23 Mayıs 2017 Salı

Oruca başlamak pazartesi sendromu gibidir *

Yapılan istatistiklere göre bu ülkenin yaklaşık yüzde yetmişi oruç tutuyormuş. Yüzde otuz oruç tutmayan az bir rakam değil. Daha fazla bekliyordum bu ülke insanının oruç tutma oranını. İsteyen tutar, isteyen tutmaz. Herkes kendi azığını hazırlar bu dünyada. Göğsümüzü gere gere "Bu ülke insanının yüzde doksan dokuzu Müslüman" deriz. Gönlüm, mazereti olmadığı halde oruç tutmayanların sayısının azalması. Umarım  oruç tutmayanların kahir ekseriyetinin oruç tutmamada önemli bir mazeretleri vardır. 

Malumunuz 27/05/2017 on bir ayın sultanı ramazanın ilk günü. Baştan söyleyeyim yaz dönemine gelen bu oruçları tutmak  zor mu zor olacak. Zira 16 saatten fazla oruçlu olacağız. Orucun bu zorluğu açlık ve susuzluk değil; psikolojiktir, bir sendromdur. Tıpkı çalışanların, öğrenci ve öğretmenlerin çoğunun  hafta sonu tatilinden sonra pazartesi günü işe veya okula gitmeden önce daha pazar günden başlayan pazartesi sendromu gibi. Bu tipler tatil rehavetinden sonra iş ve okula gitme sıkıntısı çekmektedir. Bu sıkıntı da beyinde başlayıp beyinde biten bir şeydir, rahata alışan vücudun hizaya gelmek istemeyişidir. Pazartesi günü gelip iş veya okula gidildiğinde bugünün de diğer günlerden bir gün olduğunu, okul veya işe gelmenin kıyametin sonu olmadığını anlamaları fazla uzun sürmez. Hemen haftanın ilk iş gününe uyum sağlarlar. Oruç da böyledir. On bir ay boyunca yediği önünde yemediği arkasında olan, istediği zaman yiyen, istediği zaman içen, ağzı sürekli açık olan bir insanın yemeden, içmeden kesilmesi ve şehevi arzulardan belirli saat uzak kalması, nefsin-vücudun kolay kabul edebileceği bir şey değildir. Nefis, "Sıcaklar bastıracak, işlerin ve derslerin tam yoğun olduğu zaman, üstelik hayat memat meselesi olan sınavın da var, dersine-işine kendini tam veremezsin, açlık önemli değil de ya susuzluk. Haydi, bunları da geç; sigara içiyorsun, nasıl tahammül edeceksin o kadar saat içmemeye? Üstelik vücudun da zayıf, sen nasıl dayanacaksın tüm gün boyunca? Eğer illaki tutmak istiyorsan kışın kısa günlerde tut bari…" şeklinde dürtmeye başlayacak. İnsana sağından yaklaşacak, olmadı soluna geçecek, sonra damarlarındaki kanın dolaştığı gibi içine girecek. İnsana iyi niyetle yaklaşan bu fısıltılar  insanı yoldan çıkarmayı hedeflemektedir. Yeter ki insanoğlu nefsinin emrine dinlemiş olsun. Zaten onun sözünü bir defa dinledi mi arkası gelir. Hele işlerin yoğun, kışın kısa günlerde kaza edersin sözü yabana atılacak gibi değil. Allah’ın günü mü biter. Tamamen insanı ikna etmeye dönük mazeretler. Bir defa esir aldı mı arkası gelir durmadan. Çünkü nefsin görevidir. Yusuf peygamberin dediği gibi “Nefis, kötülüğü emreder,” durmadan.

Öğrenci, öğretmen ve çalışanların çoğu, pazartesi sendromu yaşıyorlarsa oruç tutmak isteyenlerin ekseriyeti de orucun ilk günü hatta günler öncesinden başlayan oruç sendromu yaşarlar. İlk gün nefsinin esiri olmayıp orucunu tutan arkasını getirir ve tüm bir ayı oruçlu geçirir. İlk günden sonra vücut alışmaya başlıyor. Akşam olunca da açlığı ve susuzluğu çok çekmediğinin farkına varır. Orucun korktuğu kadar zor olmadığını görür, boşu boşuna sıkıntı etmişim demeye başlar. Sorun, orucun zorluğundan ziyade beyni, vücudu oruç tutmaya hazır etmektir, işi beyinde bitirmektir. Orucu beyninde bitiremeyenler kolay kolay oruç tutamazlar, tutsalar da oruç, kendilerine dağ gibi görünmeye devam eder. Bu durum anlamadığı dersi zor diyen öğrencinin durumuna benzer. Anlamam dedikçe o dersten uzak durur. Anlamak için dersin üstüne üstüne giderse zor dediği dersin çok da zor olmadığını kısa zamanda anlamış olur. Hasılı, oruçtan korkmayalım, işi beyinde bitirmeye çalışalım, nefse dizginleri kaptırmayalım, hele daha sonra kaza edersin kandırmacasına aldanmayalım.

Haydi, nefsimize galebe çalamadık, onun emrine girdik diyelim. Nasıl ki borç yiyen kesesinden yiyorsa oruç tutmayan da hanesine yazdıracağı sevaptan feragat eder. Dinin oruç tutmayabilirler diye mazeret olarak saydığı gerekçenin dışında oruç tutmak istemeyenlerden istediğimiz; Allah’ın bildiğini kuldan saklasınlar, toplum içinde oruçlu gibi görünsünler. Yiyip içeceklerse gözden ırak bir ortamda yesinler içsinler. Herhalde çok zor bir şey istemiyoruz.

Herkese hayırlı ramazanlar! 22/05/2017

* 27/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




22 Mayıs 2017 Pazartesi

Halkın yeni dönemden bekledikleri *

16 Nisan itibariyle Türkiye, yıllardır uyguladığı parlamenter sistemini bırakarak partili cumhurbaşkanlığı seçimi için evet dedi. Her ne kadar sistem değişikliği tamamen 2019 seçimlerinden sonra yürürlüğe girecek olsa da Cumhurbaşkanının partisine üye olması ve genel başkan seçilmesiyle birlikte şimdiden yeni sisteme girmiş sayılır ülke.

Yeni sistem ülkeye ne getirir ne götürür? Zamanla hep beraber göreceğiz. Yeni sistemi isteyenler parlamenter sistemdeki aksaklıklara işaret ediyor, cumhurbaşkanlığı sisteminin daha iyi olacağını ifade ediyorlardı. Sistem değişikliğinin ülkenin yararına olacağı inancıyla halkımız isteyenlerin muradına olacak şekilde bu yeni sisteme geçit vererek görevini yaptı. Şimdi sırada yeni sistemi isteyen ve uygulayacak olanlardan halkın beklentileri var. Birlik-beraberlik ve toplumsal barış ortamının sağlanması için halkın beklentilerine cevap verilmesinde fayda vardır. Nedir o beklentiler?

1.PKK, DAEŞ, FETÖ gibi ülkemize kasteden, bağımsızlığımıza göz diken ve çok canlar yakan terör örgütlerini yok etmek için devletin kalıcı tedbir ve uygulamalara yer vermesi,
2.Üretime dayalı bir ekonomiye geçilmesi, piyasada ekonomik canlanmanın sağlanması, ekonominin sağlam temellere dayandırılması, 
3.Kamuya personel, öğretmen ve idareci alımında ahbap-çavuş görüntüsü veren sözlü mülakat uygulamasından vazgeçilmesi, yerine objektif ve ölçülebilir merkezi sınav sisteminin yürürlüğe konması, sınavı geçen adayların kim ve neci olduğunu araştırmak için güvenlik soruşturmasına yer verilmesi, güvenlik soruşturmasından temiz çıkan adayların göreve başladıktan sonra görevini ihmal edip etmediğinin denetlenmesi,
4.Suçluyla mücadele ederken suçlu-suçsuz ayrımının iyi yapılması, bu konuda hata yapılmaması; masumların zan, iftira vb töhmet altında kalmaması ve mağduriyete uğramaması için görev yapanların kazı çalışması yapan bir arkeolog hassasiyeti içerisinde olması,
5.Adalet mekanizmamızın hızlı işlemesi, verilen ceza ve salıvermelerde kamu vicdanının  "Adalet yerini buldu" diyecek şekilde rahatlatılması, sapla-samanın iyi ayırt edilmesi, adalet duygusunun sulandırılmaması, tuzun kokutulmaması,
6.Kamuda azami tasarruf bilincinin sağlanması; karşılama, izzet ve ikramlarda israftan kaçınılması, kamu malının yetim malı olduğu bilincinin olması,
7.Eğitim ve öğretime bir neşter vurulması, ders saatlerinin ve ders çeşitlerinin azaltılması, öğrenci ve velinin okul ortamı dışında kurs, etüt, özel derslere ihtiyaç duymamasının sağlanması, eğitim ve öğretimde tam gün yasasının çıkarılması, öğretmene performans sisteminin getirilmesi, sınav odaklı bir başarı kriterinden süreç odaklı bir sürece geçilmesi, ölçülebilir kriterlerle öğrencinin sınıfta kalması; eğitim ve öğretimde, öğretime verilen not kadar davranışa da not verecek bir sistem uygulamasına geçilmesi, 
8.Milli Eğitimde sık yönetmelik değişikliğinden vazgeçilmesi, çok yönlü düşünülerek çıkarılan yönetmeliğin daha uygulamaya geçmeden değiştirilme yoluna gidilmemesi, özellikle idareci atama yönetmeliğinin sezonluk değiştirilmemesi, liyakat ve ehliyete dayalı sistemin getirilerek zamana, zemine, kişilere göre değişiklik yoluna gidilmemesi,
9.Kamu adına verilen ihalelerde ve yönetici atamalarında ihalenin hep belli kişi ve zümreye ait kişilerde kalmayacak şekilde bir sistemin getirilmesi,
10.Dış politikada mesafe alabilmek için diklenmeden dik durmanın yanında kazan kazan politikasının benimsenmesi, ilişkilerde diplomatik dilin kullanılması,
11.Farklı görüşlere tahammül edilmesi, istişareye önem verilmesi…
Gördüğüm kadarıyla halkın beklentisi  bayâ çokmuş… Bir oy verdi ya, ister de ister! Neyse atalarımız ne demiş: “İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara.”

Yeni sistemin ülkenin yararına ve halkın isteklerine cevap verecek şekilde hayırlı olmasını temenni ediyorum.  22/05/2017

* 24/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Konya düğünlerine dair

-Konya düğünlerine en fazla sevinenlerin züccaciyeciler  olduğunu, 
-Düğünde hediye olarak gelen mutfak eşyası ile bir zuccaciye dükkanı açilabildiğini, 
-Züccaciye dükkanı açamayanların gelen borcam, tepsi, çaydanlık vs eşyayı çatıya koyduğunu,
-Çatıya konan eşyanın ambalajı açılmadan başka bir düğüne hediye olarak götürüldüğünü,
-Düğüne gelen eşyanın yazıldığını,
-Yemeklerin ortak yendiğini,
-Yemek yiyenlerin arkasında yemek yemek icin ayakta sıra beklendiğini,
-Yemede asl olanın karın doyurma değil göz doyurma olduğunu,
-Yemeğin genelde yetmediğini, 

-Düğünden önce ne zaman pilav yiyeceğiz dendiğini,
-Yemekte pilavın ne kadar etli olduğuna bakıldığını,
-Düğün sahibinin ecel terleri döktüğünü, 
-Büyük konvoyların oluştuğunu, büyük tehlike saçtığını, ölümüne araba kullanıldığını, korna sesleriyle insanların rahatsız edildiğini, kırmızı ışıklarda geçildigini, damat arabasinin önünün kesildigini... vs

biliyor muydunuz? 22.05.2014