Ana içeriğe atla

Oruca başlamak pazartesi sendromu gibidir *

Yapılan istatistiklere göre bu ülkenin yaklaşık yüzde yetmişi oruç tutuyormuş. Yüzde otuz oruç tutmayan az bir rakam değil. Daha fazla bekliyordum bu ülke insanının oruç tutma oranını. İsteyen tutar, isteyen tutmaz. Herkes kendi azığını hazırlar bu dünyada. Göğsümüzü gere gere "Bu ülke insanının yüzde doksan dokuzu Müslüman" deriz. Gönlüm, mazereti olmadığı halde oruç tutmayanların sayısının azalması. Umarım  oruç tutmayanların kahir ekseriyetinin oruç tutmamada önemli bir mazeretleri vardır. 

Malumunuz 27/05/2017 on bir ayın sultanı ramazanın ilk günü. Baştan söyleyeyim yaz dönemine gelen bu oruçları tutmak  zor mu zor olacak. Zira 16 saatten fazla oruçlu olacağız. Orucun bu zorluğu açlık ve susuzluk değil; psikolojiktir, bir sendromdur. Tıpkı çalışanların, öğrenci ve öğretmenlerin çoğunun  hafta sonu tatilinden sonra pazartesi günü işe veya okula gitmeden önce daha pazar günden başlayan pazartesi sendromu gibi. Bu tipler tatil rehavetinden sonra iş ve okula gitme sıkıntısı çekmektedir. Bu sıkıntı da beyinde başlayıp beyinde biten bir şeydir, rahata alışan vücudun hizaya gelmek istemeyişidir. Pazartesi günü gelip iş veya okula gidildiğinde bugünün de diğer günlerden bir gün olduğunu, okul veya işe gelmenin kıyametin sonu olmadığını anlamaları fazla uzun sürmez. Hemen haftanın ilk iş gününe uyum sağlarlar. Oruç da böyledir. On bir ay boyunca yediği önünde yemediği arkasında olan, istediği zaman yiyen, istediği zaman içen, ağzı sürekli açık olan bir insanın yemeden, içmeden kesilmesi ve şehevi arzulardan belirli saat uzak kalması, nefsin-vücudun kolay kabul edebileceği bir şey değildir. Nefis, "Sıcaklar bastıracak, işlerin ve derslerin tam yoğun olduğu zaman, üstelik hayat memat meselesi olan sınavın da var, dersine-işine kendini tam veremezsin, açlık önemli değil de ya susuzluk. Haydi, bunları da geç; sigara içiyorsun, nasıl tahammül edeceksin o kadar saat içmemeye? Üstelik vücudun da zayıf, sen nasıl dayanacaksın tüm gün boyunca? Eğer illaki tutmak istiyorsan kışın kısa günlerde tut bari…" şeklinde dürtmeye başlayacak. İnsana sağından yaklaşacak, olmadı soluna geçecek, sonra damarlarındaki kanın dolaştığı gibi içine girecek. İnsana iyi niyetle yaklaşan bu fısıltılar  insanı yoldan çıkarmayı hedeflemektedir. Yeter ki insanoğlu nefsinin emrine dinlemiş olsun. Zaten onun sözünü bir defa dinledi mi arkası gelir. Hele işlerin yoğun, kışın kısa günlerde kaza edersin sözü yabana atılacak gibi değil. Allah’ın günü mü biter. Tamamen insanı ikna etmeye dönük mazeretler. Bir defa esir aldı mı arkası gelir durmadan. Çünkü nefsin görevidir. Yusuf peygamberin dediği gibi “Nefis, kötülüğü emreder,” durmadan.

Öğrenci, öğretmen ve çalışanların çoğu, pazartesi sendromu yaşıyorlarsa oruç tutmak isteyenlerin ekseriyeti de orucun ilk günü hatta günler öncesinden başlayan oruç sendromu yaşarlar. İlk gün nefsinin esiri olmayıp orucunu tutan arkasını getirir ve tüm bir ayı oruçlu geçirir. İlk günden sonra vücut alışmaya başlıyor. Akşam olunca da açlığı ve susuzluğu çok çekmediğinin farkına varır. Orucun korktuğu kadar zor olmadığını görür, boşu boşuna sıkıntı etmişim demeye başlar. Sorun, orucun zorluğundan ziyade beyni, vücudu oruç tutmaya hazır etmektir, işi beyinde bitirmektir. Orucu beyninde bitiremeyenler kolay kolay oruç tutamazlar, tutsalar da oruç, kendilerine dağ gibi görünmeye devam eder. Bu durum anlamadığı dersi zor diyen öğrencinin durumuna benzer. Anlamam dedikçe o dersten uzak durur. Anlamak için dersin üstüne üstüne giderse zor dediği dersin çok da zor olmadığını kısa zamanda anlamış olur. Hasılı, oruçtan korkmayalım, işi beyinde bitirmeye çalışalım, nefse dizginleri kaptırmayalım, hele daha sonra kaza edersin kandırmacasına aldanmayalım.

Haydi, nefsimize galebe çalamadık, onun emrine girdik diyelim. Nasıl ki borç yiyen kesesinden yiyorsa oruç tutmayan da hanesine yazdıracağı sevaptan feragat eder. Dinin oruç tutmayabilirler diye mazeret olarak saydığı gerekçenin dışında oruç tutmak istemeyenlerden istediğimiz; Allah’ın bildiğini kuldan saklasınlar, toplum içinde oruçlu gibi görünsünler. Yiyip içeceklerse gözden ırak bir ortamda yesinler içsinler. Herhalde çok zor bir şey istemiyoruz.

Herkese hayırlı ramazanlar! 22/05/2017

* 27/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde