15 Mayıs 2017 Pazartesi

Ramazan yaklaşırken *

Sıcakların iyice bastırdığı, gündüzün en uzun süresi diyebileceğimiz bu aylarda ramazanın eli kulağında neredeyse. Oruç tutanlara, bu ibadeti yerine getirme arzusunda olanlara Allah şimdiden yardım etsin, ecirlerini kat kat artırsın. Geçmiş yıllara bakarak bu ramazan ayında da olması muhtemel bazı konulara değinmek istiyorum. Ramazanda davul çalma, belediyelerin mahalle iftar programları düzenlemeleri, bir diğeri de ramazan ayında yapılan merkezi sınavlar... 

Malumunuz bu ayda insanımızı sahura kaldırmak için geçmişten günümüze davul çalma adedimiz var. Çalar saatlerin pek yaygın olmadığı ve herkesin işine sabah gidip akşam geldiği yıllarda geceleyin insanımızı sahura kaldırmak için davul çalma  bir çözümdü. Günümüzde ise insanımızın mesai kavramı değişti. Birimizin uyku saati bir başkasının çalışma vakti olabiliyor. Yine günümüzde vardiya usulü çalışan insanımızın sayısı da az değildir. Çoğu insan ramazan ayında uyku sorunu yaşamaktadır. Vakti de önemlidir.  İnsanımız işine göre sahuruna bir ayarlama geçmekte. Ya yatmadan sahurunu yapmakta, ya da cep telefonu marifetiyle kendisi uyanmaktadır. Durum böyle iken hala eski adetlerimizden olan sahura kaldırma, maalesef tüm hızıyla devam ediyor. Artık bu adet tarihteki yerini almalı. “Yok, bu adet devam etmeli, benim hoşuma gidiyor” diyen çıkarsa yetkililer bu kişiler için bir düzenleme yapmalıdır. Hatta isterlerse teravih namazından sonra başlayıp imsak vakti başlangıcına kadar elinde tokmak kapısının önünde davulcularımız çalsın dursun.

Bir diğer konu bu ayda belediyelerin mahalle iftarları vermek için büyük organizasyonlara girmesi. Belediyelerin böyle bir görevi var mı bilmiyorum. Ama görev tanımlarında böyle bir hizmet var ise derhal kaldırılmalıdır. Yoksa zaten üzerlerine vazife değildir. Belediyelerimiz asli görevlerine yoğunlaşmalıdırlar. Birçok hizmetleri kaynak yok gerekçesiyle ötelenmektedir. Yine çoğu belediye istisnalar hariç borç batağı içerisindedir. Hal böyle iken ramazan ayında belediyelerimiz mahalle mahalle dolaşıp iftar vermeleri bana lüks geliyor. Mahalleli bir gün öncesinde iftarını nasıl yapıyorsa bıraksınlar yine aynı şekilde yapsın. Belediyelerimiz evine ekmek götüremeyen fakir ve fukarayı tespit ederek yıl boyunca onların karnını doyursun. Buna kimsenin diyeceği olamaz. Belediyelerin son zamanlarda artarak devam eden bu iftar verme furyası bana yıllar öncesinde Adana’da iken soru soran bir öğrencimi aklıma getirdi. “Hocam, ben beş vakit namazımı kılmıyorum. Fakat bazı zamanlar içimden geliyor çokça nafile namazı kılıyorum. Kılamadığım farz namazların yerine geçer mi? Aynı sevabı alır mıyım?” diye bir soru sormuştu. Ona, “Kızım! Beş vakit namaz üzerine farzdır, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Nafile namaz ise isteğe bağlı olarak yapılır. Onun sevabı ayrı. Senin bu durumun birisine olan borcunu vermeyerek başkasına bol keseden yemek yedirmeye benzer. Önce borç ödenmeli, değil mi?” demiştim. Hasılı, belediyelerimiz asli görevleri dururken tali işlerle uğraşmamalı. Sonra kimin yemeğini kime yediriyorlar? Bunu da düşünmeleri gerekir. Ama belediye yetkililerimiz, “İçimden geldi, kendi gelirimden insanımıza iftar vereceğim” diyorlarsa bizde ağanın eli tutulmaz. Bu durumda bize, “Allah hayırlarını kabul etsin” demek düşer.

Haziran ayı lise son sınıf öğrencilerinin LYS sınavına girmelerini akla getirir. Öğrenciler kaç yıldır bu sınavlarda başarılı olmak için çaba sarf ediyorlar. Sınavların ramazan ayına denk gelmesi birçok öğrenciyi “Oruç tutayım mı, tutmayayım mı,” ikilemine itmektedir. Her ne kadar  oruç sınava, sınav da oruca mani değilse de hayat-memat meselesi sayılan bu merkezi sınavların -önceden yapılacak planlama ile- takviminin ayarlanmasında fayda vardır. ÖSYM, dediğim dedik, çaldığım düdük dememeli.

Son söz, davullar başımızda çalmasın, zaten yeterince tokmak yiyoruz. Belediyelerimiz mahalle iftarlarıyla uğraşmasın, asli görevlerine zaman ayırsınlar. ÖSYM de LYS sınavları illaki haziranda yapılır kuralının farz olmadığını bilmelidir. 15/05/2017

* 17.05.2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Camilere neşter vurulmalı

Bir akşam yatsı namazına gittim. Baktım hocamız Berat gecesinin önemi üzerine konuşma yapıyor. Son beş dakikasına kulak misafiri oldum. "Allah'ın bu gece Peygamber Efendimize tam şefaat yetkisi verdiğini" söyledi. Ardından Allah'ın affetmeyeceği büyük günahları sıraladı: "Allah zinayı affetmez. Bir defa bu işi yapanlar bu dünyada iken ölümle cezalandırılır. Bugün uygulanmıyor başka. Hatta suç bile değil... Diğeri rüşvet... Eskiden kurumlara gidince 'Rüşvet alan da veren de lanetlenmiştir' yazardı. Şimdilerde göremiyoruz... Bir diğeri ise şirk." Konuşmasını toparlarken işi tekrar beratın anlamına getirdi. "Bu gece kıblemiz Mescidi Aksa iken Mescidi Harama döndürüldü. Bu gece bir yıl boyunca meydana gelecek olayların kararı verilir" dedi. Konuşmasına son verdi, namaza geçtik.

Namaz çıkışı yolda gelirken: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur." Ayet(Nisa 48) meali geldi aklıma. Burada Allah şirkin dışında diğer suçları affedebileceğini buyuruyordu. İşin garibi affetmeyeceği şirk üzerinde hiç durmazken diğer günahlar üzerine birer ikişer cümle açıklamada bulundu.

2014 yılında yine bir Cuma vaazında hocamız: “Çalışmak ibadet değildir, ibadet olsaydı kafirler sizden daha çok çalışıyor, sabahleyin işe amir korkusu ve ekmek parası için gidiyorsun, bu ibadet değildir. İbadet, 5 vakit namazdır.” Şeklinde bir konuşma yapınca o zaman da aklıma “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayeti aklıma geldi. Sonra insanın çoluk ve çocuğunun iaşesini karşılaması için çaba sarf etmesi yine dinimiz nezdinde ibadet olarak değerlendirilir. Allah’ın rızasını ve onu hoşnut edecek her türlü davranış ibadet kapsamı içerisine girmektedir. İbadeti sadece namaz kılmak şeklinde daraltmamak lazım, dedim.

Cuma, bayram veya herhangi bir günde yapılan vaazı nasihatler genellikle irticalen yapılır. Çoğu zaman kitabi olmayan bilgilere girilir bu esnada. Eğer konuşan kimse o konuda yeterli donanıma sahip değilse zaman zaman dinin özüne ters gelen bakış açıları da ortaya çıkabiliyor. Tabii, söz bir defa ağızdan çıkmış oluyor.
***
Diyanet İşleri Başkanlığı hutbelere el attı. Hutbelerin içeriği dolduruldu. Hutbeleri dinlerken gerçek dini dinliyorum hissi uyanıyor bende. Uyuklamaya çalışmıyor, daha dikkatli kulak kabartıyorum. Diyanet, hutbelerde gösterdiği bu duyarlılığı vaazlara da getirmelidir. Vaazlara çeki düzen vermek hutbe gibi olmaz, bunu biliyorum. Ne kadar zor olursa olsun Diyanet bir yerden başlayıp vaazları masaya yatırmalıdır. Önüne gelen vaaz verme yoluna gitmemelidir. Çünkü vaazlara dinin özünde olmayan kültürümüze girmiş bidat ve hurafeler daha kolay girmektedir. Camilerde vaazı nasihatte bulunacak kişilerin hazırlayacağı konu için faydalanabileceği  ortak kitapları olmalıdır. Diyanet için böyle bir kitabı yazdırmak, çıkarmak ve görevlilerine dağıtmak zor olmasa gerek. Ya da Diyanet camilerde konuşma yapacak kişilerin faydalanabileceği kaynak eserleri belirlemelidir. Görevliler bu kaynakların dışına çıkmamalıdır. Biliyorsunuz dini alanda yazılan eserlerin haddi hesabı yoktur. Görevli eline geçirdiği kaynaktan faydalanma yoluna gitmemelidir. Tartışmalı konulara girmemelidir. Bu konuda diyanetin görüş açıklamasını beklemelidir. Birçok görevli her konuda görüş bildirme yoluna gitmektedir. Görüş bildirmek için benim bildiğim yeterli birikim sahibi olmak gerekir. Sadece imam-hatip, müezzin olmak yeterli olmaz.

Din alanı netameli bir alandır. Bizim yumuşak karnımızdır. İki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Dozajı yerli yerinde vermemek kişiyi hasta eder. İnsanlara doğru dini ehli tarafından verdirmek  lazımdır. Bu yüzden Diyanet gerekli tedbiri almalıdır. Bir yerde vaaz edecek ehil kimse yoksa gerekirse orada vaaza yer verilmemelidir. Görevini yapmakta olan ama yeterli birikime sahip olmayan kişiler gerekirse kızağa çekilmelidir. Eğer böyle yapılmazsa aktarılan yanlış dini bilgiyi yıllar geçse de telafi etmek mümkün olamaz. 15/05/2017




14 Mayıs 2017 Pazar

Dini bilenlerin dinle imtihanı *

Anadolu'da Bugün gazetesi 13.05.2017 günü, “Cami cemaati tarafından hayır hasenat düşkünü, dinini tam anlamı ile yaşayan, örnek alınması gereken bir kişi olarak tanınan Y.Y. isimli bir imamın emekli olduktan sonra yine aynı camide gönüllü olarak müezzinlik yapan bu kişinin yardım etmek maksadıyla camiye aldığı kadınlarla camide fuhuş yaptığı” ile ilgili Zafer Samancı imzalı bir habere yer verdi.  

Haberin devamında, “Cami cemaatinin bu fuhuş rezaletini cep telefonuna kaydederek kayıt altına aldığını; adı geçen rezilin biri resmi, diğeri imam nikahlı olmak üzere iki eşi, altı çocuğu olduğunu, bu kişinin cami adına kurulan yardımlaşma derneğinin halen başkanlığını yürüttüğünü” ve kendisiyle ilgili iddialara cevap almak üzere kendisine mikrofon uzatıldığında, ‘Bu konuda konuşmak istemediğini, umreye gitmek için hazırlık yaptığını, umre dönüşü yasal haklarını kullanacağını” söylediğini yazıyordu.

Haber umarım asparagastır. Eğer öyleyse  ilk defa paylaştığım bir yalan haberden dolayı mutlu olacağım. Şu ana kadar yetkililerden bu haberle ilgili bir yalanlama gelmediğine göre haberin aslı varmış gibi değerlendirmek istiyorum. Bu haberin neresi değerlendirilecekse? Neresinden tutarsanız elinizde kalır. Adı geçen cinsi sapık umre hazırlığı yaptığına göre anlaşılan içeriye alınmamış. Öyle zannediyorum, adamın yediği haltta bir sakınca yok ki elini-kolunu sallaya sallaya gezip dolaşıyor. Üstelik hayırlı bir iş üstünde. Müftülüğün yaptığı ise adamı müezzinlik yapmaktan men etmek olmuş.

Merak ediyorum bu haya perdesi kalkmış, ar damarı yırtılmış,  namus ve ırz düşmanının kodese bir daha çıkmamak üzere tıkılması için daha ne yapması gerekiyor. Haydi, adam 60 yaşında, birlikte olduğu kadınlar da reşit çağında. Şikayet olmadığı müddetçe yapılacak bir şey yok denebilir. Bu adam bu herzeyi camide -kamusal alanda- yapmış. Üstelik burası Allah’ın evi olarak bilinir bizim değerlerimizde. Buralar bizim ortak kullanım alanlarımızdır. Eğer yetkililer, kanunlar, dini mabedimizi amacı dışında kullanmaktan dolayı bu adama ceza veremiyorsa bari bu adama, bu tür haltlarını yapabileceği bir uygun yer ayarlasınlar da adamcağız mağdur olmasın.

Haydi, bu adamda Allah korkusu yok, kuldan utanma da yok. Kanunlarımızda da açıklık var, bu mikroba bir şey yapılmıyor. Bu adam iki eşi, altı çocuğu, cemaati ve tanıdıklarının yüzüne nasıl bakacak? Eğer zerre kadar onur, haysiyet, şeref taşıyorsa hemen intihar etmesi çok onurluca olur. Böylece toplum bir mikroptan daha kurtulmuş olur. Eğer böyle bir yolu seçmiyor, hala nefes almaya devam ediyorsa ve umreye gitmek için hazırlık yapıyorsa midesiz, yüzsüz, cibilliyetsiz biridir. Bunun başka izahı yoktur.   Haydi, her şeyden geçtim; bu şekilde uçkuruna düşkün, namahreme göz diken bir namus yoksunu camiasını lekelemek uğruna ne diye imamlık görevini seçmiş? Hiç olmazsa başka bir mesleğe yönelseydi ya! Ama adam başka mesleğe gitmeyecek kadar akıllı. Çünkü bu millet camilerde bu tür nahoş şeylerin olmayacağını, burada görev yapanların ayet-hadis okuduğunu, başkasının namahremine göz dikmeyeceklerini düşünür. Şeytana pabucunu ters giydiren türden bu yamukluk şeytanın bile aklına gelmez. Tek yapacağı şey, cemaatine, çevresine güven vermek. Adam da bunu yapmış. Zaten bizim milleti kandırmaya ne var? İki ayet oku, dürüstlük abidesi kesil, yeter. Belki az mı söyledi hutbede, mihrapta, kürsüde cemaatine: “Muhterem Müslümanlar! Kadın ve kızlarımız açık giyiniyor, dinimiz tesettürü emrediyor, Allah zina yapmayınız demiyor, zinaya yaklaşmayınız diyor. Kadınla erkeğin kimsenin giremeyeceği yerde bulunması caiz değildir…” diye. Ardından her Cuma hutbesini bitirirken cemaatine Nahl 90. ayeti okuduktan sonra Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.” şeklinde  mealini okumuştur.

Atalarımız boşuna söylememiş: “Kırkından sonra azanı teneşir paklar” diye. Yazıklar olsun bu tip ırz düşmanlarına! Allah’ın evini kendi emellerine alet edenlere! Camiasını lekeleyenlere! Caminin içini pisleyenlere! Yuh olsun, ele talkın verip üzüm salkımını yiyen bu tür namussuzlara! Acırım da bu ırz düşmanının arkasında namaz kılan cemaate üzülürüm. Bu millet kime güvenecek? Öğretmen tacizci, imam namussuz, cemaat lideri beyin yıkayıcı… Umduğu dağlara hep karlar yağıyor nedense.

Sözüm meclisten dışarıdır. Görevini layıkıyla yapan binlerce imam ve öğretmenlerimize selam olsun! 14/05/2017

* 15/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.