cahile konuşma hakkı verilmemeli, kimin ne konuşacağı mutlaka sorgulanmalı. Bazı cemaatler kendilerine göre bidat ve hurafe içerikli bir din algısı ile halkın karşısına çıkıyor. Bizim milleti kandırmaya ne var! Birkaç ayet, bir iki hadis okudun mu, Allah-peygamber dedin mi peşine binlercesini takarsın. Milletimiz bu konuda çok saf. Kendi yeterince dini bilmese de ağzı Allah-peygamber diyenlerin kendisini aldatmayacağını düşünür. Hele bir de TV kanalın varsa, gazeten varsa yapacağın programın adını da “Huzura Doğru” koyarsan; al sana dört dörtlük bir dini program(!)

Kimsenin bu milletin diniyle alay etmesine, diniyle oynamasına imkan verilmemeli. Sonra ağlamamak için baştan ağlatmak lazım birilerini. Halka doğru din anlatılmalı. Öyle her önüne gelen alternatif bir dinle karşımıza çıkmamalı, bilimsel olmayan alternatif bir takvimle imsak vakti belirleyip zihinleri bulandırmamalı. Devlet merdiven altı din öğretenlere, işkembeyi kübradan atanlara fırsat vermemeli, görevini yapmalı. Unutmayalım ki yeni çıkacak bir cemaatin kalkışması milleti iyice dininden diyanetinden eder. Bu şekilde hep kandırılan millet yarın Allah diyene “Allah deme, Allah’ın adını ağzına alma” noktasına gelebilir. Benden söylemesi… 03/06/2017